"Boyut Farkı" sergisi, 1983 yılında Av. Lale ve Cengiz Akıncı çiftinin oluşturmaya başladığı zengin bir sanat koleksiyonunun ikinci sergisi olarak Türkiye'nin ilk plastik sanatlar müzesi olan İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'ne (İRHM) sergileniyor. 30 Mart’a kadar gezilebilen serginin adı, hem görsel hem de kavramsal anlamda izleyiciye çok şey vaat ediyor. İsim, iki boyutlu sanat eserleri ile üç boyutlu işlerin bir arada sergilendiği bu serginin temasını derinlemesine yansıtıyor. Sergi, taş, mermer, bronz gibi materyallerle yapılmış heykellerin yanı sıra, seramik ve cam işlerinin de yer aldığı bir seçki sunuyor.
Serginin çıkış noktasındaki "boyutlar arasındaki fark" fikri, hem görsel hem de kavramsal olarak izleyiciye derin bir etki yaratmayı amaçlıyor. Sergi, üç boyutlu eserlerin ön plana çıkmasını sağlarken, bu eserlerin birbirleriyle ve resimlerle kurduğu ilişkiler de önem taşıyor.
Koleksiyona dair açılan ilk sergi olan “Artı700”den sonra başlayan "Boyut Farkı" başlıklı ikinci sergide, Halil Paşa, İbrahim Çallı, Sami Yetik, Feyhaman Duran, Hüseyin Gezer, Zeki Kocamemi, Ali Avni Çelebi, Hale Asaf, Zühtü Müridoğlu, Leopold Levy, Nuri İyem, İsmail Hakkı Oygar, Hakkı İzet, Vedat Ar, Avni Arbaş, Zeki Faik İzer, Burhan Uygur, Naile Akıncı, Eşref Üren, Neş'e Erdok, Tiraje Dikmen, Eren Eyüboğlu, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Neşet Günal, Şükriye Dikmen, Kuzgun Acar, Turan Erol, Fethi Arda, Adnan Turani, Fethi Kayaalp, Leyla Gamsız, Tülin Ayta, Attila Galatalı, Ruzin Galatalı Gerçin, Alev Ebuzziya, Bingül Başarır, Ömür Bakırer, Devrim Erbil, Meriç Hızal, Rahmi Aksungur, Melike Abasıyanık Kurtiç, Jale Yılmabaşar ve Füreya Koral'ın eserleri bulunuyor. Lale-Cengiz Akıncı çiftinin uzun yıllara dayanan ve TÜYAP 19. Uluslararası Sanat Fuarı'nda "Koleksiyoner Onur Ödülü"nü layık görülen koleksiyonlarının ikinci bölümünün yer aldığı "Boyut Farkı" sergisi, serginin küratörü Dr. Öğretim Üyesi Ali Kayaalp 24 Saat Gazetesi’ne anlattı.
“Boyut Farkı” sergisinin ana teması nedir ve sergi ismiyle nasıl bir ilişki kurdunuz? Bu kavramın serginin genel anlatımına nasıl yansıdığını düşünüyorsunuz?
“Boyut Farkı” ilk bölümünü Eylül 2023’te sergilediğimiz, Av. Lale & Cengiz Akıncı çiftine ait sanat eserleri koleksiyonunun ikinci sergisi. İsim seçimi basit bir fikre dayanıyor; serginin temasını belirleyen de bu fikirdi. “Artı700” pentür sergisiydi; “Boyut Farkı”nın odağında üç boyutlu işler var. Taş, mermer, bronz gibi farklı malzeme kullanılarak çalışılmış heykeller ve değişik teknikler, nadir materyaller veya az bilinen pişirme yöntemleriyle meydana getirilmiş seramik ve cam işler odağı oluşturuyor. Ancak sergide resimler de var; zaten serginin adı, iki boyutlu işlerle üç boyutlu işlerin birlikteliğinden doğdu. Bu iki öbek arasındaki ilişkiler, isim seçimini ve serginin anlattığı hikâyeyi belirledi.
Farklı disiplin ve üsluplar "Boyut Farkı"nda bir araya geldi
Serginin, sanatçıların kendi uzmanlık alanlarının dışına çıkarak farklı formlar üretmeleri fikrini vurguladığını belirtiyorsunuz. Bu yaklaşımın serginin küratörlük sürecinde nasıl bir etkisi oldu? Bu farklı disiplinleri bir araya getirmek ne gibi zorluklar/olanaklar sundu?
Sanatçılar için konuşacak olursam, şunu belirtmem gerekir: farklı alanların zorluklarını ve olanaklarını tecrübe etmenin sanatçı adına kıymetli bir tarafı var. Sanatın akademik söylemi güçlü olan tarafı, uzmanlaşmanın altını çizer: herkes en iyi bildiği işi yapsın, diğer alanlara fazla bulaşmasın… Uzmanlığın kıymetini takdir etmekle birlikte, özellikle plastik sanatlar sahası için, sanatçıya deneyler yapma olanağı sunan böylesi sınır aşımlarını önemli buluyorum. Bu tavır, Akıncı Koleksiyonu’nu oluşturan işlerin niteliğiyle de uyumlu. Zira Akıncılar, koleksiyonlarının resim bakımından olduğu kadar, üç boyutlu işler bakımından da zengin olmasına özen göstermişler. Biz, bu birikimden üç sergi de çıkarabilirdik; ancak kendi uzmanlık alanının dışına taşma cesaretini gösterme fikri çok çekiciydi ve onu, serginin teması olarak belirledik. Öteki türlü, bu koleksiyondan iki resim, bir de heykel ve cam-seramik sergisini çıkartırdık. “Boyut Farkı”, bunların bir araya geldiği sergidir. Çalışmalar arasında ilişkiler kurmak, dönemsel ve üsluba bağlı atıfları birbiriyle ilinti kurarak vurgulamak, bu serginin önemsediği husus. Kendi adıma, özellikle cam-seramik alanına dair çok fazla bilgi edindiğim bir süreç oldu. Üç boyutlu iş sergilemek zordur. Pentür sergisi yapmak daha kolay. Neyse ki, sergiyi yaptığımız dönemde Müze Müdür Vekili olan, Müze’nin restoratörü Aygül Uzun, eserleri ve mekânı çok iyi biliyordu. İşinin ehli olan sergi tasarımcımız Abdüsselam Ferşatoğlu da çok tecrübelidir. Aygül Hanım ve Abdüsselam Bey sayesinde, sahada karşımıza çıkabilecek sorunların üstesinden hızla gelebildik; her ikisi de, böylesi durumlar için hızlı çözümler üretiyorlardı.
Serginin çıkış noktasındaki ‘boyutlar arasındaki fark’ fikri, hem görsel hem de kavramsal olarak nasıl bir etki yaratmayı amaçlıyor? Bu farkları vurgularken hangi sanatçıların eserlerinden ilham aldınız?
Bu sergi, bir koleksiyon sergisi ve tıpkı “Artı700”de olduğu gibi, Müze’nin kalıcı koleksiyon sergisine ekleniyor, onu tamamlayıp güçlendiriyor. Müze’nin kalıcı koleksiyonunda cam ve seramiğin eksikliği hissediliyordu. “Boyut Farkı”, o alana önemli bir katkı yapıyor. Boyutlar arasındaki ilişkiler fikri, koleksiyonun kendi yapısıyla ilgili; bu denli çok ve zengin üç boyutlu iş içeren bir sergi olmasa, adını başka türlü koyardım. Tüm heykellerin, cam ve seramik işlerin bu kavramı serginin odağına oturmakta ilham kaynağı olduğunu söyleyebilirim. Benim favorim olan, öne çıkardığım işler var tabii: farklı tekniklerde çalışmış sanatçıların işleri arasındaki benzerlikler veya zıtlıklar, çelişkiler, malzemenin ve tekniğin, sanatçıya atfedilen üslubu nasıl dönüştürdüğüne yönelik iyi örnekler sunuyor.
Koleksiyondaki heykel, cam ve seramik gibi üç boyutlu eserlerin sergiye katılımı, koleksiyonun daha zengin bir anlatım sunmasına nasıl katkı sağlıyor? Üç boyutlu eserlerle ilgili karşılaştığınız en büyük zorluklar nelerdi?
Akıncı Koleksiyonu, Türkiye’deki özel koleksiyonlar arasında cam ve seramik içeren nadir birikimlerdendir. Vedat Ar’ın, İsmail Hakkı Oygar’ın, Hakkı İzzet’in, Alev Ebüzziya’nın, Jale Yılmabaşar’ın, Hamiye Çolakoğlu’nun işleri heyecan vericiydi. Onları görünür kılmak da öyle. Zorluklara gelirsek, koleksiyonda özellikle cam ve seramik işler fazlaydı. Hepsini sergilemek isterdik, ancak Müze’nin Geçici Sergi Salonu, buna izin vermiyor. O yüzden bazı işleri eledik, aklım hâlen onlarda. Üç boyutlu işler kolay kolay duvara asılamaz; onları kaideler üzerinde sergilemek gerekir. Bahsettiğim salonun alanı belli; izleyiciye de rahat bir dolanma payı bırakarak, mümkün olduğunda çok çalışmayı sergileyebilmek ve bunu yaparken de, bu işlerin hem kendi aralarında hem de resimlerle ilişkisinin devamlılığını sağlamak bu sergiyi hazırlarken en zorlayıcı kısım oldu.
Sergide keşfedilmeyi bekleyen sanatçılar da yer alıyor
Ali Avni Çelebi, Feyhaman Duran, Naile Akıncı, Bedri Rahmi Eyüboğlu gibi önemli sanatçıların eserleri sergide yer alıyor. Aynı zamanda birçok sanat meraklısına aşina olmayan isimler de var. Bu sanatçılardan hangilerinin çalışmalarının sergiye özel bir katkı sağladığını ve hangi yönlerinin sizi etkilediğini paylaşabilir misiniz?
Örneğin Bihrat Mavitan’ın resmi ve heykelleri; Hamiye Çolakoğlu’nun seramik duvar panosu; Naile Akıncı’nın “Küçüksu” resmi ve ona eşlik eden duvar tabakları; Haşim Nur Gürel’in yine balıklı ve mürekkep balıklı duvar tabakları… Seta Hidiş ve Kristin Saleri – her ikisi de kesinlikle daha fazla çalışılması gereken kadın sanatçı/sanatçı kadınlar. Az bilinmelerinde kadın olmaları kadar, Ermeni olmalarının da etkisi olduğunu düşünebiliriz. Genç kuşaktan Mert Özgen, “Artı700”de de vardı; onun başka işleri, bu sergide teşhir edildi. Alev Ebüzziya, sihirli çanaklarından biriyle boy gösteriyor. Füreya Koral’ın fincanları, bildiğim kadarıyla daha önce teşhir edilmedi, ilk defa sergilenmeleriyle önem kazanıyorlar. Atilla Galatalı’nın, 1972’de Fransa’daki bir seramik yarışmasında ödül alan büyük, dairesel duvar panosu görücüye çıktı. Emel Vardar’ın cam heykellerinde Art Deco zarafeti var. Bu eserlerin hepsi artık Müze’nin, yani kamunun oldu. Bu çok önemli.
Serginin katılımcıları arasında geleneksel sanatın izlerinden çağdaş sanatın farklı formlarına geçiş gösteren eserler bulunuyor. Bu tür bir geçişin izleyici üzerindeki etkisi konusunda ne tür bir deneyim yaratmayı hedeflediniz? Veya nasıl bir deneyim yarattığını gözlemlediniz?
Koleksiyonun bütünlüğünü zedelemeden, zenginliğini vurgulamak hedefti. Çünkü hep dışarıda bırakılan işler olur – oysa koleksiyon sergilerinde, koleksiyonerin topladığı işler, belirli bir gözün beğenisi uyarınca bir araya getirilmiştir. Küratör, o bütünlüğü bozmadan bir seçki çıkartmaya çalışır. Dönüp dönüp aynı şeyi söylüyorum ama bu önemli: serginin odak noktası, üç boyutlu işlerin belirginleşmesiydi.
Cumhuriyet kuşağı sanatçılarının yaşayan tek üyesi Fethi Kayaalp de sergide
Sergide Fethi Kayaalp’ın de bir resmi yer almakta. Kendisinin bu sergideki yeri, sergide yer alan diğer sanatçılar ve sanat akımları arasındaki ilişkisi hakkında neler söylersiniz?
102 yaşındaki Fethi Kayaalp, Cumhuriyet kuşağı sanatçılarının yaşayan tek üyesi; ayrıca Naile Akıncı’nın en yakın dostlarından. Bu dostluk, Akademi’de başlamış, yaşam boyunca sürmüştü. Bu yüzden, Akıncı ailesi için Fethi Kayaalp’in hem dost, hem sanatçı olarak yeri vardır. Sergide yer alan iş, 1980’lerden beri pek gravür çalışmamış olan Kayaalp’in 81 yaşında icra ettiği “Kalkan Balıkları” serisinin ilk edisyonu. Gravürün ilk baskısını Akıncı çifti satın almış. Kayaalp’e gelince, çok şükür ki sağlığı ve keyfi yerinde. Kendisiyle yaptığımız nehir söyleşi yeni yayımlandı. Bağlam Yayınları’nın “Kıyılar Arasında: Fethi Kayaalp ile Nehir Söyleşi” adıyla bastığı kitap, Kayaalp’in memleketi olan Bozcaada’daki çocukluğunu ve gençliğini, 1940’lı yılların Kasımpaşa, Beyoğlu, Çinili, Kuzguncuk gibi semtlerini, Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki öğrencilik ve daha sonra hocalık yıllarını, Resim-Heykel Müzesi’ndeki restoratörlüğünü, gravür sanatçılığını anlatıyor.
Koleksiyonlarda eserlerin yanında "hikâye" de önem taşıyor
Kişisel koleksiyon sergileri son dönemde gündemde. Taviloğlu Koleksiyonu gündemde malum. Sanat eserlerinin kişisel koleksiyonlarda yer alması, kamusal alanda görülmemesi/görülememesi her zaman bir eleştiri konusu olmuştur. Sizce kişisel koleksiyonların kamu ile buluşmasını sağlayan sergiler niçin önemli?
Aslında ilk koleksiyon sergisi Taviloğlu’na ait değil; ondan önce başka sergiler de yapıldı. Mesela Akıncı Koleksiyonu’nun İRHM’deki ilk sergisi “Artı700”ü, Taviloğlu Koleksiyonu’ndan yaklaşık bir sene önce açtık biz. Taviloğlu Koleksiyonu’nu öne çıkaran en önemli unsurlar, çok sayıda eser içermesi ve bunların çok fazla mekânda teşhir edilmesi; ayrıca yoğun biçimde tanıtıldı ve duyuruldu. Sorunuzun ikinci kısmına gelecek olursak, kişisel koleksiyonların kamuya açılması önemli ama bunları sergilerken ve izlerken seçici olmak gerekir. Zira bu durum, çok sayıda kötü koleksiyonun da kanonlaşması gibi bir sonuç doğurabilir. Her koleksiyon iyi parçalar içermiyor, o yüzden de her koleksiyon sergisinin büyük bir katkı olacağı varsayımıyla harekete geçmemek gerekir. 2010’da, Galeri Nev’de çok iyi bir koleksiyon sergisi yapılmıştı; ben aile koleksiyonu veya kişisel koleksiyonların kamu için görünür kılınması denildiğinde, hep onu anarım: “İleridekiler: İleri Koleksiyonu’ndan Bir Seçki”. Bu sergi, Türkiye sosyalist hareketinin önemli isimlerinden olan Rasih Nuri İleri’nin ve eşi Bedia İleri’nin muhafaza ettiği, benim de henüz genç bir üniversite öğrencisiyken, bir kısmını onların Doğan Apartmanı’ndaki dairelerinde görme şansıma eriştiğim bir seçkiyi içeriyordu. Bu seçkideki işler çok iyiydi ama, bunların kökü Abidin Paşa’ya dayanan, köklü bir ailenin evinden çıktığını da hatırlayalım. Onları ilginç ve sergilenmeye değer kılan, bu hikâyedir de. Serginin kataloğuna Rasih Bey’in yazdığı “Koleksiyoncu Değilim” başlıklı yazı, sanat tarihimizde benzerine az rastlanan bir tanıklık metni ve bence çok büyük önem taşıyor. Rasih Bey’in oğlu Mehmet Can İleri’yle torunu Esin İleri’nin yazdığı metinler de Rasih Bey’in hikâyesini tamamlıyorlar. Bu kataloğa, Galeri Nev’in sayfasından ulaşılabilir. Benim aklıma gelen ilk kişisel koleksiyon sergisi, o sergidir ve saydığım sebeplerden ötürü de çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Akıncı Koleksiyonu da böyle – o da, arkasındaki hikâyelerle kıymet ve anlam kazanan bir birikim. Bunu sergiye tercüme etme işinin altından, sergiye emek verenler olarak başarıyla kalktığımızı sanıyorum.