Bu yazıldığında daha İsviçre’de devam etmekte olan Kıbrıs görüşmelerinin akibeti belli değildi. İddialara göre ilerleme kaydedilmiş, Aralık ortası gibi ye bir üçüncü tur ya da beşli konferans olacakmış gibi bir hava estiriliyordu. Kimler mi estiriyordu o havayı? Doğrusu Rum kaynaklar. Ciddiye alınmalı mı? Kapalı yürütülen ve sıklıkla ara verilmesi süreçte ciddi sıkıntıların olduğunu gösterse de bir şekilde görüşmelerin devam etmesi de doğrusu iki heyetin de belli bir çaba içinde olduğunu sergilemiyor mu? En azından verilen hava bu. Pazartesi günü daha görüşmeler devam ederken, 15-16 Aralık veya 27-28 Aralık tarihlerine beşli zirve olacakmış gibi bir durum söz konusuydu. Bakalım, hep birlikte göreceğiz neler olacağını. Ama gelim biz biraz daha genelden bakalım duruma. “Eğer Türkiye Avrupa Birliği üyesi olmayacak ise Kıbrıs’ta ödün vermenin anlamı kaldı mı?” diye bir soru ne kadar saçma geliyor kulağa… Bırakın “Türkiye Kıbrıs görüşmelerinde taraf mı?” gibi pek akıllıca olmayacak bir soruyu, Kıbrıs sorunu Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki aşk-ve-nefret hikayesinde herhangi taraftan birisinin kullanabileceği manivelası olması mümkün mü? Mümkün… Maalesef mümkün… Dahası, bu nedenle zaten çözümü zor olan bu basit yönetim paylaşımı sorununun çözümü de neredeyse imkânsız hale geldi. Ne yazık ki 24 Nisan, 2004’de BM’nin gözetiminde görüşülen ve BM tarafından eksik kalan unsurları tamamlanan Annan Planını Rumların referandumda %76’lık bir “OXI” yani “Hayır” oyu ile katletmelerinin üzerinden bir hafta bile geçmeden 1 Mayıs’ta Rumlar tek taraflı olarak ama adanın tümünü temsil yetki ve ayrıcalığıyla AB’ye üye alınınca, Türkiye ile AB arasında Kıbrıs sorunu belirleyici bir görüşme alanı haline geldi. Yani, o saçma gördüğümüz soru var ya yazının başındaki, aslında saçma olmaması bir yana, oldukça da anlamlı… Pakistan dönüşü uçakta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan oldukça uzun zaman etrafta dolaştıktan sonra zar zor tekrar torbaya konan kediyi bir kez daha ortalığa saldı. Kimse için sürpriz olmadı aslında. Ancak Cumhurbaşkanının bu konuyu gündeme getirmesi en azından zamanlaması açısından enteresan oldu. Tam da Kıbrıs görüşmelerinin Mont Pelerin’de son iki günlük bir kampa alınmalarının hemen öncesinde gelen “Türkiye alternatifsiz değildir, aşarız duvarı, katılırız Şanghay Beşlisine” anlamına gelecek sözler herhalde rastgele kullanılmamıştır. Zaten olmaz. Diplomaside hiçbir şey rastgele olmaz. Bizim Mustafa Akıncı’nın ekibi değil nihayette bu değerlendirmeleri yapan. Yüzyılların birikimiyle satranç oynar gibi planlamıştır Dışişleri ve Siyaset mekanizmaları Türkiye’nin bu açıklamayı… Mesaj net aslında. “Duy Mustafa kardeş, benim adıma adım atıp ofsaytta bulma kendini. AB hedefi kalmayan Türkiye Kıbrıs’ta niye askerini çeksin, niye Rum tarafına ilave ödünler versin? Yetti artık, herkes haddini bilsin…” Çok mu abarttım? Görüşebildi mi herhangi Cumhurbaşkanı ile, dışişleri bakanıyla hatta müsteşarla falan Cenevre yolculuğunun İstanbul durağında Akıncı? Erdoğan ile Yunanistan başbakanı telefonda görüştüler. Haftaya da görüşme kararı aldılar. İyi de Akıncı ile Erdoğan? İnşallah… Belki maşallah ama göründüğü kadarıyla “Bukra inşallah…” Arap topraklarında birisi “inşallah” deyince o işin olmasının zor olduğu, “maşallah” deyince sizi “uyutmaya başladığı” ancak “Bukra inşallah” deyince durumun müşkül olduğu anlaşılır. “Bukra” yani yarın, kullanılınca, o iş olmayacak anlamı çıkıyor kısaca… Bizim çözüm de anlaşıldığı kadarıyla “Bukra inşallah.” Şimdi Şanghay Beşlisi’ne Türkiye’nin üyeliği olur mu olmaz mı başka bir tartışma konusu. Kesin olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan AB ile ilişkileri kafasında bitirmiş. Uzatmaları oynuyoruz. Şanghay Beşlisi olur veya olmaz, yıl sonunda AB süreciyle ilgili referandum yapılır veya yapılmaz, önümüzdeki süreçte AB’den uzaklaşma kaçınılmaz görünüyor. Hele AB normları ve değerlerinin Türkiye’ye giderek yabancılaşması, AB’den gelen Türkiye’nin otoriterleştiği suçlamaları ve Erdoğan’ın başkanlık sisteminin Türkiye’de istikrarı uzun vadeli sağlayacağı inancı ciddi çatışma alanları olarak ilişkileri germektedir. Türkiye’nin görmekte olduğu 200 yıla yaklaşan Avrupa ailesinin üyesi olma hayali ve 53 yılı aşan AB üyeliği hedefi ciddi sıkıntı vermeye, bunaltmaya başladı Ankara’yı. Üstelik, Erdoğan’ın dediği gibi Latin Amerika ülkelerine bile vize muafiyeti uygulayan Avrupa Birliği ülkelerinin Türkiye ile vize muafiyetini ısrarla ötelemeye çalışması, aynı paketteki mülteci anlaşmasının Türkiye tarafından AB’yi rahatlatacak şekilde uygulanmasına rağmen, AB’nin vize konusunda ayak sürümesi artık sabrını taşırdı Türkiye’nin. Vize muafiyeti aslında büyük bir konu da değil. Sadece AB’nin samimiyet testi olarak algılandığı için Ankara tarafından önemli görülüyor. Yoksa Türkiye’de pasaport sayısı hala daha on milyonun altında. Yeni çipli pasaport sayısı daha binlerde. Vize kalkınca AB’ye seyahat edecek Türk vatandaşı sayısında patlama olması mümkün değil çünkü zaten seyahat edenlerin büyük çoğunluğu kolayca vize de alıyor. Mesele psikolojik. Mesele aidiyet meselesi. Aile içinde miyiz, değil miyiz meselesi. Şimdi, Şanghay örgütüne göz kırpmayı bırakıp gayrı resmi başvuru aşamasına geçen ve buna da Rusya lideri Vladimir Putin’den “Değerlendiririz” cevabını alan Türkiye, o son adımı atar Kıbrıs’ı terk eder mi? Rumlar “Mülkiyet başvurularında ilk söz hakkı Rumların” dedi. Kıbrıs Türk halkının malını mülkünü Rum tasallutuna sokacak bu adıma Akıncı ve ekibi boyun eğdi. Ankara ses çıkarmadı. Çapraz oylama dendi. Akıncı ve ekibi Kıbrıs’ta yeni bir ulus yaratma amacına matuf bu adımı “içselleştirdi”, Ankara “Dönüşümlü başkanlık olursa bu da olur” dedi. Dönüşümlü başkanlık hala daha hikâye, Rum lider Nikos Anastasiades nihai kararını torak ödünü tamamlanınca verecek. Ama her halükarda en fazla dört yıla iki yıl. Ulaşım, yerleşim, mal edinme, iş kurma özgürlükleri sınırsız uygulanacak talebinde ısrar etti Rum tarafı. İki bölgeliliği de iki toplumluluğu da berhava edecek bu yaklaşıma bile evet denildi. Ankara yine sessiz kaldı. Kurucu devletler diyorduk, eyaletler haline getirdi Rum kesimi. Akıncı ekibi sessiz kaldı, kabul etti. Ankara sesini çıkartmadı. Kurucu devletler ekonomi, spor, eğitim vs alanlarında ikili anlaşmalar yapabilecekti. Rumlar merkezi hükümetin onayıyla diye ısrar etti. Onu da kabul etti Akıncı ekibi. Ankara yine sessiz kaldı. Kuzeye 100 bin Rum yerleşecek diye ısrar etti Rum kesimi. Anlaşıldığı kadarıyla kuzeyin nüfusunun %20’si diye kabul edildi. İki kesimliliği de iki toplumluluğu da sulandıran bu duruma Ankara yine sessiz kaldı. Ne imiş efendim, Annan planında da öyle imiş. Ölmemiş miydi o plan? Hani çoktan gömülmüştü? İşlerine gelince hortladı… Ama tüm değil, arzu edilen maddeleri. Toprak ile güvenlik beraber konuşulacak, beşli konferans tarihi belirtilmeden toprak meselesi ele alınmayacaktı. İki konuyu ayırmayı kabul etti Akıncı ekibi. Toprakta %29.2’ye kadar gerileyebileceklerini açıkladılar. Görüşmede ilave yüzde bir falan daha verebileceklerini ima etler. Neyse ki harita koymadılar masaya… Ankara kaşını kaldırdı, bir şey demedi. Şimdi, Rumlar masaya haritayı almaya, güvenlik başlığında da Türkiye adadan tümüyle çıkışının takvimini ve 1960 sisteminin ortadan kaldırılmasının şartlarını konuşmak isterse gelebileceklerini konuşmaya oturdu. Akıncı ekibi kabul etti. Ankara sessiz. Başa dönelim, “Eğer Türkiye Avrupa Birliği üyesi olmayacak ise Kıbrıs’ta ödün vermenin anlamı kaldı mı?” sorusu kulağa gerçekten saçma geliyor mu?  Ne diyelim, Kıbrıs’ta çözüm “bukra inşallah.”