Yusuf KANLI  Mülakatlar vardır, sıradan, nerdeyse sayfada yer, ekranda zaman doldurmak için yapılmış gibidir. Mülakatlar vardır, kapı açıcıdır, dönem belirleyicidir. Bir zamanlar rahmetli Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ile görüşmeyi reddeden dönemin Rum lideri Glafkos Klerides’e sosyal ortamda bile liderlerin, hele de onun ve Denktaş gibi ilişkileri çok eskilere dayanan kişilerin temastan kaçınmasını anlayamadığımı söylemiştim. Cevap çok netti: “Gel be Denktaş, kahve içelim.” Klerides’in bu davetine, yine bana verdiği mülakatta Denktaş’ın cevabı da netti: “Yemeğe bekliyorum.” Tabii ki perde arkasında Yunanistan, Türkiye, Kıbrıs Türkleri ve Rumları gizli temaslar yapmakta, Cenevre’de, New York’ta ve daha Allah bilir nerelerde bir şeyler pişirilmekteydi. Yine de Annan Planı bu şekilde servis edildi… Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Politis gazetesinde geçen hafta yayımlanan mülakatı çok enteresan detaylar, yakın gelecekte olabilecekler açısından önemli ipuçları içermekteydi. Muhabirin, oldukça net bir şekilde, Kıbrıs Türk lideri Mustafa Akıncı’nın iki bölgeli federasyon dışındaki diğer çözümler üzerinde hem fikir olmadığını söylemesi üzerine Dışişleri bakanı “Bu onun şahsi görüşü olabilir” deyiverdi… Ankara ile Akıncı arasında çok uzun zamandır, en azından Crans Montana çuvallamasından bu yana ciddi görüş ayrılığı olduğu bilinmekteydi. Crans Montana öncesinde Akıncı’ya İstanbul’da en üst seviyede baş başa bir toplantıda “Bu son fırsat. Rumlar bu attığımız ileri adımlara rağmen adım atmazlar ve süreç çökerse, bizden buraya kadar, federasyon dışı çözümleri dikkate almanın zamanı gelmiştir deriz. Kimse ‘Bir fırsat daha verelim’ falan demesin, 60 yılda olmayan, 60 yıl daha olmaz. Yeter” denmişti. Nitekim, akla gelmeyecek, mantıkla izah edilemeyecek ihanet çizgisine teğet geçen “çok ileri adımlar” atılmıştı Crans Montana’da. Sözlü de olsa ciddi ve seri asker sayısında azaltma, garantörlüğün bitişini başlatacak bir süreç, Maraş, Güzelyurt (isim verilmeden) dahil radikal toprak tavizi ve maalesef haritalar (güya kasaya kilitlenmişti) cömertçe sunuldu. Sonuç hüsrandı. Aldıkça daha fazla talep etmeye başlayan Rum lider Nikos Anastasiades ve dönemin Yunan Dışişleri Bakanı Nikos Koçias “sıfır asker, sıfır garanti” takıntısına gömüldüler, masayı berhava ettiler ve BM Genel-Sekreteri Antonio Guterres “Buraya kadar beyler” deyip süreci sonlandırdı. Ankara, o noktada. Federasyon görüşmeleri Rumların güç paylaşımı ve dönüşümlü başkanlığı kabul edememeleri nedeniyle çökmüş ise, bundan önceki süreçlerin akameti de neredeyse aynı mantalite kurbanı olmuş ise, 10 yıl daha federasyon görüşülse sonuç alınamayacağı aşikar. Akıncı da o noktada idi Crans Montana sonrasında ama yeniden seçilme için görüşmelerin ve çözüm umudunun gerektiği aklına gelince, biraz da adadaki sol kesimin “ille de federasyon” takıntısı etkili olunca kocaman bir U dönüşü yapıp, federasyondan başka bir şey konuşmayacağını söylemeye başladı. Gerçi arada bir Rumların uzlaşmazlığından, bu durumun iki devletli çözümü getireceğinden bahsetse de federasyon aşkı tekrar depreşti. Elbette, Kıbrıs’ta çözüm istenmekte ise eğer “sadece federasyon görüşürüm” sözü açık bağnazlıktır. 1968’de başlayan Kıbrıs görüşmelerinin temeli efektif federasyon olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nde federal öğelerin, Kıbrıs Türk halkına “eşit siyasi ortaklık” benzeri yetki veren Anayasa maddelerinin Rumlar tarafından tek yanlı ilga edilmelerinin nasıl bir formülle, karşılıklı rıza, yani uzlaşarak, geri getirilebileceği değil miydi? 1973’de neredeyse muhtariyet adı altında azınlık haklarını kabul edince Rauf Denktaş Klerides ile görüşmelerinde, ne demişti Başpiskopos Makaryos? “Türk garantisi olduğu sürece hiçbir çözüme evet demem.” Federasyon Kıbrıs Türklerinin ısrarı ile görüşmelerde ilke haline geldi. İki kesimli, iki bölgeli terimleri de keza bizim talebimizdi. Doğrudur, en başından beri Kıbrıs Türkleri “gevşek federasyon” yani merkezi hükümetin olabildiğince as yetkileri olduğu bir sistem ön görmüşlerdi. Ayaklarını sürüye sürüye federasyonu 1977’de kabul etti Rumlar. Kabul ettiler ama boş patates çuvalı gibi içini doldurmadılar, tanımını yapmayı hep reddettiler ve 40 yıldır boşuna kürek çekmemize sebep oldular. Şimdi, doğu Akdeniz hidrokarbon kaynağını tek taraflı kullanmak, bu çabalara “Bakın görüşmeler devam ediyor, çözüm olunca Kıbrıs Türklerine de haklarını vereceğiz” gibi bir izahla meşruiyet kazandırmak amacıyla yine görüşür gibi yapmak istemektedir Kıbrıs Rum liderliği. Crans Montana çizgisinden daha mı ilerdedir? Maalesef hayır, aksine güya Kıbrıs Türklerinin çok istediği gevşek federasyona razı olmuş gibi yaparak “yönetimde etkinlik” adı altında yönetime Kıbrıs Türklerinin etkin katılımını reddetmektedirler. Geçen hafta Andros Kiprianu Ankara’da idi. Çavuşoğlu ile görüştü. Sonra CTP’den Armağan Candan ile birlikte bir düşünce kuruluşunun konferansında konuşmacı oldular. Yoktu birbirlerinden farkları, aynı sazı çalıp, aynı türküyü söylediler. Bir ara Candan uyarır gibi yaptı, eğer bu süreç de çökerse – sanki başlamış gibi – artık başka yöntemler aranmalı mealinde bir şeyler söyledi. İki devlet gündeme gelir diyemedi. Kiprianu açısından tek olumlu nokta partisi AKEL’in 1950lerden başlayarak enosis yani Yunanistan’a ilhak çabalarını “Ciddi hata” olarak telin etmesi oldu. Bir de Kıbrıs Rum liderliğinin doğu Akdeniz’de İsrail, Mısır, Yunanistan ile birlikte şer cephesi oluşturmasını tehlikeli oyun olarak görmesi enteresan idi. Onun haricinde bilinen beylik Rum tezlerini sol bir jargonla yeniledi. Kıbrıs’ta çözümün adı, soyadı ne olur bilinmez ama anlaşıldığı kadarıyla Çavuşoğlu yemekte misafir ettiği “Andros” dostuna da söylemiş, Türkiye ve Kıbrıs Türk hükümeti ve halkının büyük ekseriyeti görüşme sürecine geçilmeden önce federasyon ve diğer çözüm modelleri ile hidrokarbon yataklarından iki halkın nasıl yararlanacağı konusunda tarafların bir uzlaşıya gitmesi şarttır. Anastasiadis veya Kiprianu’nun dediği gibi, hidrokarbon meselesi çözümden sonra, sadece federasyon gibi bir yaklaşımı kabul etmek mümkün değil. Akıncı yalnız mı “sadece federasyon görüşürüm” ısrarında? Maalesef değil. Sorun da o. Sol olmayı Rum seviciliği sanan bir avuç romantik ve çıkarcı kişisel ikballeri uğruna 1974 öncesine dönmeyi, teslimiyeti, Rum içinde eriyerek yok olmayı (osmosis) marifet sayıyorlar. Yazık.