Türkiye, iklim değişikliğiyle mücadele etmek amacıyla adım atarak ilk “İklim Kanunu” teklifini Meclis Çevre Komisyonu'nda görüşmeye açtı.
26 Şubat'ta kabul edilen teklif, çevre örgütlerinin ciddi eleştirilerine yol açtı. Birçok çevre örgütü, teklifin eksikliklerle dolu olduğunu ve görüşmelere davet edilmediklerini ifade ediyor. Bu noktada, daha geniş bir katılım sağlanması ve sürecin şeffaf bir şekilde yönetilmesi gerektiği vurgulanıyor. Özellikle, çimento sektöründen bir şirketin görüşmelere katılmasına karşın çevre derneklerinin dışlanması, tartışmaları daha da derinleşmesine yol açıyor.
"Kanun İklim Şurası’ndaki raporlarla birebir örtüşüyor"
Polen Ekoloji Kolektifi İklim Çalışma Grubu, teklifin, önceki benzer kanunlarda olduğu gibi sermaye temsilcilerinin etkisiyle hazırlandığını iddia ediyor. Çalışma grubu, kanunda yer alan ifadelerin ve tanımların, devletin düzenlediği İklim Şurası’ndaki raporlarla neredeyse birebir örtüştüğünü belirtiyor. Bu durum, iklim değişikliğiyle mücadele etme adına yapılan düzenlemelerin aslında ekonomik büyüme ve sermaye güçlerini destekleme amacını güttüğünü düşündürüyor.
"AB'nin 'Yeşil Yeni Düzen' politikalarının bir uzantısı"
Polen Ekoloji Kolektifi, bu kanunun, AB'nin "Yeşil Yeni Düzen" politikalarının bir uzantısı olduğunu ve sermaye kesimlerine servet aktarımına dönüştüğünü iddia ediyor. Çimento sektörü ve karbon ticaret sistemleri gibi uygulamaların, iklim değişikliğiyle mücadele etmekten ziyade, ekonomik büyüme adına kâr sağlamak amacıyla kullanıldığı belirtiliyor.
"Türkiye’deki çevre hareketini daha iyi bir yasa talebine değil mücadeleye çağırıyoruz”
Polen Ekoloji Kolektifi İklim Çalışma Grubu, kanunun herhangi bir değişiklik yapılarak düzeltilemeyeceğine dikkat çekerek, siyasetin iklim değişikliğini ele alışına karşı çıktıklarını ifade etti. Kolektif, şunları kaydetti:
“90’ların sonunda beri uygulamada olan karbon ticaret sistemleri ya da karbon vergilendirmeleri, üretimde çeşitli sektörlerin kaydırılacağı yeni coğrafyalar belirlemenin ve mali sermayenin genişlemesinin araçları oldu ve iklim değişikliğini durdurmak için gereken emisyon azaltımını sağlamak bir yana emisyonların artışına yol verdi. Kâr için üretim yapılan bir sistemde karbonu bir metaya dönüştürürseniz ve devletlerin yoktan karbon üretme yetkisine sahip oluşunu sınırlamazsanız, ekonomik büyüme bahanesiyle yüksek karbon ürettiğini iddia eden ama öyle bir yatırımı olmayan ve elde ettiği kirletme hakkını karbon piyasasında satan boş fabrikalar gibi absürtlüklerle karşılaşırsınız. Çünkü varoluşu rekabet ve kısa vadeye odaklı sermaye güçleri, kârın sürekliliği dışında başka bir şeyle ilgilenmez. Bu bakımdan biz, bu yasa vesilesiyle Türkiye’deki çevre hareketini daha iyi bir yasa talebine değil, iklim değişikliğinin etkileri karşısında mücadeleye çağırıyoruz.”
“Türk sermayesini zarara uğratmama yasasıdır, eşyanın tabiatına uygundur”
Çimento fabrikalarının İklim Kanunu görüşmelerinde yer almasını eleştiren Kolektif, şöyle devam etti:
“Bu yasa AB’nin Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması’nın gereklilikleri karşısında Türk sermayesini zarara uğratmama yasasıdır. SKDM’nin ilk aşamasında kapsama alınan sektörlerin demir-çelik, alüminyum, çimento, gübre, elektrik ve hidrojen olduğu biliniyor. Bunlar içinde sermaye birikimi diğerlerine göre en yetersiz olan sektör Türkiye için çimento, inşaat sektörü. Bu da ikinci boyutu oluşturuyor. Son 20 yılda desteklenen sermaye blokunun başlıca faaliyet alanı inşaat, maden ve enerji olduğundan bu kesimlere yasada öncelik verilmesi eşyanın tabiatına uygun.”
Bakanlığın açıklamasındaki toplantıların şirketlerin uzantısı olan STK’lerle yapıldığının bilindiğini ifade eden Kolektif şöyle devam etti:
“Bahsedilen 97 STK’nın bu bakımdan halkın görüşlerini yansıtmadığı açıktır. Ama bakanlığın bunu ifade etmesi onun yine de bir meşruiyet arayışında olduğunu gösteriyor. Maden, enerji projelerinin ÇED süreçlerindeki bilgilendirme toplantılarına polis, jandarma gücüyle halkın katılımının nasıl engellendiğini biliyoruz. Son yıllardaki yaptırımlar bu tür yasal saldırıları püskürtecek bir kitle seferberliği azaldı.”
"İklim değişikliği kapitalizmin kriz yönetim araçlarından biri haline geldi"
İklim değişikliği ve çevre koruma konusunda toplumun bilinçlendirilmesi gerektiği sıkça dile getiriliyor.
Polen Ekoloji Kolektifi İklim Çalışma Grubu, bilinçlendirmeyi, salt olarak iklim değişikliğinin ne olduğunu anlatmak üzerinden ele almadıklarını belirterek, şu ifadeleri kullandı:
“İklim felaketleri artık inkâr edilemeyecek ölçüde yaşandığından geniş kitleler kendi deneyimleriyle durumu bilince çıkarıyorlar. Biz, iklim değişikliğinin kapitalizmin sonucu olduğunu ve artık aynı zamanda onun kriz yönetim araçlarından biri haline geldiğini; bu nedenle iklim değişikliğine karşı mücadele denen şeyin sınıfın kendini sermayenin saldırıların karşı savunması olduğunu vurguluyoruz. Vurgulamakla kalmıyor, bunun mücadelesini örgütlemeye çalışıyoruz. İklim değişikliği birçok coğrafyada geri dönülmez sonuçlara neden oldu ve tüm bir siyaset yapma zeminini değiştiriyor.”
"Sivil toplum kuruluşlarında stratejik bir düşünüş eksikliği mevcut"
Sivil toplum kuruluşlarının ve çevre platformlarının bu konuda nasıl bir strateji izlemesi gerektiği konusunda konuşan grup, şunları kaydetti:
“Orada geçen talepler halkın en temel insani ihtiyaçlara olan özlemini de yansıtıyor. Ancak burada stratejik bir düşünüş eksikliğini de görüyoruz. Taleplerimizi formüle etmek ne kadar birlikte yol yürüyeceğimize dair bir fikir veriyor. Ama bu taleplerin siyasi bir mücadeleye dönüşmesi için nasıl araçlara ihtiyacımız var? Esnek ve geçici bir alternatif kanun platformu bunun için yeterli mi? Yoksa bu tür bir stratejik yönelimi, birleşik mücadele kanalını ifade eden, geçtiğimiz haftalarda yine saldırıya uğrayan HDK gibi taban örgütlerine dayanan daha kalıcı platformlara mı ihtiyacımız var? Farklı mücadele kesimlerini bir araya getiren ve ortak bir eylem hattına sokan, işleyişi ve mekanizmaları belli bir yapı bizim için daha stratejik bir yönelimi ifade ediyor. Dolayısıyla İklim Kanunu çerçevesindeki mücadele bizim açımızdan daha taktiksel bir konu ve burada farklı mücadele araç ve biçimlerinin eşzamanlı, uyumlu kullanımı üzerine düşünmeliyiz gücümü yettiğince.”
“Çevre tahribatı ‘yeşil yıkama’ yöntemleriyle geçiştirilecek”
Polen Ekoloji Kolektifi İklim Çalışma Grubu, Türkiye’deki çevre koruma yasalarının ve yönetmeliklerinin uygulanmama sorunu üzerine de dikkat çekti.
Gruba göre, mevcut yasalar şirketlerin orman kesmelerini, havayı ve suları kirletmelerini, halkın arazilerine el koymalarını engellemiyor. Yeni iklim kanununda yer alan koruma önlemleri de, geçmişte olduğu gibi, uygulanmamakla birlikte, çoğunlukla soyut kavramlar üzerinden şekillenmiş. Bu da, yasadaki bu maddelerin yorumlara açık kalmasına, dolayısıyla çevre tahribatının yeşil yıkama yöntemleriyle geçiştirileceği bir duruma yol açacağı anlamına geliyor.
Grup, yasa metninde çevre koruma ve iklim değişikliğine uyum gibi konularda yer alan maddelerin soyut ve belirsiz bir şekilde sunulduğunu belirtiyor. Buna karşın, ticaretle ilgili düzenlemelerin somut ve maddi bir karşılıkla ifade edilmesinin, bu alanlarda şirketlere yönelik telafi mekanizmalarının sağlanması anlamına geldiğini vurguluyorlar. Özellikle Türkiye'nin ağır sanayi sektörünün büyük kısmının karbon yoğun sektörlerde faaliyet gösterdiğini hatırlatan grup, bu yasa ile şirketlerin çevre tahribatı yaratan sektörlerde büyümeye devam etmeleri için bir fırsat sunulduğunu belirtiyor.