Su meselesinde köşe dönüldü. KKTC Başbakanı Ömer Kalyoncu TC Başbakan Yardımcısı Tuğrul Türkeş ve TC Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu bir araya gelecekler, imzalar atılacak, bu hafta Nisan’dan bu yana pehlivan tefrikasına dönüşen bu mesele sona erecekti…

Hatta, Eroğlu, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda, Bakanlığının, 2016 yılı bütçesi üzerindeki görüşmelerde milletvekillerinin soru ve eleştirilerini yanıtlarken muştuladı herkese: "Suyu Geçitköy Barajı’na aktardık ancak KKTC’deki arıtma tesisi, su depoları, ana dağıtım hatları KKTC Sular İdaresi tarafından yapılacaktı ama onlar projeleri daha yapamadılar. Bunun üzerine Sayın Cumhurbaşkanı ‘Bunları da siz yapın’ dedi. Bunun üzerine arıtma tesisi, 477 kilometre dev isale hatları, depoları büyük ölçüde tamamladık. Kıbrıs tarafına bunun nasıl işletileceğini sorduk. Görüşmeler yaptık. Neticede, belli bir noktaya gelindi. Belli bir süre biz işleteceğiz."

Yani? Konu çözüldü… Dağıtım meselesi tamam, bir süre Türkiye Devlet Su İşleri işletecek, bu arada ihale hazırlıklarını yapacak KKTC, ihaleden sonra da özel şirkete dağıtım işi devredilecek. Şirket cirosundan belediyelere %10 pay verilecek. İstemeyen belediye su almayacak, kendi su imkânlarını halka sunacak. KKTC de belli miktarda su alımını özel şirkete garanti edecek.

Bu kadar söylemedi bakan, TC ile KKTC arasında imzalanacak anlaşmada var bunlar.

Herkes sevindi. Sonra? Mesele meğer gene hallolmamış. Ankara’ya gelen, konuyu görüşen ve KKTC Başbakanı Kalyoncu’nun önerileri çerçevesinde yeni bir uzlaşı metni ortaya koyan TC ve KKTC heyetlerinin çalışması yine beğenilmedi CTP parti meclisinde.

Daha önce yazdım. Yine tekrarlayayım. Su meselesi belediyelerin KKTC halkını soyup sovana çevirdikleri, belediyeleri parti çiftliğine dönüştürdükleri sistemin iflasını getirecek bir konudur. Devlet su idaresinden aldıkları bedavaya yakın fiyattaki suya fahiş kar koyup halka kakalayan belediyeler bu şekilde kendilerini finanse ediyor. Bir saadet zinciri oluşturulmuş, bozulsun istemiyorlar. Nitekim CTP’deki isyanın lideri aynı zamanda Belediyeler Birliği başkanlığını da deruhte eden Gönyeli belediye başkanı. İki de Derya kuzusu "TC ne yaparsa kötü yapar" mantalitesindeki yandaş da bulmuş Kıbrıs Türkünün yaşayan en eski partisini esir almış.

Bu kadar sığ mı CTP? Değil… Bakın eski Cumhurbaşkanı parti lideri Mehmet Ali Talat ne diyor? Gerekirse su konusunda referanduma gidilir, konuyu halka sorarmışız.

Demokrasi dediğin böyle bir şey zaten. Önemli meseleleri kapalı kapılar arkasında çözmek yerine doğrudan demokrasi, halk karar versin diye halkoyuna gideceksin. İtiraz edilebilir mi? Eden zaten kaybeder.

Gören duyan sanır ki belediyeler tümden devre dışı kalıyor, ellerindeki tüm altyapı alınıyor, devlet peşkeş çekiliyor. Zaten CTP parti meclisinde de "Peşkeş çekiliyor imkânlarımız" diye bağırılmadı mı?

Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın da belediyeler bir şekilde ve önemli olarak bu işin içerisinde olmaları gerekirdi. Nitekim CTP parti meclisinde beğenilmeyen taslak anlaşma da bunun altını çiziyor. Suyun yönetimi için kurulacak kurulda belediyelere yer verilmedi mi? Onunla tatmin olmuyor belediyeler. Dağıtımın doğrudan kendilerine verilmesini böylece çiftliğe dönüştürdükleri belediyeleri istedikleri gibi finanse etmede bu yeni imkanı kullanmak istiyorlar. Olay bu.

Aslında sorulması gereken ilk soru CTP’deki "erk" meselesi. Bakanlar her konuda parti meclisinin sekreteri gibi davranacak, tuvalete giderken bile neredeyse yetki isteyeceklerse, niye hükümet var, niye meclis var? Koalisyon ortağının pozisyonu hiç dikkate alınmıyor ama koca partinin bir-iki kişinin takıntılarına alet edilmesi, zaten Rum yandaşı olduğu bilinen bir kadının hezeyanlarına kurban edilmesi söz konusu olabiliyor. Yazık CTP’ye…

Doğrudur, CTP bu sorunu kucağında buldu. Ulusal Birlik Partisi-Demokrat Parti Ulusal Güçler koalisyonu vazifesini yerine getirmedi, yıllarca bu dağıtım meselesini sürüncemede bıraktı. 2010 anlaşması bu ihaleyi işaret etmiyor muydu? Dağıtım şirketi meselesi orada yok muydu? B,ir türlü konu üzerine gidilmedi, gereken yapılmadı. Nitekim, Akıncı da bu konudaki serzenişinde bakın ne diyor: "30 Nisan günü ben görevi devraldım. O günlerde Başbakan Yardımcısı sayın Bülent Arınç’tı. Yine aynı konu gündeme geldi ama o günlerde söylenen şöyle bir şey vardı; ‘Biz bir öneri sunduk karşılığında da bir görüş bekliyoruz. Ama bir türlü bu görüş gelmiyor’ gibi yakınmalar vardı, bu da madalyonun öbür yüzü. Bu konuda görüş üretmekte geç kalındı. Maalesef epey zaman yitirildi. Su geldi akmaya başladı biz hala daha suyun nasıl yönetileceğinin arayışı içindeyiz"

Cumhurbaşkanının bu işe daha fazla müdahil olup "pişmiş aşa su katmak istememesi"  tabii ki siyaseten doğru ama Kıbrıs’ın vakit kaybına tahammülü yok. Kıbrıs görüşmelerinden çok daha elzem bir konu bu. Yine hep söylediğim bir şeyi hatırlatacağım, 1974 harekatı Kıbrıs Türk halkı için yaşamsal önemi olan kutlu bir tarihtir, hep şükranla anılacaktır. Ama adaya su getirilmesi, bu imkânın sağlanması ondan da büyük bir konudur ve adada gerçekten de çağ açan, geleceği şekillendirecek bir gelişmedir. İkinci, üçüncü hatlar da yapılmalı, elektrik ilave edilmeli ve sadece KKTC değil çözüm olsun olmasın adanın tümü uluslar arası elektrik enterkonnekte sistemine bir şekilde ilave olmalı, bol su ile bölgenin önemli bir gıda deposuna dönüştürülmelidir. Bu imkânı reddetmek hıyanettir.

Halbuki Kıbrıs görüşmeleri çok hassas bir evreye ulaştı. Anlaşma olup olamayacağı hala çok müphem ve ana konulardaki pozisyonlar zıt ama liderlerde umut yüksek. Bilhassa böyle bir zamanda Türk kesiminin elini güçlendirecek bu su meselesi çözülmesi gerekmez mi? Yoksa çözümsüzlüğün bir amacı da bu mu?

Tabii, başka endişeler de var. CTP’nin eski tüfekleri bile Rumların birincil hukuk olmaması durumunda zaten kısa süre sonra anlamsızlaşacak mal mülk meselesinde birkaç lehte adım atarlarsa, garanti meselesinde Türkiye’nin adadan tümden ayrılması sonucunu verecek gelişmeler olabileceğinden korkuyorlarsa, durum çok vahim demektir.

Akıncı böyle bir gelişmeyi kabul etmez diye umuyor ve bekliyoruz ama Cumhurbaşkanının ısrarla 2016 içerisinde referanduma gidilebileceğinden bahsetmesi, Rum liderin ise ısrarla Kıbrıs Cumhuriyeti’nin "dönüşümüyle" oluşacak federasyonda ve diğer hayati konulardaki ısrarı durumun fecaate doğru ilerlediğini göstermiyor mu?