Mehmet Necati GÜNGÖR Hatıralar beni yine  çocukluk yıllarıma götürdü. Ellili yılların başlarındayız. Kahramanlar köyünde güzel bir hayatın içindeyiz. Köyümüzde hayatın güzelliklerini  sevdiklerimizle, komşularımızla, dost ve arkadaşlarımızla neşe içinde yaşıyoruz. Ramazan ayı. Köyümüzün bilge adamı Muhittin amca yine tepede. İftar saatini gözlemliyor. Erzurum kalesinden  iftar topu atılınca ışığı bizim köyün tepesinden görünüyor. O ışığı köyümüzün güzel insanı, bilge insanı Muhittin Amca görüyor. “Atıldı” deyince, biz çocuklar, “Atıldııı” bağrışlarıyla evlerimize koşuyoruz. Zengin iftar sofraları kuruluyor. Bolluk ve bereket var evlerde, mutfaklarda. En fukara köy evinde bile iftar sofrası bereketli. Muhittin amcamız, biraz sonra Huriye ezemizin pişirdiği o nefis yemeklerle iftarını açacak. Sonra üstüne çaylar içilecek, ev içi sohbetler yapılacak, teravih için camiye gidilecek. Muhittin amca, Erzurum’un şairlerinden Karazlı Hakkı beyin oğlu. Tercan soyadını nereden almış, bilmiyordum. Ama, O’nun kadar güzel, anlayışlı, sevecen bir adam tanımamıştım o köyde. Huriye ezemiz de öyle. Akrabaydık. Evleri evlerimizdi. Sonraki yılların birinde Muhittin amcamızı kaybettik. Her gittiğimizde bizi evlerinin önünde karşılayan Huriye ezemizi de. Onlarla birlikte köyümüzün ruhunu da kaybetmiştik. Hasretle, rahmetle anıyoruz ikisini de. Şimdi o tepeler bomboş. Başka tepelerde, başkaları oturuyor. Birisinde haşin bir köy ağası. İnsaf ve merhamet yoksunu bir adam. Kibrinden yanına yaklaşılmıyor. Hayatı fukaralıkla geçmiş. Fırsatı ele geçirince de halkı soyup soğana çevirmiş. Marazi bir hastalığı var. Belki, o hastalığın etkisiyle sağlıklı insanlara düşmanca bir tavır içinde. Kendi donanımlı sofrasında aksırıncaya, tıksırıncaya kadar yiyor, Ötekilere  “zıkkım yesinler” diyerek intikam alıyor. Ara sıra kâbuslar görüyor. Ter-kan içinde uyandığı kâbuslar. “Babamı neden işten attın, bizi neden açlığa mahkûm ettin diye” yakasına yapışan zayıf, çelimsiz çocuklar. Hak arayan “zede”ler. Zulmünün zebunu olmuş insanlar, yaşlı amcalar, teyzeler... namazlarında dualarını ona yönelik bedualarla tamamlıyor. O ise bitmek tekünmez bilmeyen ihtiraslarından aldığı enerjiyle gününü gün ediyor. Tepelerde iftar vakitleri beklenmiyor artık. Çünkü, çarşıda, pazarda, mutfakta yangın var. Tencerelerde dert kaynıyor. Recep ayı içindeyiz. Sonraki ay Şaban... Ve.... Karadeniz türküsünde olduğu gibi: “Efkârli gunleruma geldi çatti Remezan.” Başka tepelerde, başkaları oturuyor artık. Kiminde zengin bir tarikat şeyhi, kiminde cemaat adamı. Aslında tepeler bomboş. O güzel adamlar, beyaz atlarına binip gittiler.