2 Temmuz’un göğü her yıl olduğu gibi yine ağır. Sivas’ta 37 canın yittiği günden tam 32 yıl sonra, Ankara’da bir salonda sessizce yanıyor anıların ateşi. Madımak Katliamı’nın tanıklarından fotoğraf sanatçısı Mehmet Özer, “Ateşin Düştüğü Yer” adlı sergisiyle geçmişin izlerini bugünün gözlerine bırakıyor.
Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde açılan sergide, Özer’in objektifine yansıyan o anlar, sadece fotoğraf değil, bir hafıza olarak karşımıza çıkıyor. Hayatını kaybedenlerin portreleri, otelin kuşatıldığı o saatler, katliamdan sonra yaşananlar... Her karede hem tanıklık var hem bir çığlığın görseli.
Mehmet Özer, o gün oradaydı. Saldırının ortasında kaldı, yanındaki arkadaşını Madımak Oteli’nde kaybetti. O günden bu yana çektiği her fotoğraf biraz eksik, biraz öfkeli, biraz yas dolu.
Sergi açılışında yaptığı konuşmada şunları söylüyor;
“Ben de Sivas Katliamı’ndan kurtulanlardan biriyim. Kültür Merkezi’ndeki kuşatmada saldırıya uğramıştık. Birlikte geldiğim arkadaşım maalesef Madımak Oteli'nde katledildi. 32 yıldır hem katillerin hem onları aklayanların peşindeyiz. Acımız ve öfkemiz dinmedi. Annelerimizin de acısı dinmedi. Ne zaman acımız diner? Ölen arkadaşlarımızın güçlerini gerçek kıldığımızda... Nedir onların müşterek arzusu? Bu ülkenin özgür, eşit bir ülke olmasıdır.”
Bu sergi, sadece bir anma değil. Hafızanın duvarlarına asılmış, unutmanın karşısına dikilmiş bir haykırış. Özer’in deyimiyle, “aynı kederi ve aynı hasreti” taşıyanların buluşma noktası.
Mehmet Özer: "Yüzleşmek, canımı yaksa da öfkemi örgütlüyor"
Özer, "Uzun yıllar sonra dönüp bakmak, anıları geri çağırmak, yüzleşmek, canımı yaksa da öfkemi de örgütlüyor. Dünü bugüne çağırmak ve yarına seslenmek için gereklidir bu!" diyor.
“Hiçbirini unutmayacağım!”
“Her şeyi anımsıyorum,” diyor Özer, “Hasret Gültekin’e kaset kapağı fotoğrafını çekeceğim sözünü, Asaf Koçak için karikatürlerinin reprodüksiyonu yapacağımı... Unutmadım, genç tiyatro ve semahçıların bir devrimci ağabeye güven ve sevgiyle sarılmalarını. Unutmadım, Behçet Aysan Ağabey'e okuduğum son şiiri unutmadım, Asım Bezirci’nin güven veren gülüşünü. Dayanılmaz özlemimi öfkeye dönüştürdüğü, karanlığa ve onun cücelerine karşı itiraz eylemlerini biçimlendirdiği için bunların hiçbirini unutmayacağım!”
“İstiyorlar ki unutalım” diye devam ediyor Özer; “Fotoğraflarını taşımayalım omuz başımızda. Yaşamamış gibi olsunlar. Ama biliyoruz ki unutursak yeni katliamlarla tarihimizi hatırlatırlar bize. Katliamlar tarihiyle yüzleşmek ve bağışlamamak gerekiyor. Ermeni, Rum, Alevi Kürt Yahudi, Süryani, Keldani, Yezidi katliamlarını unutmayalım. Dersim’i, Zilan’ı unutmayalım. Maraş’ı, Çorum’u, Sivas’ı unutmayalım.”
"Bilmeliyiz ki, sınıflar karşıtlığının olduğu bu çağda devlet asla tarafsız değildir. Belki de bu gerçeği unuttuğumuzdan suçluyuz. Sivas katliamı, düşkün birkaç kişinin kalkışması değildir. Önceden planlayarak, hazırlık yaparak katliam gününü beklemişlerdir."
"Anımsayalım; bu katliam, kontra cinayetlerin, faili meçhul cinayetlerin, gözaltında kayıpların en yoğun olduğu bir dönemde gerçekleştirildi. 1986 yılından bu yana işçiler yavaş yavaş itirazlarını örgütlüyor ve 89 bahar eylemleriyle birlikte 12 Eylül faşist anayasasının yasaklarını deliyordu. Susturulmak istenen öğrenciler susmak bir yana giderek kitleselleşen eylemler yapıyorlar ve öğrenci dernekleri hızla çoğalıyordu. Kürt halkı boyun eğmeyi kabul etmiyor itiraz dilini örgütlüyordu. Devrimci ve sosyalist hareket gelişiyor ve alevi halkından giderek daha fazla güç sosyalist örgütlere akıyordu."
"Elbette ki bu durumun farkındaydılar ve 1000 operasyoncular bu katliamı planladılar. O gün ”çok şükür dışarıdaki vatandaşlarımızın burnu kanamadı” diyen siyasal zihniyet, mahkemenin zamanaşımı kararına “hayırlı olsun” diyen siyasal zihniyetle aynıydı."
Saz Kırıldı Söz Yandı
" İlk gün şehir merkezinde bir dizi etkinlik gerçekleştirildi. Bir Temmuz günü Buruciye Medresesi, Kültür Merkezi ve spor salonunda gösteri, konser, söyleşi etkinlikleriyle sona ermişti. Güzel bir gündü ama bir huzursuzluğu da içimizde büyütüyordu. Duvarlara, direklere yapıştırılmış yırtık yerlerinden sallanan “Hicret Koşusu” ilanı neyin nesiydi ? Ya “Müslüman Kamuoyuna ”başlıklı bildiri? Postanenin önünde kamyonlarla dökülmüş öbek öbek Arnavut kaldırım taşları. Sonra sessizlik, kuşkuyu büyütüyordu…
Dikkatli olalım uyarısıyla başladı ikinci gün. Önce Buruciye Medresesinde imza söyleşi sonra Kültür Merkezinde Arif Sağ konserinden sonra Banaz’a gidilecekti. Buruciye Medresesi sessizdi ve Aziz Nesin’e saldırgan sorular soruluyordu. Medrese kapısında yapılan yerel bir televizyon röportajında konuşmacının “Burada peygamberimizle alay ediyorlar, ben namaza gidiyorum, Allah kabul etsin…” sözleriyle sanki saldırı duyurusu yapılıyordu. Az ötede Cuma namazı kılınıyordu. Cemaat, caminin avlusunda namaz kılıyor ama alnı secdeye değmiyor, medreseyi kontrol ediyorlardı. Kaygım büyüdü. Yazarlar otele gitmişlerdi. Can Şenliği oyuncuları eşyalarını toplamaya çalışıyorlardı. Bir sivil polisin “Eşyalarınızı alacak zamanınız yok, çıkın! ” uyarısından sonra, hızla medreseden çıkıyoruz ve çok kısa bir zaman sonra camiden çıkanlar medreseyi haykırışlarla basıyorlar. Arka sokaklardan soluk soluğa kültür merkezine ulaştık. Arkamızdan gelmişler ve yeniden saldırıyorlar. Kitap stantlarını barikat yaparak kendimizi korumaya çalışıyoruz. Kültür merkezinin önünde bir gün önce açılan OZANLAR ANITI’na (Kangal köpeğiyle birlikte bir ozanı simgeliyor.) saldırıyorlar ve ozanın sazı sapından kırılıyor. Aldığı yaralara rağmen sonsuzluğa bakan ozanın daha sonra boynuna bir ip geçirilecek ve Sivas sokaklarında gezdirilerek otelin önünde ateşe verilecektir. Alevilerin sazı kırılmıştır."
Şair ve Şiir Barikatta Nöbette
"Otel sarılmıştır. Dışarda uluyan bir kalabalık. “Ölüm, ölüm!” sesleriyle trans halindeler. Devlet seyrediyor. Jandarmalar, polisler, itfaiyeciler göstericilere iyi davranıyorlar.
İçeride kuşatılmış yazı, şiir, müzik, tiyatro, karikatür, söz, ezgi… Genç yoldaşlar, otelin üst katlarında koridorlarda bekliyor. Son pozlar veriliyor kameralara, son sigara sarılıyor… Ve Asaf, sonrasını bilir gibi ağız mızıkasıyla son ezgilerini çalıyor. Birazdan çıkıp gideceklermiş gibi, Semah ve tiyatro ekiplerimizden kızlarımız birbirlerinin saçlarını örüyorlar.
Katlara çıkan merdiven başında şiir ve şair nöbettedir. Şair ve şiir barikatta nöbettedir. Behçet Aysan, Metin Altıok, Uğur Kaynar, Hasret Gültekin yangın tüpü, su kovası, temizlik süpürgesi sapı ile nöbetteler. Postane önündeki Arnavut taşları otelin camlarında patlıyor. Serkan’ın “Abi içeri giriyorlar yardım edin! ” çığlığıyla, elinden düşüyor telefon ahizesi. Kutsanan cehennem ateşi çığlıklarıyla otel ateşe veriliyor. Devrimciler, aleviler, yakılıyor. Ses, söz, yanıyor."
Çocuklar Mezarlara Su taşıyor
"Ellerinde su şişeleri
Zaman bize zindan.
Gün ortasında gece, gece içinde karanlık.
Bir yanma hali dolaşır bedenimizde.
Baharda susuzdur sözlerimiz, zemheride susuz.
Çocuklar büyür, biz yaşlanırız. Koray hep on iki yaşındadır.
Çocuklar büyür,
ellerinde su şişeleri,
Mermer yanar Temmuz sıcağında .
Çocuklar yetişir geç kalınmış bir sevgi sesiyle, sularlar mezarlarımızı.
Çocuklarımız suyla büyürler, ağıtla, özlemle.
Ağabeyleri, ablaları
fotoğraflarda gülümser,
çocuklar günlerin içinden."