Gazeteciler Cemiyeti, Medya Dayanışma Grubu paydaşlarıyla birlikte “Medya Konferansı 2024” konferans ve çalıştayını gerçekleştirecek. “Gazeteciliğin dönüşümü ve arayışlar” başlığıyla yapılacak bu yılki çalışma; medya ile hukuk ilişkisini, mevcut yasaların uygulanmasındaki sıkıntıları, mesleğin yasal çerçeve ihtiyacını ele alıp, yasa yapıcılara meslekten bir ses iletmeyi amaçlamakta.

Yusuf Kanlı

Medya ve hukuk, modern toplumun birbiriyle karmaşık biçimde bağlantılı yönleridir ve birbirlerinin dinamiklerini şekillendirip yansıtırlar. Bu ilişki, demokratik değerlerin savunulması, ifade özgürlüğünün sağlanması ve aynı zamanda bireysel hakların ve toplumsal uyumun korunmasına yönelik yasal sınırların belirlenmesi açısından gereklidir.

Nasıl yaşama hakkı tüm hakların anası ve yokluğunda tüm diğer haklar anlamsız ise, hukukun üstünlüğü ve bağımsızlığı, hukuk önünde eşitlik, hesap verilebilirlilik ve elbette adalet de tüm özgürlükler açısından var oluşsal önemdedirler. Hukukun olmadığı ortamda adaletten, haklardan ve doğal olarak ifade özgürlüğünden ve onun temel öğeleri düşünme, düşündüğünü yayabilme ve basın özgürlüklerinden bahsetmek abes ve gereksiz olacaktır.

Gazeteciler Cemiyeti, Avrupa Birliği finansmanı ile yürüttüğü Medya için Demokrasi, Demokrasi için Medya çalışması çerçevesinde ve Medya Dayanışma Grubu paydaşları ile birlikte “Gazeteciliğin dönüşümü ve arayışlar” başlığıyla düzenlediği “Medya Konferansı 2024” konferans ve çalıştayında medya ile hukuk ilişkisini, mevcut yasaların uygulanmasındaki sıkıntıları, mesleğin yasal çerçeve ihtiyacını ele alıp, yasa yapıcılara meslekten bir ses iletmeyi amaçlamakta.

Medya, ifade ve ifade özgürlüğünün kullanılmasının kolaylaştırılmasında önemli bir rol oynamaktadır. Farklı sesler, görüşler ve fikirler için bir platform görevi görerek kamusal söylemi teşvik eder ve kurumları hesap verebilir kılar. Ancak bu özgürlük mutlak değildir; Hakaret, nefret söylemi ve bireysel hakları ihlal eden veya şiddeti teşvik eden diğer ifade biçimlerine yönelik yasal çerçeveler mevcuttur.

Medya etiği, standartlar, yasal sınırlar 

Etik hususlar medya uygulayıcılarına özgürlük ile sorumluluğu dengeleme konusunda rehberlik eder. Davranış kuralları ve mesleki standartlar raporlamada bütünlüğün, doğruluğun ve adaletin korunmasına yardımcı olur. 

Ulusal güvenlik ve kamu düzeni gibi devletin sorumlulukları ile basın özgürlüğü arasında denge kurmak Türkiye'de karmaşık bir görev olmaya maalesef devam etmektedir. Hükümetlerin vatandaşlarını koruma ve hukukun üstünlüğünü destekleme görevi olsa da, alınan tedbirler basın özgürlüğü de dahil olmak üzere temel hakları ihlal etmemelidir. Diyalog, şeffaflık ve insan hakları ilkelerine saygı bu dengeyi sağlamada hayati öneme sahiptir.

Türkiye'de basın özgürlüğü onlarca yıldır zorluklarla karşı karşıya kaldı. Siyasi istikrarsızlık dönemleri, askeri müdahaleler ve otoriter eğilimler sansüre, medya baskılarına ve ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamalara yol açtı. Türklüğe hakareti suç sayan 301. madde gibi kanunlar ve terörle mücadele mevzuatı, muhalifleri susturmak ve basın özgürlüğünü kısıtlamak için kullanıldı. Oluşturulan korku atmosferiyle oto-sansür sıradanlaştırıldı.

Modern zorluklar ve fırsatlar

Dijital çağda Türkiye'de basın özgürlüğü açısından yeni zorluklar ve fırsatlar ortaya çıkıyor. Çevrim içi sansür, gözetleme ve siber saldırılar dijital gazeteciliğe ve ifade özgürlüğüne yönelik tehditler oluşturmaktadır. Aynı zamanda dijital platformlar bağımsız medya, çerçevesinde henüz bir uzlaşmaya varamasak da yurttaş gazeteciliği ve küresel erişim için yollar sunarak geleneksel medya tekellerine ve devlet kontrolüne meydan okuyor. Basın özgürlüğünün desteklenmesi, gazetecilerin korunması, medyada çoğulculuğun teşvik edilmesi ve ifade özgürlüğünü koruyan yasal çerçevelerin güçlendirilmesi yönünde sürekli çaba gösterilmesini gerektirir. 

Basın özgürlüğü ve Atatürk

Bu konuda saatlerce konuşmak mümkün elbette. Ancak çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün modern, laik ve demokratik bir Türkiye tasavvur ettiğini; Cumhuriyetin kuruluş dönemi reformları çerçevesinde bilinçli yurttaşlığın ve demokrasinin temel direği olarak özgür bir basın oluşturma çabalarını kaydetmemiz gerekir. Atatürk, entelektüel ilerlemeyi, eleştirel düşünceyi ve sivil katılımı teşvik etmek için özgür bir basının gerekli olduğuna inanıyordu.

Nitekim, daha Cumhuriyet kurulmadan, 1922’de, “Her ilerlemenin, kurtuluşun anası özgürlüktür. Basın, milletin müşterek sesidir. Bir milleti aydınlatma ve irşatta, bir millete muhtaç olduğu fikrî gıdayı vermekte, hulâsa bir milletin hedefi saadet olan müşterek bir istikamette yürümesini teminde, basın başlı başına bir kuvvet, bir mektep, bir rehberdir” sözleri gibi 1925’te bir konuşmasında “Basın hürriyetinden doğan mahzurların giderilme vasıtası, yine basın hürriyetidir” kuvvetli vurgusu Atatürk’ün düşünce yapısını sergilemektedir.

Ortak sorumluluğumuz

Katılımcı demokrasi, hukukun üstünlüğü, laiklik, ifade özgürlüğü, kadın-erkek eşitliği gibi temel ilkelere aidiyet Türkiye'de basın özgürlüğünün savunucularına cesaret vermeye devam ediyor. Sivil toplum kuruluşları, gazeteciler ve aktivistler, demokrasi ve insan hakları için vazgeçilmez olan özgür ve sorumlu basın vizyonunu desteklemek, sansüre meydan okumak, dezenformasyonla mücadele etmek ve yasal ve siyasi baskılara rağmen gazetecilerin haklarını savunmak için çalışmak zorundadırlar.