Aytekin KÖMÜRGÖZ Geçenlerde bir arkadaşım aradı ve kızının aşı karşıtı olmasından yakınmaya başladı.. Çok üzgündü ne yapacağını ve nasıl bir yol izlemesi gerektiğini bilem...

Aytekin KÖMÜRGÖZ Geçenlerde bir arkadaşım aradı ve kızının aşı karşıtı olmasından yakınmaya başladı.. Çok üzgündü ne yapacağını ve nasıl bir yol izlemesi gerektiğini bilemiyordu. Bu yüzden ailece evden dışarı çıkmıyorlarmış. Sabırlı olmasını, bunun bir sosyal etkileşim süreci olabileceğini filan söyleyerek teselli etmeye çalıştım. Aslında aynı dert benim de başımda. Aşı karşıtı olan bir yakınım ile didişip duruyoruz.Her görüşmemizde gündem dönüp dolaşıp aşı meselesinde düğümleniyor.. Aşı konusunu açık veriler üzerinden kendimizce sözümona müzakere ediyoruz. Yakınım nereden bulup buluşturuyorsa her görüşmede ele geçirdiği veriler ile geliyor. Daha ziyade tababet alanında uzmanlığı olan aşı karşıtlarının söylemleri ile pozisyon almayı tercih ediyor. Mesela; aşı karşıtı olan filanca Profesör “ Bak ne diyor…” diyerek girizgâh yapıyor. Geçen gün çok sayıda hastanenin yoğun bakım servisinde tedavi görmekte olan koronovirüs hastaları ile ilgili bir çizelge getirdi. “Bak işte; görüyor musun, çoğu aşılı, aşı olmuşlar. ” dedi. Ben de işaret ettiği o çizelgede Eskişehir'de kronik hastalıkları olan Ayşe Karatay isimli 116 yaşındaki kadının bulunduğunu ve aşı sayesinde koronovirüsün pençesinden kurtulmuş olabileceğini söyledim. Tabii bir de, bu bilgileri doğru okuyabilmek önemli. Mesela, hangi aşı, kaç doz yapılmış?.. Ayrıca verilerin yalan yanlış olmasından ötürü gerçeği yansıtmama ihtimali de gözardı edilmemeli. Velev ki doğru, ya da yanlış, bu veriler aslında çok fazla bir anlam ifade etmiyor. Lakin karşımızda bir buçuk yıldır dünyayı kasıp kavuran ölümcül bir salgın var. Varyantları ile yeni dalgalar yaratıp ürkütücü tablolar otaya çıkartıyor. Nasıl ürkütüp ürpertmez ki? Dünya da 15 milyon insanın hayatını kaybettiği söyleniyor. Sonuçta aşıya karşı direnç gösteren yakınım, kendince bu tartışmalı verilere sığınarak güya pozisyonunu güçlendirmeye çalışıyor. Sanki, anksiyete midir, bir çeşit hezeyan mıdır, saplantı zorlantı gibi bir durum mudur?..Bilemiyorum… Gözlemlerim aşı olmamak için adeta mücadele eden erişkin yakınımın patolojik bir tablo sergilemiş olduğunu düşündürmeye başladı. Kendisi ile son görüşmemizde bu konuyu bir uzman ile görüşerek müzakere etmesi gerektiğini de açıkça söyledim. Daha önce de yazmıştım, tarihte bir asır devam eden yüz milyonlarca insanın hayatını kaybetmiş olduğu salgınlar biliyoruz. Böyle aşıya direnç, maskeye direnç hallerini gördükçe de, bu salgının daha epeyce uzun bir süre, hatta belki de on yıllar boyunca dünya gündemini meşgul edebileceğini düşünmemek elde değil. Virüslerin henüz keşfedilmediği, aşıdan bihaber olunduğu Osmanlı döneminde, salgın başladığında bazı enfeksiyon hastalarına “Habb-ı ilahi” denilen ilaç ile müdahale ediliyormuş. Ee tabii, elde başka bir tedavi yöntemi yok. Sözkonusu ilacın mübarek olduğu, bedenden kötü maddeleri kovduğu, rutubetleri ayırdığı, veba havasının zehrini yok ettiği düşünülüyormuş. Havanda dövülerek yapılan haplardan çocuklara yarım dirhem, yetişkinlere bir dirhem içiriliyormuş. Tabii, o dönemde mikrobiyoloji sadece bakteriler üzerinden çalışıyor. 1800 lerin sonlarına doğru Fransız Pasteur enstitüsünün desteği ile kız kulesi bakteriyolojihane olarak kullanılmış. Hatta hastaların bir kısmı burada tecrit edilir olmuş. Tabii, aşı filan ortada yok. Hastalığın görüldüğü ortamlarda havayı temizler düşüncesi ile tütsü yakılması da tavsiye ediliyor. Osmanlı hekimleri salgın sürecinde sirkeli yeşil mercimek yemeği, pilicin de limon suyu ile pişirilmesini öneriyorlarmış. Bir ilaç daha var; koruk suyunun içine bir dirhem gülsuyu, on dirhem şeker filan diye devam ediyor. Ayrıca Frenklerin kullandığı bazı macunlar ile bizim mesir macununu da Osmanlı hekimleri tarafından önemle tavsiye edilirmiş. Tabii günümüzde bütün bunlar ile bir koronovirüs tedavisi yapılacak olsa hastanın doğruca yoğun bakım ünitesine, ardından da, entübe odasına gitme ihtimali hayli yüksek. Geçen gün sosyal medyada Osmanlı döneminin sonlarında (1906 tarihli)verilmiş olduğu anlaşılan bir aşı karnesi dolaşıyordu. Yani demem o ki, Osmanlı son dönemlerinde aşı bulunur bulunmaz, toplum bağışıklığı bakımından öyle fayda görmüş ki, hemen vesikasını da icat etmiş. Tedbiri elden bırakmayın, sağlıcakla kalın.