Ağzımızda tatmaya, yutmaya, konuşmaya yarayan bir organımız olan dil varsa da bu organımızın şekillendirdiği seslerin, beynimizdeki ifadesi olan ve özel bir adı bulunan dil ya da lisandan söz edeceğim.
Dil, yalnızca insanlara özgü bir yetenektir. Hayvanlar da gerek ses gerekse hareketler yardımıyla birbirleriyle iletişim kurar, bazıları birkaç kelime de olsa insan dilini anlamayı öğrenebilir. Ama insan dilini hayvan seslerinden ayıran iki temel fark vardır. İnsan dili, hayvan sesleri gibi kalıtım yoluyla değil, toplum içinde öğrenerek elde edilir. Ayrıca insan dilinin sesleri değişir, hayvanlar ise hep aynı sesleri çıkarırlar. Çıkardığı sesleri, sistem haline getirmeyi yalnızca insanlar başarmıştır.
Dil ya da lisan nedir sorusuna verilecek yanıtlar arasında, Prof. Dr. Muharrem Ergin’e ait şu tanım öne çıkar: “Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan doğal bir araç; kendi yasaları içerisinde yaşayan ve gelişen canlı bir varlık…”
Kuşkusuz tüm diller, konuşmak amacıyla ortaya çıkmıştır. İlk dilin ve dillerin hangileri olduğu da her zaman merak konusudur. Dünyada konuşulan ilk dile ilişkin çok fazla kuram bulunur. İlk insanların konuşmadan çok, mağara resimleri çizerek anlaştıklarını söyleyenler dahi olmuştur. İlk dilin, Güney Amerika yerlilerince konuşulduğunu öne sürenler olduğu gibi Allah’ın Hz. Adem ve Havva’ya İbraniceyi öğrettiğini iddia edenler de var. Ancak beş bin yıllık belgelerden, dilin hangi koşullar altında, nasıl ve ne zaman ortaya çıktığı ve ilk dillerin neye benzediği bugün bile tam anlamıyla açıklığa kavuşturulamadı.
Dillerin doğuşuna ilişkin yapılan çalışmalarda, birçok kelimenin, tabiattaki seslerin taklit edilmesiyle ortaya çıktığı anlatılır.
Prof. Dr. Hamza Zülfikar, ‘Ses yansımalı Kelimeler’ adlı eserinde, ayrı dilleri konuşan insanların tabiattaki sesleri birbirine yakın olarak adlandırdığını yazar. Örneğin vızıldama sesi olarak söylediğimiz vız, İngilizcede buzz, bizim vızıltı kelimemiz ise İngilizcede buzzer’dır. İngilizcedeki yüksek ses olan bang, Farsça’da da aynıdır. Miyav hem bizde hem Fransızcada kedi sesidir. Fransızlar, miyavlamayı miauler olarak söyler.
Şırıltı, cır cır, pırpır, şıp şıp, fıs fıs, fokur fokur, gürül gürül, gümbürdeme, cızırtı, şakırtı, vıdı vıdı, çıtırtı, oflamak… gibi kelimelerin tamamı ses taklidinden doğmuş olup birçok dilde böyle ortak kelimeler mevcuttur.
Dil temelde, bir kavrama karşılık olarak getirilen seslerin eşleşmesinden doğar. Bu eşleşme, dünyadaki her toplumun aynı kavramlara farklı sesler yüklemesi şeklinde görülür. Örneğin ‘elma’ için her topluluk, farklı sesleri bir araya getirmiştir. Apple, apel, apfel (Alm.), apela, pomes, yabuke (Boşn. Hırv.), yabulki, yabılka, tuffaha gibi adlar verilen elma için Latin, Slav ve Arap dillerinde, dil ailelerinin yakınlığına göre benzer sesleri duyabilirsiniz. Kuşaktan kuşağa değişen şartlarda dil de zaman içinde değişikliğe uğrayabilir. Orta Asya’daki alma kelimesi, İstanbul ağzında elmaya döndü. Oysa Macaristan’a giderseniz, bir lokantada ince l sesiyle alma dediğinizde, garson size elma getirecektir.
Fikirler zenginleştikçe, kelimenin farklı yönlerini ifade etmek için de ekleri kullanarak yeni sözcükler ortaya çıkabilir. Yine elma kelimesinden gidersek; elmalı, elmacı, elmalık, elma suyu, Amasya elması, yer elması gibi pek çok kelime ve tamlamanın ortaya çıkışını, fikir ve üretim artışına bağlayabiliriz.
Çeşitli kaynakları araştırdığımızda, dilin genel özellikleri üç maddede toplanabilir:
- Dil, insana özgü bir yetenektir.
- İnsanlar, çocukluklarından itibaren çıkardıkları sesleri, iletişim sistemine dönüştürüp diğer kişilerle birlikte bu sistemden işiten ve konuşan olarak yararlanır.
- Yeryüzündeki dilleri farklı sesler oluşturur. Eğer iki insan birbirini anlayamıyorsa, yan yana getirdikleri sesler kendilerine herhangi bir şey ifade etmiyor ve ortak bir dili konuşmuyorlar demektir. Ancak anlaşmaları, güç de olsa gerçekleşiyor ve bazı fiil ve isimleri benzer biçimde kullanıyorlarsa, aralarında sadece lehçe farkı vardır deriz.
Dilin bilimsel tanımı 19. yüzyılda Ferdinand de Saussure gibi dilcilerin çabalarıyla, çağdaş dilbiliminin ortaya çıkmasından sonra yapılabildi. Saussure, dil ile söz arasında derin bir ayrılığın bulunduğunu ve dilin fertlere bağlı bir sistem olduğunu söylerken, Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu, dilin yalnızca bir anlatma vasıtası olduğunu belirtir.
Dil ile ilgili olarak halk ağzında bulunan çeşitli sözler, dilin niteliğini çok basit bir şekilde ortaya koyar. Dili söz haline getirip sözü de sanat olarak kullanabilen kişiler, sözlerinin kalıcılığını şu ifadelerle sağlamış:
“insanlar konuşa konuşa, hayvanlar koklaşa koklaşa anlaşır.”
Özellikle iletişimci, yayıncı ve gazetecilerin asla unutmaması gereken sözlerimiz de var dille ilgili.
“Güzellik herkeste olabilir ama dil güzelliği herkeste bulunmaz.”
“Dilidir insanı vezir de eden, rezil de…”
“Elif gibi doğru konuş, yalan söylemesin dilin; dal gibi edepli ol, göstersin bunu lisan-ı halin.”
Bu üç cümle, Manisa Belediye Başkanı Ferdi Zeyrek’in ağır yaralanmasından sonra yazılan insanlık dışı cümleleri söyleyenlerin, edepten ne kadar yoksun olduklarını belirtmiyor mu? İyi sözler kalıcıdır, kötü sözler ise unutulmaz.
Söz sanatı, sözün kalıcılığını ortaya çıkarır. Bu da ancak, dile hâkim olmak ile sağlanabilir. Çünkü insanları birbirine yaklaştıran veya uzaklaştıran bir unsurdur dil.
Dünyada irili ufaklı 6 bin dil olduğu yazılmaktadır ama 100 milyondan fazla konuşanı olan dil sayısı yalnızca on tanedir. Dilimiz Türkçe ise dünyada konuşulan ilk 10 dil arasında yer alır.