Hıfzı Topuz’la bir öğleden sonra... (2)

Hıfzı Topuz, iletişim araştırmalarının ve gazeteciliğin hem Türkiye hem de uluslararası düzeyde tanınmasında ve yerleşmesinde emeği geçen duayenlerden biri. UNESCO’da çalıştığı 25 yıl boyunca, pek çok ülkede bu geleneği başlatan Topuz, bugünkü adıyla Ankara Üniversitesi İeltişim Fakültesi’nin de kurucu taşlarından. Topuz, basının güncel durumunu, anılarını, kitaplarını ve üstünde çok durduğu dil meselesini, röportajımızın ikinci kısmında 24 Saat Gazetesi'ne anlattı

RÖPORTAJ /SULTAN YAVUZ - Yazar, akademisyen, araştırmacı ve gazeteci Hıfzı Topuz, kuruculuğuna önderlik ettiği İLAD’ı, basın ve ifade özgürlüğünün bugününü ve “Umudum var” dediği sosyal medyayı anlatıyor. Topuz ayrıca Afrika sanatıyla nasıl tanıştığını, dost olduğu sanatçıları ve “iletişim sorunu” olarak ele aldığı dil konusunu genç meslektaşlarına anlatıyor. “İLAD yaşıyor ama amacını değiştirdi” UNESCO’da iletişim araştırmalarına büyük emek verdiklerini belirten Topuz, bu çalışmaların tüm dünyada yerleşmesine ön ayak olduklarını ve o dönemde Türkiye’de böyle bir merkez olmadığını anlatıyor. İletişim Araştırmaları Derneği (İLAD)’ın kurulması için iki yıl emek verdiklerini ve Ankara’da Prof. Dr. Korkmaz Alemdar’ın yoğun çabaları sayesinde açılış için zemin hazırlandığını ifade eden Topuz, “İstanbul’da yer bulamıyorduk, İstanbul Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nezih Demirkent, Beyoğlu’ndaki yeri bize tahsis etti. İLAD’ın amacı, meslekle üniversite arasında bağ kurmaktı ama ne yazık ki, dâhil olanların çoğu akademisyen de olsa, çoğu hocayı ve öğrenciyi işin içine sürükleyemediler. Üniversitedeki ilgi azlığı moralimi bozdu, toplantılarımıza kimse gelmiyordu. İLAD yaşıyor ama amacını değiştirdi. Gazetecilik ve iletişim alanında bir koordinasyon değil de, bir referans hâline geldi. Ben araştıma için kurmuştum, o yüzden bu hâline pek sıcak bakamıyorum” diyor. “Umudum sosyal medyada” Tüm dünyada medya anlamında merkezileşme olduğunu ifade eden Topuz, küçük gazetelerin yok olduğunu, büyüklerin ise sermaye ihtiyacını bazı ortaklıklarla çözdüğünü belirtiyor. Topuz medyanın içinde bulunduğu durumu şu sözlerle anlatıyor: “Medya iş adamlarının eline geçti ve bağımsızlığını yitirdi. Devletle iyi geçinmek zorunda olduğu için, eskisi gibi değil. Devletler de kendi ellerindeki medyayı hükümete bağladılar. Medya iktidarın eline geçti ve tüm gazeteleri, televizyonları kendisine bağladı, basın özgürlüğü diye bir şey kalmadı. Ancak sosyal medya diye bir oluşum çıktı, klasik medya kadar etkiliyor. Hükümet engel olmak için çeşitli yollara başvursa da, sosyal medyada çalışanlar türlü yollarla savaşıyor. Büyük medya iktidarın elinde, küçüklerin zaten etkisi yok ama sosyal medya güç kazandı. Ben sosyal medyanın kolay kolay ele geçirilebileceğine inanmıyorum, umudum sosyal medyada...” “Gazeteci bağımsızlığını yitirmesin, uşak olmasın, dirensin” Topuz, gazetecilerin iktidara bağlı medyada iş bulma imkânlarının kalmadığını söyleyerek, “Bunu yapmak ödün vermek anlamına geliyor, ben asla yanaşmam” diyor. Topuz, gazetecilere şu öğüdü veriyor: “Gazeteci bağımsızlığını yitirmesin, uşak olmasın, dirensin. Yarın koşullar değişti, yine medyada iş bulur. İşsiz kalan gazetecilerin meslek değiştirmesinden yana değilim ama geçici olarak yapılabilir, bugünler elbet geçecek. Ben bir yıl işsiz kaldım, hiç bir yerden teklif almadım. Strasbourg’a gidince yeni kapılar açıldı ama ödün vermedim, vazgeçmedim. Gençlere de satılmamalarını öneriyorum, ödün vermeyin.” Artık gazetelerden umudunu kestiği sırada, Cumhuriyet gazetesinde yazması için teklif aldığını kaydeden Topuz, “Bir ayağının da artık Cumhuriyet gazetesinde olacağını” söylüyor. Bugüne kadar pek çok biyografik eseri olan Topuz’a, kendi biyografisinin yazılmasıyla ilgili sorduğum soruya ise şöyle cevap veriyor: “Gazeteci Recep Yaşar yazmaya çalışıyor. Gidip gelip röportajlar yapıyor benimle. Bir de Musa Kaplan ve iki arkadaşı aylardır benimle görüşerek, biyografimi yazmaya çalışıyorlar ama gazeteci değiller. Recep gazeteci olduğu için daha çok güveniyorum.” Nazım Hikmet’in telif ücreti, Afrika sanatına kapı araladı Yıllardır biriktirdiği afrika sanatı eserleri arasında heykeller, masklar, örtüler yer alan koleksiyonunu yapmaya, dadaizmin kurucularından Tristan Tzara’dan etkilenerek başladığını söyleyen Topuz, içinde Nazım Hikmet’in de olduğu bu hikâyeyi de şöyle anlatıyor: “Ben UNESCO ile Afrika’ya gitmeden önce, Paris’te Tristan Tzara sol bir yayınevinin başındaydı. O sırada Nazım Hikmet’in kitabını çıkardılar. Nazım da Moskova’daydı ve “Tzara’ya başvurun, telif ücretini de Münevver’e iletin’ demişti. Bu işi bana havale edince, Tzara’nın odasında Afrika maskelerini gördüm. Zaten Tzara, Avrupa’ya Afrika sanatını öğreten insandır. Aradan bir kaç ay geçti, benim de Afrika merakım olduğu için, gidip geldikçe Afrika’dan eser toplamaya başladım. Duvarlarda yer kalmamıştı, sonra bunu görenler ‘Neden müze yapmıyorsunuz bu eserlerle?’ deyince, ben de koleksiyonumu üniversiteye bağışlamak istediğimi söyledim. Derken Büyükçekmece Belediye Başkanı beni çağırarak ricada bulununca, ben de kabul ettim. İzmir’de bir sergi açıldı, sonra tüm eserler Büyükçekmece’ye gitti. Müzenin temelleri atıldı, gazeteler haber yaptı, bekliyorum. Keşke klasik bir müze değil de, Afrika tipi kulübeler olsa, herkese açık, etkinliklerin yapıldığı, ölü değil, yaşayan bir müze olsa. Bakalım, hâlâ umudumu yitirmedim.” “Şu anda Melih Cevdet Anday’ı yazıyorum” Biyorgrafi yazmaya Paris’ten döndükten sonra başlayan Topuz, biyografik eserleri için de şunları ifade ediyor: “Nazım benim dostumdur, ben kendi tanıdığım Nazım’ı yazdım. Zaten yazdıklarım, genelde benim tanıklıklarım, kendi gözlerimle gördüklerim... Mesela büyükannemin annesi Meyyale’yi yazdım. Remzi Kitabevi’yle yakın olan Emre Kongar, “Bu kitap dört baskı yapacak görürsün’ demişti, 40 baskı yaptı. Bu da bana cesaret verdi. Sabahattin Ali’yi yazdım çünkü macerasını biliyorum. Fikret Mualla ile yıllarca dostluk ettik, sıkıntılı yıllarını yaşarken yanındaydım. Avni Arbaş da arkadaşımdı, Paris’teki sefalet yıllarını biliyorum. Ben bu çalışmalar biyografi demiyorum, tanıdığım kadarıyla yazıyorum. Şimdi de Melih Cevdet Anday’ı yazıyorum. Birkaç aydır çalışıyorum, aslında Abidon Dino’yu yazacaktım ama önceliği Anday’a verdim. Bana gelen mektupları hep saklarım, arşivimde binlerce mektup var. Baktım, Melih’ten tam 110 mektup var, 25 yıl en yakın arkadaşımdı. O mektuplar başlı başına Melih’i tanıtır. Kitabın adı da, ‘Anılarımda ve Mektuplarımda Melih Cevdet Anday” olacak. İlk kısımlarda anılar, sonra da mektuplar yer alacak. Benim tanıdığım Melih’i kimse bilmiyor çünkü... Necati Cumalı’nın da dünya kadar mektubu var, hepsini değerlendireceğim inşallah...” “İnsan konuşurken kısa cümleler kurar, ben yazarken de öyle yapıyorum” Hıfzı Topuz, röportaj yazarlığından geldiği için yazılarını hep okuyucu düzeyinde tutmaya, ağdalı dildense kaçınmaya çalışmış. İngilizce, Fransızca ve Arapça kelimelere yer vermeyen Topuz, yazı hassasiyetine ilişkin mesajını paylaşıyor: “Herkesin anlayacağı kelimeler kullanıyorum. İnsan konuşurken kısa cümleler kurar, ben yazarken de öyle yapıyorum. Kısa cümle ve paragraflar... Okuyucudan uzaklaşmamak gerekir. Ben kitaplarımı da, yazılarımı da iletişim sorunu olarak ele alıyorum. Bir mesaj kaygım var, cenk havasında kısa cümle ve paragraflar... Okuyucuya verdiğim mesaj ise her zaman sol ve devrimcidir, Atatürkçü’dür. O mesajı alanların, bunu anladığını ise imza günlerimde anlıyorum. Bana sorulan sorulardan amacıma ulaştığımı görüyorum. Bu da mutlu ediyor. Genç gazeteci meslektaşlarıma da, üsluplarını bozmamalarını, anlatımlarını halkın düzeyinde tutmalarını, yol gösterirken uçmamalarını tavsiye ederim. Yılmayın, dik durun, ödün vermeyin...”
Editör: TE Bilisim