Alabanda Turizm Şirketi’nin Genel Müdürü ve Yönetim Kurulu Başkanı A. Refik Kutluer’in “gizemli” Tarsus kazısıyla ilgili yazdığı ve uluslararası hakemli arkeoloji dergisi “Ancient Origins”ta yayınlanan makalesine ilişkin yayınladığımız röportajın ilk bölümünün ardından, söyleşimizin ikinci kısmında da Kutluer’in çok yönlü turizmci kimliğiyle Türkiye’yi nasıl tanıttığını ve temsil ettiğini konuştuk. Kutluer, 24 Saat gazetesi okurları için anlatmaya devam ediyor
SULTAN YAVUZ/ANKARA - Alabanda Turizm Şirketi’nin Genel Müdürü ve Yönetim Kurulu Başkanı A. Refik Kutluer’in, kamuoyunda spekülasyonlara yol açan, “esrarengiz” Tarsus kazısına ilişkin yazdığı ve uluslararası hakemli arkeoloji dergisi “Ancient Origins” ta yayınlanan makalesinin ardından, röportajımızın ikinci kısmında Kutluer’in meslek yaşamını, Türkiye’yi tanıtmak için yaptığı çalışmaları ve tarihi eserlerin korunması ve değerlendirilmesine ilişkin değerlendirmelerini dinledik. Turizmci olmasının yanı sıra, tarih, felsefe ve arkeoloji konularında araştırma ve sunum yapmayı seven Kutluer, arkeolojiye dair özel ilgisini anlatırken, Aydın Çine’deki Alabanda antik kenti ile şirketinin aynı ismi taşımasından mutlu olduğunu, bölgedeki kazının başladığı ilk günden beri katkıda bulunduklarını ve dünyaya tanıtmak için projeler geliştirdiklerini belirtti. Tarsus’un kendisi için çok önemli olduğunu ve öğrencilik hayatının yedi yılını buradaki Tarsus Amerikan Koleji’nde tamamladığını kaydeden Kutluer, söz konusu okulun sahibinin Sağlık ve Eğitim Vakfı olduğunu belirterek, Amerikalıların Türkiye’den ayrılırken bu okulları mezunlarına devrettiğini söyledi. Çeşitli illerdeki Amerikan Kolejleri’nin yanı sıra, Redhouse Yayınevi’nin de mezunların kurduğu vakfa ait olduğunu ve son altı yıldır bu vakfın yönetim kurulu üyeliğini yürüttüğünü ifade eden Kutluer, 1000’in üzerinde çalışanı bulunan bu vakfın, Türkiye’de gençlerin eğitimi için büyük hizmetler veren bir vakıf olduğunu dile getirdi. Tarsus’un UNESCO koruması altına girmesi için şehrin belediye başkanıyla birlikte çalışma yürüttüklerini ve bu minvalde dikkat çekebilmek adına eşi Şefika Kutluer’in Avrupa Birliği Oda Orkestrası ile birlikte konser vererek, medyanın ilgisini çektiklerini belirten Kutluer, bu vesileyle kendisinin de UNESCO sunumunu hazırlarken gizemli kazıdan da yararlandığını ifade etti. Olimpiyat meşalesi Antalya’da yakıldı Merkezi Almanya’da olan ve iki yılda bir etkinlik düzenleyen Uluslararası Doğa Sporları ve Halk Olimpiyatları Derneği’nin 2011 yılındaki olimpiyat buluşmasının 12.’cisinin Antalya’da yapılmasını sağladıklarını kaydeden Kutluer, bu sayede 2000’in üzerinde yabancı turistin ve Türk vatandaşın etkinliğe katıldıklarını söyledi. Hemen her dalda, her yaştan katılımcıya açık olan ve önemli olanın yarışmayı tamamlamak olduğu olimpiyatlarda, o tarihe kadar Yunanistan’da yakılan olimpiyat meşalesinin Türkiye’de yakılmasını sağlayan Kutluer şunları söyledi: “İlk 11 olimpiyat meşalesi Atina’da yakılmış ve elden ele taşınmıştı. Ben, Antalya kararı verildikten sonra, dedim ki, aslında olimpiyatların gerçek anavatanı Anadolu’dur ve dolayısıyla meşalenin de Anadolu’da yanması lazım. Olimpos’ta yer alan Yanartaş’ı anlatan ve bu tezimi destekleyen verileri toplayarak bir dosya hazırladım. Fikrimi ilk ortaya attığımda tepki aldıysam da, daha sonra Lüksemburg’a giderek oy verme yetkisi olanlara sunum yaptım ve onlara Anadolu’daki eski olimpiyat geçmişini anlattım. Tam da o sırada Herkül heykelinin de Türkiye’ye getirilmesi gündemdeydi. Ortaya koyduğum verilerle birlikte, sadece Antalya çevresindeki antik tiyatro sayımızın bile günümüzde Yunanistan’da bulunanlardan fazla olduğunu gündeme getirdim. Yunan medeniyeti topraklarının yüzde 70’i bizim Anadolu ve Adalar’daki topraklarımız… Sonuç olarak karar verildi ve ilk defa bizim meşale Yanartaş’tan yakıldı. Antalya’daki Cam Piramit’teki açılışta, olimpiyat ateşini Antalya Valisi ve Belediye Başkanı ile ben birlikte yaktık. Oldukça ses getiren bir olaydı. Tezimi somutlaştırmak üzere, bir sonraki makalem buna ilişkin olacak...” [caption id="attachment_227368" align="alignright" width="429"] Refik Kutluer Olimpiyat Sunumunu yaparken[/caption] “Korumak için tanımak lazım” Kutluer, eşi Şefika Hanım adına bu yıl 12.’si düzenlenen “Uluslararası Şefika Kutluer Festivali”nin, hem doğu ve batıyı buluşturduğuna hem de bilim ve sanatı aynı çatı altında birleştirdiğine dikkat çekti. Etkinlikte, konserler öncesi bilim, tarih ve kültürel konularda sunumlar yapıldığını ve son beş yıldır buna kendisinin yaptığı “Zaman ve Algı” konulu sunumları da eklediklerini kaydeden Kutluer, bir kaç yıldır da “Korumak İçin Tanımak Lazım” başlıklı konuşmalar dizisiyle, Anadolu’nun somut ve somut olmayan değerlerinin korunabilmesi için tanınması gerektiğini vurguluyor. Halkın seveceği ve ilgi duyacağı bir dil kullanmanın, hemen her konuda elzem olduğunun altını çizen Kutluer, bu konuda da şunları dile getirdi: "Eşim klasik müzikte en akademik çalışmaları yaparken ve Berlin Filarmoni İngiliz Kraliyet Filarmoni gibi dünyanın en iyi orkestraları ile konserler ve kayıtlar gerçekleştirirken, diğer taraftan da halka bu müziği sevdirmek için “doğu ve batı ile buluşuyor” temalı bir festival yapıyor ve gerçekleştirdiği “cross-over” (türler arası geçiş) projeleri ile herkesin anlayıp sevebileceği çok kaliteli örneklere imza atıyor. Klasik müziği sevmek için anlamanız gerekir ki, bunun için de daha basit, popüler olmuş eserlerle başlayıp, zamanla ilerleme kaydedebilirsiniz. Bu şekilde klasik müziğe hayran olup, dinlemeyi bırakamayanlar var. Biz de birçok konuyu hafiften başlayan bir süreç olarak düşünmeli ve sonra ağırlaştırmalıyız. Yıllar önce Amerika'daki sertifikalı turizm dergisinde endüstri yöneticisi olarak dünyanın yedi harikasıyla ilgili makale yazmıştım. Bu harikaların iki tanesi Türkiye'de yer alıyor ama bunu ne kadar biliyoruz? Halikarnas Mozolesi Bodrum sokaklarının arasında, bilmezseniz geçip gidersiniz. Dünyada çok daha azı için abartılı reklamlar yapılıyor. Sanırım bizde çok fazla eser olduğu için değersizleşiyor. Bakıyorsunuz, Halikarnas Mozolesi'nin taşları Kale'de kullanılmış. Bir köyde eser çıkıyor, vatandaş alıp bahçesine çit yapıp, üstüne de sıva yapıyor ya da sırf inancına uymadığı için mozaikleri kırıyor.... Eserin ne olduğunun öğretilmesi ve sevdirilmesi için zaman gerekiyor ve en ücra köylere kadar yavaş yavaş bu bilinç aşılanmalı ki, onlar da sahip çıksın ve kendilerine maddi, manevi geri dönüşü olacağını anlasın. Sadece antik eserler de değil, somut ve somut olmayan tüm değerlerimizin bilincinde olmamız lazım." KKTC'nin devlet olarak tanınmasını sağladı "Biz bu ülkeyi çok seviyoruz, bu topraklara borcumuz var, bunu ödemeye çalışıyoruz" diyen Kutluer, 1981 yılında merkezi İsviçre'de olan uluslararası bir telekomünikasyon şirketinin rehberlerinin Türkiye ve bölge temsilcisi olduğunu belirterek, o yıllarda Türkiye'nin yurt dışıyla ilişkisi olan her şirketin kataloğa girmesinin elzem olduğunu söyledi. Teleksin önem kazandığı o yıllarda, dünyadaki hemen her ticari girişimcinin adres ve numaralarının beş ciltlik bir rehberde toplandığına dikkat çeken Kutluer, çok değerli olan bu rehbere, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bölümü de açtırdığını ve devlet olarak tanınmasını sağladığını ifade etti. Bu olayın geniş yankı bulduğunu ve gazetelerde baş sayfadan yer bulduğunu kaydeden Kutluer, bu girişimi nedeniyle başta KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş olmak üzere bakanlardan iltifat dolu mektuplar aldığını söyledi. [caption id="attachment_227369" align="alignleft" width="700"] Robert Edwards ile Londra'da[/caption] Vatikan "Hayır" dedi, Diyanet İşleri onay verdi Kutluer, Alabanda Turizm Şirketi olarak uluslararası kongreler düzenlediklerini de vurgulayarak, özellikle tıp alanında önemli işlere imza attıklarını dile getirdi. Bunlardan birinin de tüp bebek uygulamasını içerdiğini kaydeden Kutluer, Antalya'da düzenlenen bu etkinliğin beğeni topladığını, daha sonra da Şikago merkezli derneğin teklifiyle Londra'da bir etkinlik düzenleyerek, ilk defa bir Türk firmasının uluslararası bir kongreyi Türkiye dışında Queen Elizabeth Kongre Merkezi'nnde 2004 yılında gerçekleştirdiğini ifade etti. Dünya çapında 1200, Türkiye'den 15 doktorun katıldığı etkinlikte, tüp bebeğin mucidi, Nobel ödüllü bilim insanı Robert G. Edwards ile arkadaş olduklarını belirten Kutluer, daha sonra üreme teknikleri olan klonlama, kök hücre, tüp bebek gibi konularda etik ve bilimsel yaklaşımlar konulu konferanslar dizisi yaptıklarını anlatarak, şu bilgiyi paylaştı: "Konferansların birincisini, dünya biliminde ilk sırada gelen Londra'daki Royal Society'te gerçekleştirdik. Bilim insanları, din adamları ve sosyologlar bir araya geldi. Bilimsel kurulumuz üç kişiden oluşuyordu, Robert Edwards , filozof Edgar Dahl ve ben. Örneğin, sağır bir anne-babanın kendilerine sağır bir çocuk istemeleri gibi hakkında kanun da bulunmayan, çok boyutlu konular masaya yatırıldı. Ortaya çok güzel sonuç çıkınca devam kararı aldık ve sonrakini Roma'da düzenlemek istedik. Fakat son anda Papalık "Allah'ın işine karışıyorsunuz" gerekçesiyle karşı çıktı. Ben adım gibi emindim ki, bu radikal tavrı Türkiye'de görmezdik ve İstanbul'da yapmamızı teklif ettim. Müslüman bir ülke olduğumuz gerekçesiyle reddedileceğimiz düşünüldü. Ancak ben aksini iddia ettim ve 'Roma'da yapamadığımız toplantıyı İstanbul'da yapacağız' dedim. Diyanet'e gittim ve etkinliği olumlu buldular, hemen görevlendirme yaptılar. Çok güzel bir etkinlik gerçekleşti ve ispat edildi ki Müslümanlık, bu konuya Hristiyanlık'tan da Musevilik'ten de daha ileri ve aydın bakabiliyor. Etkinliğin devamını Berlin ve Viyana’da gerçekleştirdikten sonra; Robert Edwards 2010 yılında tıp dalında Nobel Ödülü'nü aldı ama ne yazık ki demansa girdi ve daha sonra da kaybettik. Bu etkinlik de onunla birlikte sonlanmış oldu ama geçen gün bir doktor arkadaşımla sohbet ederken, üreme teknikleri ve etik konusunun dünyada nasıl da sonuca ulaşmamış alanlardan biri olduğunu dillendirdik. Yapılması gereken çok şey var..." Leonardo Da Vinci’nin son sözlerine ben de yürekten katılıyorum: ‘... Daha Yapacak Çok Şey Var!’
Editör: Ahmet Ertüm