Sakarya'da ambulansın karıştığı zincirleme kazada 1 kişi öldü 3 sağlık personeli yaralandı Sakarya'da ambulansın karıştığı zincirleme kazada 1 kişi öldü 3 sağlık personeli yaralandı

Dilan Karacan
“Su zengini bir ülke değiliz. Uluslararası geçerlilik taşıyan kriterlere göre de nüfusumuz arttıkça su fakiri ülkelerden biri olmaya doğru yaklaşıyoruz”
Bu sözler Su Politikaları Derneği Başkanı Dursun Yıldız’a ait. Ülkemiz su kaynakları açısından Dünya genelinde olduğu gibi nüfusa ve coğrafyaya göre dengesiz bir dağılıma sahip. Bölgesel kuraklıların da etkisiyle olası bir su krizinin yaşanması ihtimaller dahilinde. Su konusunda krizi ötelemekten ileriye gidemiyorken daha büyük sorunların yaklaştığı da aşikâr.
Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan Veysel Tiryaki, yakın zamanda yaptığı açıklama ile Türkiye’nin 2030 yılından itibaren “Su fakiri” ülkeler sınıfına dahil olacağını belirtti. Önümüzdeki yıllarda su konusunda sistematik ve etkili adımlar atılmazsa ülkemizi zor günler bekliyor. Uzmanlar yakın gelecekte büyük bir kriz yaşanacağını ön görmese de iklim değişikliği ve su yönetimindeki eksiklikler ile birlikte önemli sorunların yaşanabileceğinin altını çiziyor.
 Kişi başına düşen yıllık su miktarı
Yönetimsel sıkıntılar, tarımsal sulama, iklim değişikliği, sosyal farkındalık eksikliği ve demografik değişimler gibi birçok etken, ülkemizdeki su sorununu belki de 2030 yılından daha erken bir dönemde krize dönüştürebilir. Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda kişi başına düşen su miktarı yıllık yaklaşık 8000 m³ iken günümüz Türkiye’sinde bu miktar 1200 m³ seviyelerinde seyrediyor.
Ülkemizdeki su durumuna dair birçok konuyu Su Politikaları Derneği Başkanı Dursun Yıldız  ile masaya yatırdık.
“Su kirliliğimiz çok arttı”
Ülkemizin büyük bir bölümünün yarı kurak bir iklim kuşağında yer aldığına ve Türkiye’nin bir bölgesel kuraklık ülkesi olduğuna dikkat çeken Su Politikaları Derneği Başkanı Yıldız, bölgesel kuraklıkları son yıllarda daha sık ve daha şiddetli yaşamaya başladığımızın altını çiziyor. Su kaynaklarının nüfusa ve bölgelere göre dengesiz dağıldığını belirten Yıldız, su kirliğinin arttığını şu sözlerle vurguladı: 
“Ülkemizde suyun miktar olarak güvenliği kadar su kalitesi de önem taşıyor. Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının “Türkiye Çevre Sorunları ve Öncelikleri Değerlendirme Raporu”na göre su kirliliğimiz çok arttı. 2019 yılı raporunda su kirliliği, 27 ilde birinci öncelikli çevre sorunu iken 2022’de yayınlanan raporda, bu il sayısı 33’e çıktı. 66 il müdürlüğünün 425 yüzey suyu izleme noktasından aldığı numunelerde muhtemel kirlenme nedenleri arasında evsel atık su kirliliği öne çıkıyor.”
Türkiye’nin çok yaygın bir su krizi ile yakın gelecekte karşılaşması ihtimali yüksek değil. Ancak aşırı kurak dönemlerin iki yıl üst üste devam etmesi sonrasında bazı bölgelerimizde su sorunu kriz noktasına ulaşabilir. Ayrıca gerekli önlemler hızla alınmazsa yaz aylarında su talebi çok artan ve halen su sıkıntısı yaşayan Datça, Marmaris, Bodrum gibi turistik bölgelerimizde de su sorunu krize dönüşebilir.”
gSürdürülebilir su yönetimi politikası: Yenilikçi konseptler
Nüfus artışı, iklim değişikliği, kirlilik ve köyden kente göç durumlarının su sorunundaki önemli etmenlerden olduğu aşikâr. Yıldız, çözümün yönetimsel süreçler ile sağlanabileceğini savunarak şunları söyledi:
“Gelişmiş kuzey ülkelerinin dışında  halen birçok ülke bu yönetim politikalarını tam olarak uygulamaya koyabilmiş değil. Artan baskılar, su sorunlarını da artırıyor. Ülkelerde su sorununu arttıran etmenler daha çok ekonomik, klimatolojik, demografik iken çözümünü kolaylaştıracak etmen ise yönetimsel etkenler olmaktadır. Su yönetiminde klasik anlayışın yerine su kaynaklarının havza ölçeğinde katılımcı, şeffaf ve planlı bir şekilde yönetilmesi anlayışı geçmelidir.
Modern su yönetimi anlayışı kapsamında yenilikçi konseptler uygulamaya geçirilmelidir. Bunlar; suyun arıtılıp çevrimici olarak kullanımı, su kaynağının arıtılmış atık su, gri su kullanımı, su hasadı gibi yöntemlerle çeşitlendirilmesi, su hizmetleri yönetiminde dijital su teknolojilerinin kullanılması, esnek ve katılımcı su yönetimine geçilmesi, afetlere dayanıklı su altyapısı ve yönetim anlayışı oluşturulması şeklinde sıralanabilir.
 Suyun ortalama yüzde 70’inin kullanıldığı tarımsal sulamanın daha verimli yapılması, sanayi suyunun arıtılarak yeniden kullanımı, içme ve kullanma suyunda şebeke kayıplarının en aza indirilmesi, suyun verimli kullanımı için toplumsal bilinç yaratılması gibi hususlar sürdürülebilir su yönetimi politikasının ana unsurları olarak ortaya çıkmaktadır.”
“Koordinasyon eksikliği, yaygın siyasi kadrolaşma”
Türkiye’de uzun yıllar ulusal su planı ve politikası kapsamında birbirinden bağımsız projeler geliştirdiklerini belirten Yıldız, koordinasyon eksikliği nedeniyle projelerde öngörülen süreler içinde sonuca ulaşmada zorlandıklarına dikkat çekerek sözlerini şöyle sürdürdü:
“Su kaynaklarını geliştirme politikamız, öncelikle oluşmuş olan ihtiyaçların süratle karşılanmasına yönelikti. Bu anlayış tek tek proje bazında uygulamalara yol açtı. Ayrıca su yönetiminde arz yönetimi öne çıktı ve sosyo-politik faktörlerin etkisi ile talebi düzenleyici mekanizmalara yer verilmedi. Yaygın siyasi kadrolaşma sonucu su yönetimi ile sorumlu kurumlarının kimlikleri, hafızaları ve kurumsal doğru karar alma sistemleri erozyona uğradı.”
Yıldız, bu gibi durumların ve su yönetimindeki diğer yasal eksikliklerin tamamlanması için yaklaşık 10 yıl önce başlatılan Su Yasası Taslağı hazırlama çalışmalarının ise halen sonuçlanmadığının altını çizerek “Diğer taraftan 2011 yılında kurulan Su Yönetimi Genel Müdürlüğü, ‘Havza ölçeğinde koruma, Su tahsisi, Taşkın yönetimi, Kuraklık yönetimi’ gibi birçok strateji ve eylem planlama raporu hazırlamıştır. Ancak uygulamaya geçmemiştir” diye konuştu.
Ulusal Su Planı: Yetki çatışmaları
Yıldız, “Çok kapsamlı olmasına rağmen kurumsal ve yasal eksiklikler nedeniyle uygulamaya geçirilememiştir” dediği 2018-2023 Ulusal Su Planı çerçevesinde aşağıdaki eksikliklere odaklanıldığını vurguladı:
•Çeşitli kurumlarca ayrı ayrı üretilen su politika ve yatırım programları, mükerrer uygulamalara ve kaynak israfına neden oluyor.
•Tarım ve Orman Bakanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı arasında yetki çakışmaları bulunuyor.
•Su kaynaklarının korunması ile ilgili toplumsal farkındalık yeterli değil.
•Kurumlar arası koordinasyon zayıf.
•30 kanun ve ikincil düzenlemeden oluşan şu mevzuatı, çok parçalı ve havza yönetimi için yetersiz.
•Kalkınma odaklı arazi kullanımı ve kalkınma kararları su kaynaklarının korunmasını zorlaştırıyor.
•Sorunların çözümünü sağlayıcı çerçeve bir yasal düzenleme (Su Kanunu) bulunmuyor
“Radikal bir düşünce devrimi şart”
“Türkiye’nin su kaynakları geliştirilmesi ve şu hizmetleri yönetimi için uygun bir finansman modeline ihtiyaç var” diyen Yıldız, güçlü ve etkin bir kurumsal altyapı ihtiyacını vurgulayıp sözlerine şöyle devam etti:
“Halen su yönetiminde çok başlı, çok parçalı ve koordinasyon eksikliği içinde bir kurumsal yapı var. Bu durum su yönetimindeki başarısızlığın ana sebeplerinden sayılabilir. Su yönetiminde başarı sağlamak için suyu havza ölçeğinde yöneterek ekonomik verimi arttırmak, sosyal eşitliği sağlamak ve çevresel sürdürülebilirliği temin etmek gerekiyor. 
Belirlenen su politikalarının uygulanmasının önünde sosyo-politik etkiler çok olumsuz rol oynuyor. Popülist politikalar su hizmetlerinin kamusal hizmet anlayışıyla sürdürülebilir yönetimini de engelliyor. Su yönetimindeki köklü kurumsal yapıların yenilenerek ihtiyaçlara uygun şekilde kapasitelerinin geliştirilmesi sağlanmadığı için yeterli verim alınamıyor. Kısaca ekonomik,ekolojik ve sosyal olarak sürdürülebilir bir su yönetimi için radikal bir düşünce devrimi şart.”
Kurumsal Kapasite Geliştirme Eylem Planı uygulamaya konulmalı
Mevcut kurumlar arasındaki yetki ve sorumluluk alanları konusundaki değişime direnç gösterme, hatta bu alanları genişletme anlayışının var olduğuna işaret eden Yıldız, bunun akılcı bir politika ile ülke gerçeklerine uygun bir şekilde değiştirilmesi gerektiğini belirtiyor. Yetki ve sorumlulukları net bir şekilde belirlenmiş olan kurumları oluşturmak için bir “Kurumsal Kapasite Geliştirme Eylem Planı”nın uygulamaya konulmasını öneren Yıldız, bu eylem planının öncelikli amacının oluşturulan kurumsal yapılar arasında, Ulusal Su Planı amaçları doğrultusunda, stratejik amaç ve hedef birlikteliğini sağlamak olması gerektiğini savunuyor.
Yıldız, yönetimsel sorunlara dair görüşlerini şu sözlerle sonlandırıyor: 
“Bugüne kadar yaşanan yönetimsel problemleri çözmek için öncelikle nehir havzası ölçeğinde etkin uygulama yapacak bir kurumsal yapı oluşturmak gerekecek. Bu yapı tarafından uygulanacak planlar için merkezi, bölgesel ve havza ölçeğindeki planlama karmaşasını ve ilişkisizliğini gidermek de önemli olacak. Ayrıca ekolojik dengeyi gözeten doğa tabanlı çözümlere öncelik vermek, katılımcı yönetimde yer alacak kuruluşların yapısal zaafiyetlerini gidermek, hizmet verimliliğinin arttırılması için dijital teknolojik gelişmelerden faydalanmak da oldukça önemli”

Editör: Ramazan Atabey