Atılım Üniversitesi Tekstil ve Moda Tasarımı Bölüm Başkanı Serdar Egemen Nadasbaş, 24 Saat gazetesine verdiği röportajda modanın konuşulmayan yönlerini anlattı. Moda kavramanın popüler olanla bağına işaret ederek, kavramı genişleten Nadasbaş, dünyadaki ve Türkiye’deki modayı, modanın etik sorunlarını, pandeminin sektörü nasıl etkilediğini ve Ankara’nın bu konuda nerede durduğunu ifade etti. Nadasbaş, moda ve tasarım eğitiminin açık öğretimle yapılması konusunda ise “Sektörün altına dinamit koymak” dedi
SULTAN YAVUZ/ANKARA Atılım Üniversitesi Tekstil ve Moda Tasarımı Bölüm Başkanı Serdar Egemen Nadasbaş, 1984 İzmir doğumlu… 20 yılı aşkın süredir söz konusu sektörde eğitim alan Nadasbaş’ın kaleme aldığı makaleler arasında, bir gazetede de yayınlanan “Modanın Öteki Yüzü” isimli çalışması da yer alıyor. Öğretim Görevlisi Nadasbaş, 24 Saat gazetesinin sorularını yanıtladı. -Moda nedir? Bazı çevreler için olumlu çağrışım yapsa da, kavramın karşısında yer alan düşünce ve tavırlar da var. Mesela giyimdeki moda eleştirilerek, bohem ya da hipster dediğimiz karşı çıkışlar ya da “moda” olduğu için okunmayan kitaplar ya da dinlenmeyen müzik türleri de olabiliyor. Moda kime hitap ediyor? Serdar Egemen Nadasbaş: Modayı toplum yaratır. Bir şeyin moda diye adlandırılabilmesi için bir topluluktan bahsetmek lazım. Geçici yeniliğin toplumda yaygınlaşması olarak tanımlanabilir. Sadece kıyafetlerle de ilgili olmadığı için bir çok alanda toplum tarafından değer gören şeylerin tümü diyebiliriz. -Yani popüler olan mı? Nadasbaş: Evet, popüler olanla bir arada diyebiliriz. Müzik tarzı mesela… Türkiye’de son yıllarda rap müziği akımı var ve beş yıl önce bazı insanlar tarafından yapılan bu müzik, bugün toplumun geneline yayılan bir moda hâline geldi. -Peki, moda tabandan mı yoksa tavandan, elitlerce mi yayılıyor? Nadasbaş: Bu aslında modanın yayılımına ilişkin üretilmiş kuramlarla alakalı… Bazıları punk gibi tabandan yayılıyor derken, bazıları da elit seviyede başlayıp aşağı doğru yayıldığını söyler. Fakat içinde bulunduğumuz çağda, her şeyin aynı anda yayılabilmesi söz konusu… Dolayısıyla şu an tavandan ya da tabandan yayılıyor diyemeyiz. Örneğin Türkiye’deki en üst tabaka olarak Sabancı ailesinin bir ferdinin sosyal medyadan paylaştığı bir postu, aynı anda görebiliyoruz. O yüzden böyle bir süreç akışı, net olarak belirlenemez, eskisi gibi yavaş ve anlaşılır şekilde gerçekleşmiyor moda… -Neden giyim ve ayakkabı modası denildiğinde, akla önce Fransa ve İtalya geliyor? Bu ülkelerde köklü bir sanat tarihi olduğu için mi? Ya da bu konudaki eğitimleri çok mu iyi? Nadasbaş: Aslında, bu verilen değerle alakalı… II. Dünya Savaşı sırasında en büyük yarayı alanlardan biri de Fransa ve savaştan sonra moda orada doğuyor. Ne kadar değer verir, yatırım yaparsan o kadar ilerlersin. Bunlarla birlikte elbette imkân ve kalifiye eleman da gelişiyor. İdari ve toplumsal yapının verdiği değerin sonucu diyebiliriz. -Kıyafet konusunda modadan bahsedildiğinde akla önce zayıf bedenler geliyor ama son yıllarda büyük bedenlerin de olumlanması söz konusu. Bu değişimi kadın hareketi mi şekillendirdi? Nadaşbaş: Evet, dünya genelinde beden olumlaması mevcut, herkes kendi bedeninde nasıl mutluysa öyle yaşamalı ya da engelli bireylerin bedensel durumlarının yüceltilmesi, eksiklik olmadığı gibi yaklaşımlar mevcut. Moda bir taraftan öyle bir sektör ki, insanlar ne kadar eleştirseler de vazgeçemiyorlar. Moda da kendisini aklayabilecek ya da daha sevimli gösterebilecek tutumlar içine girebiliyor. Eleştirileri aşmak ve daha makbul bulunmak maksadıyla beden olumlama da yapıyor ama bu olumlama uygulamaya çok da dönmüyor aslında. Mesela kesimlerle alakalı olarak belirli bedenlerde belirli kesimler üretilir. Bir crop top (göbeği açık) giysiyi belli bir beden ölçüsüne kadar çalışırlar. Podyuma büyük beden çıkarır ama o ürünü çalışmaz. Bir markada 36 ya da 38 beden olan ise başka markada 36 beden tarafından giyilebilir, kalıp çok dardır. Beden olumluyorsan, uygulamada neden göremiyoruz? O yüzden çok eleştirilse de, bir yandan da buna karşı gelebilmek için kendisini parlatmaya çalışan bir sektör. [caption id="attachment_199704" align="alignright" width="344"] Atılım Üniversitesi Tekstil ve Moda Tasarımı Bölüm Başkanı Serdar Egemen Nadasbaş[/caption] “Ucuz iş gücü devreye girince de modanın kirli yüzünün ortaya çıktığını görüyoruz” -Dikkat çektiğiniz bu noktayla aslında modanın öteki yüzüne doğru kayıyoruz. Mesela tekstil atölyelerindeki çalışma koşulları, düşük ücret, güvencesizlik, göçmen ve çocuk işçiler gibi pek çok konu tartışmaya açık. Bir yandan devasa bir sermayenin döndüğü bir alan, aynı zamanda bu meselelerle koca bir yamaya ya da defoya neden oluyor. Nadasbaş: Burada devreye etik moda giriyor. Son yıllarda bu konularda hem STK’ların hem de markaların kendi içinde yapmaya çalıştığı pek çok çalışma yer alıyor. Bir yandan dünya devleri piyasası, bazı üst çatı markalar dünyaya yayılıyor ama bu hızlı modanın en ucuz ve en kolay şekilde yapılması gerekiyor. Hatta Türkiye tam da bu nedenle işgücü konusunda geriledi. Daha önce dünya markalarının fason üretimlerini rahatça yapıyorduk, hâlâ yapılıyor ama Çin ve Afganistan’a göre daha pahalı işgücümüz olduğu için tercih edilme sıramız değişti. Ucuz iş gücü devreye girince de modanın kirli yüzünün ortaya çıktığını görüyoruz. Saati 1 doların altında ücretle ve insanlık dışı koşullarda çalışanlar var. Makalemde de verdiğim bir örnek vardı, Bangladeş’teki Rana Plaza… Avrupalı markaların fason üretimini yapan bu binada yaşanan çökme sonunda binin üzerinde işçi hayatını kaybetti. 2013 yılında yaşanan bu faciada, aslında bir gün önce hatta olayın gerçekleştiği günün sabahında, işçiler fabrikaya girmemek için direniyorlar çünkü binanın sağlam olmadığı çıkan seslerden de belli. Ancak aracı olan firma, işin yetişmesi gerektiği gerekçesiyle işçileri içeri sokuyor ve insanlar ölüyor… Bu insanlar çok kötü koşullarda çalışıyorlardı. Modanın ve bu bağlamda üretimin daha şeffaflaşması için hareketler var. Mesela Fashion Revolatin isimli bir STK, “Who made my clothes” (Kıyafetlerimi kim yaptı?) etkinliğiyle tüm dünyada faaliyet yürüterek, etik modanın gelişmesi için çaba veriyor. Artık moda hesap verebilir hâle geldi. -Türkiye için de geçerli mi? Böyle bir oluşum var mı? Nadasbaş: Evet, benim de üye olduğum bir Türkiye şubesi var. “Biz firmaları suçlu buluyoruz ama talep eden kesimi de suçlamalıyız bence” -Hayvan hakları bağlamında neler söyleyebilirsiniz? Örneğin kürk ya da bazı ayakkabı ve çantada hayvanların kullanımlarıyla ilgili tartışmalar var. Kürk giymek daha önce genel bir zenginlik göstergesiyken, sanırım 1990’lı yıllarla beraber hayvan hakları savuncularının mücadelesiyle bir prestij sembolü olmaktan uzaklaşıyor. Hatta suni kürkler üretilmeye başlandı. Nadasbaş: Benim çocukluğumda, 1990’lı yıllarda Panter Emel lakaplı bir kadın vardı ve televizyona çıktığında deli gözüyle bakardık. Aslında o zamanlar yaptığı şeyin ne kadar büyük bir karşılığı olduğunu gördüğümüz yıllardayız, belki sesini duyurması için bunu yapması gerekiyordu. Dünya bu konuda hem değişiyor hem de değişemiyor. Kürk bir sınıf göstergesiydi ve hâlâ bazı insanlar kullanıyor, bazı markalar destekliyor. Tasarımcı Stella McCartney ise organik gibi görünen kükrleri yapıyor ve tasarımlarında hiçbir hayvansal ürün kullanmıyor. Moda camiasının ilk aktivistlerinden ve bir çok firma da arkasından gidiyor. Mesela Channel ya da Prada, kürk kullanmayacaklarına dair manifesto yayınladılar. Öte yandan Hermes, 2023 yılında Avustralya’da yeni bir timsah fabrikası açmak için anlaşma imzaladı. Zaten yapıyordu ve çok kötü koşullarda üst üste yığdığı timsahları, daha bir yaşına bile gelmeden öldürüyor. Çünkü derisinin kalınlaşmaması gerekiyor. Bazı firmalar farkına varıp vazgeçerken, bazıları vazgeçmiyor çünkü talep var. Hermes bir çanta alabilmek için iki yıl sırada bekleyenler oluyor. Biz firmaları suçlu buluyoruz ama talep eden kesimi de suçlamalıyız bence. -Pandemi süreci nedeniyle pek çok konu ve sektör tartışılmaya başlandı, evden çalışma, iş saatleri, tarımsal kendine yetebilirlik, sürdürülebilirlik gibi… Pandemi, modaya nasıl yansıdı, nasıl bir değişim öngörüyorsunuz? Nadasbaş: Pandemi ne kadar aciz olduğumuzu gösterdi, 21. yüzyılın çok gelişmiş insanlarıyız diye ortada dolaşırken, durumun bu olmadığını gördük. Moda konusunda da başka bir yere gidiyoruz. Öncelikle elekronik ortamın ne kadar önemli olduğunu ve ne kadar ileri gitmemiz gerektiğini uygulamalı olarak gördük. Bunun moda kapsamına en önemli dönüşü, online altyapısı zayıf olan firmaların çökmesi oldu. AVM ve mağazalar kapanınca, satış akışını yürütecek bir online sitesi olmayanlar kapandı. Genel olarak giyim sektörü zarara uğradı ama bu konuda geride olanlar battı. Firmalar akıllandı, Trendyol mesela mükemmel iş yaparak kârını katladı da katladı. Öte yandan bazı giyim grupları yükselişe geçti, evde yoga ve spor yapmak için gereken kıyafetler ve ev kıyafetlerine talep arttı. Bu firmaların büyüme oranı yüzde 70 arttı. Her zaman krizin kazananları ve kaybedenleri olur. Mesela sektör dışı bir örnek vereyim, Dardanel Ton bir buçuk yıl önce iflasını açıklamak üzereyken, pandemide dayanıklı gıda stoğuna yönelindiği için, firma kâr oranını yüzde 95’e çektiğini açıkladı. Dış giyim düşüşe geçti ama ben bunun devam edeceğini düşünmüyorum çünkü insanlar çok sıkıldı ve ilk fırsatta evden kurtulmak istiyorlar. -Süslü maskeler de yapılıyor… Nadasbaş: Evet, insan süslenmek ister ve suratınızın ortasında bir cisimle geziyorsunuz bu nedenle kıyafete uydurmak ya da ifade aracı olarak kullanmak isteyenler olabilir. Giysiler en büyük ifade aracıdır, hiç konuşmasanız bile sizin hakkınızda bilgi verir. Insanların da maske konusunda estetik kaygıları olmasını normal buluyorum. Fakat burada estetik sağlıktan koparmamalı. Bez maskelerin çok ince kumaştan, koruyucu olmayanları var o nedenle estetikle fonskiyonelliği birleştirmek gerekiyor. Maske üzerinden genele vurabiliriz, estetik ve fonksiyonelliğin önemi arttı. -Pandemiyle birlikte hızlı modanın yerini geri dönüşüm gibi tavırlar alabilir mi? Nadasbaş: Şu anda gelişen ve ekonomik özgürlüğünü alan Z kuşağının sürdürülebilirlik ve doğa konularında bizden daha bilinçli olduklarını biliyoruz. Dünyayı daha iyi bir kuşak devralacak. Dünyada sürdürülebilirliğe karşı yaklaşımlar var ve ne anlama gelir? Bugünün ihtiyaçlarını karşılarken, gelecek kuşağın kaynaklarını tüketmemek. Ama biz geleceği tüketmek üzereyiz, belki de daha katı daha sıkı bir şekilde yol almalıyız. Sürdürülebilirlik çeşitleri, organik tarım gibi yaklaşımlar var ama mesela organik tarım için gereken su miktarı, daha yapay liflerin olduğu gıdaların üretiminde kullanılan su miktarından çok daha fazla. Organik tarım iyi ama çok su gerektiriyor ve doğaya zarar vermese de üretim aşaması da önemli. Biz burada neyi dikkate alacağız? Dünya genelinde önceliğimiz ne olacak? Yapılan bir çalışmaya göre önümüzdeki beş yıl içinde ikinci el pazarı, normal pazarın bir buçuk katı olacak ve bence de ikinci el daha mantıklı çünkü geri dönüşümdeki gibi tekrar üretim için gereken iş gücü, enerji ve kaynak kullanmıyorsun, su tüketmiyorsun. Beni çok sevindiren bir haber oldu bu. -Hızlı bir teknolojik gelişim içindeyiz, yıllar içinde bilim kurgu filmlerinde gördüğümüz gibi kıyafetlerimiz olabilir mi? Mesela bir sweatshirt’e kulaklık da eklenebilir mi? Nadasbaş: O tarafa doğru gidiyoruz zaten. Bir kıyafetin kıyafet olmaktan fazlasını vaad ettiği günler geliyor, gelecekte de yaygınlaşacak. Gerekirse adım sayımı ve kalp ritmini ölçecek, gerekirse aldığınız nikotin miktarını gösterecek giysiler üretilebilecek. Birden çok fonksiyona sahip olan kıyafetler hiçbirimiz için fantastik bir obje olmayacak. “Ankara bu konuda yalnız bırakılıyor” -Ankara ve moda bağlamında ne söyleyebilirsiniz? Nadasbaş: Ne yazık ki, özellikle bir eğitimci olarak içimi çok kanatan bir konu bu. Ankara bu sektörde geriye gidiyor ve Başkent’in köklü kuruluşları kapanmaya başladı. İstanbul her zaman üretimin ve ihracatın en fazla yapıldığı yer, tıpkı Fransa’da modaya verilen değer gibi İstanbul’da da yatırım yapılıyor. Ankara’da ise modanın gelişmesini sağlayacak kişi ve kurum çok az… Ankara Giyim Sanayicileri Derneği var ama etkinlik bazında sorgulamak gerekiyor. İstanbul İhracatçılar Derneği ise çok güzel çalışıyor. Ankara bu konuda yalnız bırakılıyor. -Türkiye’de moda ve tasarım eğitimini yeterli buluyor musunuz? Nadasbaş: Çok sayıda üniversite var ama bunu doğru bulmuyorum. Moda tasarımı dediğimiz bölüm bire bir uygulamayla ilerler. Pandemi nedeniyle online ders işliyorum oysa süreç böyle işlememeli. Türkiye’de bu bölümün uzaktan eğitim kapsamında yürütülmesine yönelik bir lisans programı açıldı ve 300 kadar öğrencisi var. Oysa âdeta usta-çırak ilişkisi olması gereken bu alanın, uzaktan eğitim mezunları vermesi sektörün atına dinamit koymak demek. Akademik anlamda iyi eğitim veren kurumlar var ama unutulmamalı, herkes bu işi yapamaz. İnsanla alakalı üç boyutlu yapı üzerinde çalışıp, tasarım eklemek, seçtiğiniz ipliğin cinsinden diktiğiniz iğnenin kalınlığına kadar bir çok ayrıntı ve dikkat ister. Bunun online üretilmesini, Türkiye moda tasarımı açısından yanlış buluyorum.
Editör: TE Bilisim