Son Dakika

Sezer: Türk dış politikası ideolojik temelli bir görünüme büründü

Abone Ol

Gazeteciler Cemiyeti tarafından Avrupa Birliği desteğiyle yürütülen Demokrasi için Medya / Medya için Demokrasi (M4D) Projesi kapsamında “Kafkaslardan Doğu Akdeniz’e Dış Politika” başlıklı online söyleşi düzenlendi

NAZ AKMAN/ANKARA Gazeteciler Cemiyeti tarafından Avrupa Birliği desteğiyle yürütülen Demokrasi için Medya / Medya için Demokrasi (M4D) Projesi kapsamında düzenlenen online söyleşilerin bu haftaki konuğu dış politika uzmanı ve köşe yazarı Aydın Sezer oldu. Gazeteci Zeynep Gürcanlı’nın moderatörlüğünü üstlendiği söyleşide “Kafkaslardan Doğu Akdeniz’e Dış Politika” tartışıldı. Söyleşide, Türkiye'nin güncel dış politika hamleleri, Kafkasya ve Doğu Akdeniz'deki son gelişmeler değerlendirildi. Aydın Sezer Kimdir? Kahire ve Moskova Büyükelçiliklerinde Ticaret Müşaviri olarak görev alan Sezer, Kahire’deki Amerikan Üniversitesi’nde (American University in Cairo) iş idaresi eğitimi ve 1992 yılında Cenevre’de GATT (bugünkü adıyla Dünya Ticaret Örgütü) dış ticaret eğitimi programını tamamlayarak “Dış Ticaret Diploması” aldı. Sezer, Kavrakoğlu Danışmanlık firmasının Ankara temsilcisi olarak, başta Genelkurmay Başkanlığı olmak üzere, Savunma Sanayii Yeniden Yapılandırma Projesi (SSYP), MKE, KOSGEB, Ticaret ve Sanayi Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ve Türk Patent Enstitüsü’nde uzaktan eğitim ve danışmanlık projelerinde görev aldı. Bir dönem Referans gazetesinde köşe yazarlığı yapan Sezer, 2007 yılında TÜSİAD tarafından yayımlanan, “Avrupa Birliği'ne Katılım Sürecinde Türkiye’nin Komşuluk Politikası” isimli kitabı Doç. Dr. Gülten Ayman ile birlikte hazırladı. 2011 yılında Doğan Kitap’tan yayımlanan ve 2014 yılında ikinci baskısı yapılan Türk – Rus ilişkilerinin ele alındığı “Mavi Düş” isimli kitabın yazarı olan Sezer, medyagunlugu.com ‘da medyascope.tv’de dış politika analizleri yapıyor. Söyleşinin moderatörlüğünü üstlenen Gürcanlı, Sezer hakkında, “Bürokraside uzun yıllar geçirdikten sonra siyasete başlayan Sezer, Medya Günlüğü yazarı. Kendisi çok önemli Rusya uzmanlarından aynı zamanda Ortadoğu’yu çok iyi bilen ve pek çok yerde görev yapan biri. Sezer, biz gazetecilerin aradığı gerçekleri yakalayan bir analist” dedi. Gürcanlı’nın, Azerbaycan ile Ermenistan arasında altı hafta süren Dağlık Karabağ savaşında Rusya’nın taraflarla yaptığı anlaşma ile son bulan savaşta Türkiye’nin rolüne ilişkin sorusunu yanıtlayan Sezer, “Savaş sonrası Rusya’nın inisiyatifiyle arabuluculuğu ve taraf olmasıyla üçlü bir ateşkes anlaşması imzalandı. Bu anlaşma Dağlık Karabağ’ın yeni statüsüyle ilgili bir dönemin başlangıç noktası oldu” dedi. Sezer, “Dağlık Karabağ anlaşmasının Ermenistan açısından da olumlu bir anlaşma olduğu kabul ediliyor” Dağlık Karabağ meselesinde işgal altındaki topraklar ve iki ülke arasında oluşturulan Laçın Koridoru’nu birbirinden ayırmak gerektiğini ifade eden Sezer, “Bu meselede iki şeyi ayırmak gerekiyor. Birincisi, Dağlık Karabağ, Sovyetler krizi döneminde Azerbaycan toprakları üzerindeki bir adacıktı. 1988-1992 dönemindeki sorun ortaya çıkınca Ermeni ordusu Rusya’nın da desteğiyle Dağlık Karabağ ile ilgili operasyonları başlatırken bu bölge etrafındaki yedi kasabayı da işgal etti. O tarihten bu yana Dağlık Karabağ statüsü sorunu var, bir de işgal altındaki topaklarla ilgili sorun var. Son savaşla, işgal altındaki toprakların tümü savaşla kurtarıldı ve Azerbaycan’a ait oldukları yere geri döndü. Dolayısıyla bu açıdan bakıldığına Ermenistan’ın bir kaybı olduğunu söyleyemeyiz. İkincisi ise Dağlık Karabağ, 1988 itibariyle Ermeniler lehine olan nüfus yoğunluğu çerçevesinde bu savaş esnasında bir şehir daha yani Şuşa Azerbaycan tarafından kurtarıldı. Burada Rus askerleri barış gücü görevini sürdürüyor. 1988-1990’dan farklı olarak bu anlaşma ile Ermenistan ve Karabağ arasında bir koridor oluşturuldu; Laçın Koridoru. Burada bir yol vardı zaten ama bu yol anlaşmayla birlikle Şuşa yakınlarından geçtiği için yerine yenisi yapılacak ve yeni yolun genişliği beş kilometre olacak. Bu meselede, işgal altındaki toprakların kurtarılmasıyla birlikte kesin bir Azerbaycan zaferi var. Bu anlaşma ile Rusya’nın bölgeye asker konumlandırdığını görüyoruz ki 30 yıldan beri yapamadıkları şeydi bu. Burada Ermenistan kendisinin de tanımadığı Dağlık Karabağ Cumhuriyeti’nin konumunu, toprakları bir miktar azalsa da Rusya’nın koruması altında tutuyor ve Laçın Koridoru’na sahip oluyor. Dağlık Karabağ anlaşmasının aslında Ermenistan açısından da olumlu bir anlaşma olduğu kabul ediliyor” sözlerine yer verdi. “Anlaşmadan asıl kazançlı çıkan ülke Türkiye” Dağlık Karabağ meselesinde Ermenistan, Azerbaycan ve Rusya arasında imzalanan anlaşmadan asıl kazançlı çıkan ülkenin Türkiye olduğunu söyleyen Sezer, “Bu anlaşmadan asıl kazançlı çıkan ülkenin Türkiye olduğunu düşünüyorum. Türkiye, henüz bu anlaşmayla kendisine sağlanan fırsatın farkında değil ya da koalisyon gereği Adalet ve Kalkınma Partisi veya Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu konudaki kazancı şimdilik görmezden geliyor. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 2009’daki Ermenistan açılımıyla ilgili imzalanan iki protokolün Türkiye ve Azerbaycan’da yürürlüğe girmemesinin nedeni, bizim Azerbaycanlı kardeşlerimizi ve Aliyev’i küstürmemizdi. İşgal sürerken bizim burada Ermenistan sınırına diplomatik ilişki tesir ediyor oluşumuz iki ülke ilişkilerini kopma noktasına getirdi. Türkiye artık komşusu Ermenistan’la olan ilişkilerini başlatma konusunda daha özgür, eli daha sağlam. Üstelik Azerbaycan’la daha iyi ilişkiler söz konusu. Ermenistan’la ilişkiler geliştikçe Türkiye’nin Dağlık Karabağ sorununun çözümünde her iki ülke nezdinde daha yapıcı rol üstlenebilmesinin önü açılıyor, bu da Rusya’nın Güney Kafkasya’daki etki alanının kırılması ya da meydan okunması anlamında çok önemli bir perspektif sunuyor” diye konuştu. “Libya ile olan iyi konumumuzu taraf olarak riske attık” Türkiye’nin 2009 yılından beri dış politikada, yerli ve milli meselelerin tartışılmadığı bir ortamda, siyasetin yapılış biçimi haline geldiğini vurgulayan Sezer, “Türkiye dış politikası 2009’dan bu yana Mavi Marmara, Suriye savaşına müdahil olma, Mısır lideri Sisi gerginliği, İsrail ile ilişkilerin iyice sorunlu hale gelmesiyle birlikte birçok analistin tanımlamasına göre ideolojik temelli bir görünüme büründü. İdeolojik perspektifin getirdiği hemen her şeyi iç politikayla da harmanlayarak kamuoyuna sunarak, bir alıcı kitlesine ulaşmak artı buna da muhalefet partilerin bile desteğini sağlıyor olmak Suriye savaşından beri adeta bir moda oldu. Doğu Akdeniz Libya konusunda da benzer bir durum söz konusuydu. Libya’daki savaşa taraf olmak, Suriye hatta Türkiye-İsrail ya da Türkiye-Mısır ilişkileri konusu geleneksel sorunların ötesinde yeni bir boyut olarak karşımıza çıktı. 2009 kasım ayına kadar Libya perspektifimizi bir şekilde sürdürmeye çalıştık. Bu tarihteki askeri boyutla ilgili mutabakata ben kişisel olarak hiçbir zaman destek vermedim, onaylamadım. Biz Libya ile olan iyi konumumuzu taraf olarak riske attık diye düşünüyorum. Taraf olarak, Libya’da milli çıkarlarımızı riske attık, çünkü Libya nüfusunun önemli bir kesiminde olumsuz bir Türkiye kimliğinin yerleşmesine yol açtık” dedi. “Ege’deki deniz alanları sorunu hukuki değil, siyasi” Sezer devamla; “Bu anlaşmayla muhatap ülke Yunanistan’la, Girit ve Rodos gibi iki adayla sanki Yunanistan’la Ege’de 50 yıldan beri sorun yaşamıyormuşuz gibi ve sanki o sorunlar uluslararası hukuk temelinde değil de siyasi çözümle müzakere yoluyla sanki muhatap Yunanistan ve asıl sıkıntı adalar değilmiş gibi konuyu Doğu Akdeniz’de uluslararası hukuk temeline getirdik. Bizim uluslararası hukuktan anladığımız hakkaniyet, Ege’nin hakkaniyet ölçüleri içerisinde paylaşılmasını istiyoruz. Bize dayatılan uluslararası hukukun Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Konferansı değil. Kıbrıs konusuyla Doğu Akdeniz konusunu tek bir konuymuş gibi çözümlemeye ele almaya çalışıyoruz. Her şeyden önce Kıbrıs adası ile konuşup çözmemiz gereken bir konu var. Kıbrıs’ın tamamı Türkiye’ye ait olacakmış gibi bir perspektif sürdürüyoruz, yanlış değil bu da bir perspektif. Libya meselesiyle 1975’teki konuya yeniden dönmüş olduk. Ege’deki deniz alanları sorununun hukuki değil, siyasi olduğunun altını çiziyoruz. Libya ile yaptığımız deniz alanlarının sınırlarının belirlenmesi anlaşmasının Libya’daki yeni hükümetin kompozisyonu ya da tavrıyla şekillenecek bir geleceği olmayacak. Çünkü bizim anlaşma sahamız Mısır-Yunanistan anlaşmasıyla o anlaşma sınırları içerisinde kaldı. Türkiye’nin bundan sonraki muhatabı o bölgede sadece ve sadece Yunanistan. Kaldı ki Yunanistan ile Libya arasında yapılması beklenen ve doğu batı uçları da belirlenmiş olan, yani Libya-Yunanistan, Mısır-Yunanistan anlaşmasıyla iki ucu belirlenmiş olan hatla ilgili Yunanistan ve Libya’nın çok kolay uzlaşıya varacaklarını düşünüyorum. Uzlaşamadıkları takdirde Uluslararası Adalet Divanı kısa bir süre sonunda o konuyu çözümlenmeyecek. Doğu Akdeniz’de bizim elimizde ne kaldı diye bakıldığında Ege’de Yunanistan’ın tek çözüm olarak sadece gündemde var olduğunu ifade ettiği kıta sahanlığı sorununun bir başka versiyonunu biz Doğu Akdeniz’de kendi elimizle yaratmış olduk. Asıl yapılması gerekenin Kıbrıs’ın güneyinde değil, 26-28 boylamlarına (28 derece boylamının soluna) yönelik NAVTEX ilan edilmesi ki müzakerelerde elimizi bir nebze güçlendirebilelim” sözlerine yer verdi. Türkiye’nin Suriye’deki savaşta izlediği politikaya ilişkin değerlendirmelerde bulunan Sezer son olarak, “Türkiye, Suriye meselesinde başının çaresine bakmaya çalıştı. Meclisteki tüm muhalefet partileri de, özellikle Suriye operasyonlarıyla ilgili her zaman destek verdiler. Gelinen noktada yaşanan gelişmeler, meseleye dahil olmanın olumlu olumsuz yönlerini ortaya koyuyor. Gelinen noktada, ABD ile Rusya’nın sahadaki çelişkili durumlarından yararlanmaya çalışan Türkiye’nin yolun sonuna geldiğini gösteriyor. Türkiye bu yol ayrımında, neredeyse stratejik müttefik olarak görmeye başladığı Rusya ile ilişkilerini düzeltmek durumunda, her iki taraf da geri adım atmak ve uzlaşmak zorunda” dedi.