Mustafa Kemal Paşa’nın, 19 Mayıs 1919’da aklına koyduğu Kurtuluş reçetesinde, tüm diktatörlere inat, Osmanlı’nın hep ikinci plana attığı Halk, Milletin Meclisi,  Serbest seçimler ve Özgürlük vardı. Daha 28 Mayıs’ta Havza’da “Millet uyandırılmalı ve harekete geçirilmelidir; 22 Haziran’da Amasya’da; “Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” mesajlarını vermiştir. Daha sonra, Milli Mücadeleyi halka mal edeceğini belirterek 23 Tem-07 Ağu tarihleri arasında topladığı Erzurum Kongresi, “Vatan bir bütündür bölünemez, Manda ve himaye kabul olunamaz. (Tam bağımsız Türkiye)” kararlarını, 4-11 Eyl’de toplanan Sivas Kongresi ise 30 Ekim 1918 günü sınırlarımız içinde kalan ve çoğunluğu Müslüman olan Osmanlı ülkesi bölünmez bir bütündür. (Misak-ı Milli); İstanbul Hükümeti, millet ve memleketin geleceği hakkında alınacak bütün kararları meclis denetimine sunması zorunludur” kararlarını almıştır. 
Bu çalışmaları üzerine İstanbul’a geri çağırılan Mustafa Kemal Paşa, 9. Ordu Müfettişliği görevinden ve askerlikten istifa ettiğini bildirmiştir. Ancak bu İstanbul için yeterli değildir. Hakkında idam ve yakalama kararı çıkmıştır. Mustafa Kemal Paşa kurtuluş mücadelesine, kendisini öldürmek isteyen İstanbul, İngiliz casusları, valiler, İngilizler askerleri, ayrılıkçı güçlerin çeteleri, İngilizlerin teşvik ettiği dağlardaki asker kaçaklarına (asker kaçağı oranı %50) rağmen, tabi caizse, kelle koltukta devam etmiştir. Yanındaki silah arkadaşlarının birçoğu, önemli konularda kendisiyle aynı fikirde değillerdi. Hilafet ve Saltanat yanlıları büyük çoğunluktaydı; İngiliz veya Amerikan mandasını isteyenler; Kurtuluş’a hiç inanmayanlar vardı. Ordu yok, silah yoktu. Mondros’u imzalayan ve ülkenin işgal edilmesine ses çıkarmayan Osmanlı bu sefer de, ülkenin resmi olarak parçalanmasını içeren Sevr Belgesini 10 Ağustos 1920’de imzalamıştı. 
 Erg2 Yunan’ların İzmir’den sonra Batıya doğru ilerlemesini engellemeye çalışan Kuvayı Milliye, Demirci Mehmet Efe başta olmak üzere Ege’nin zeybekleri, ellerinden geleni yapsalar da, Yunan’ın 08 Temmuz 1920’de Bursa’ya kadar olan bölgeyi ele geçirmesine mani olunamamıştır. 
  Erg106 Ocak 1921’de başlayan Yunana taarruzu karşısında, başarılı bir savunma uygulayan ordumuz,  Yunan kuvvetlerini 11 Ocak günü İnönü’de durdurmuştur.  Bu, TBMM'nin kurmuş olduğu düzenli ordunun cephedeki ilk başarısıydı. Bu önemli zafer İtilaf devletlerini endişeye sevk etmiştir. Mustafa Kemal Paşa dört bir yandaki düşmanlarla uğraşırken bir taraftan Türkiye Cumhuriyetinin temellerini atmaya devam ediyordu. Kendisinin el yazısıyla hazırladığı Halkçılık Beyannamesi, Meclis’te uzun tartışmalardan sonra Teşkilat-ı Esasiye (İlk Anayasa) kanunu olarak 20 Ocak 1921’de kabul edilmiştir. Tüm bu gelişmelerden rahatsız olan İtilaf devletleri, yeni durumu görüşmek ve Sevr Antlaşmasını biraz yumuşatmak için Osmanlı Hükûmetini Londra'da yapılacak konferansa davet etmişler ve Ankara TBMM’den de temsilci getirebileceklerini söylemişlerdir. Resmen davet edilmedikçe katılmayacaklarını açıklayan Mustafa Kemal Paşa’nın restini göremeyen İngiltere, İtalya'nın aracılığı ile TBMM'yi resmen Londra Konferansı'na çağırmak zorunda kalmıştır. Konferans 23 Şubat 1921 Londra'da başlayan konferansta, her türlü görüşme TBMM heyetiyle yapılmıştır. Sevr Antlaşması'nda küçük değişiklikler yapma teklifleri karşısında, TBMM delegeleri, Misak-ı Milli sınırları haricinde hiçbir teklifin kabul edilmeyeceğini bildirince, konferans sonuç alınamadan dağılmıştır. Londra Konferansı, İtilaf Devletleri'nin TBMM'yi tanımaları açısından diplomatik bir zaferdir. Zımnen de olsa TBMM Heyeti ve Kurtuluş Hareketi Avrupalı devletler tarafından tanınmıştır. 
Bu dönemde Mustafa Kemal Paşa halkın ve askerlerin moralini ve maneviyatını güçlendirecek bir millî marşın yazılması istemekte ve özellikle de yeni kurulacak devletin dış ilişkileri ve diplomatik görüşmelerinde millî marşın varlığının önemini vurgulamaktadırlar. Bunun üzerine Milli Marş yazılması için Büyük Millet Meclisi’nce, kazanan 500 TL ödül verilecek, bir yarışma açılmıştır.  Milli Şair Mehmet Akif Ersoy, ödül nedeniyle, yarışmaya katılmamıştır. Daha sonra ödül konusu üzerinde anlaşılmış ve ricalar üzerine İstiklal Marşı’nın güftesi üzerinde çalışmaya başlamıştır. 
Mehmet Akif İstiklâl Marşı şiirini on gün içerisinde tamamlayarak TBMM’ye teslim etmiştir. Meclis’te bazı Saltanatçı ve Hilafetçi Milletvekilleri, İstiklal marşına ve özellikle M.Akif (Ersoy) tarafından yazılan muhteşem şiire karşıydılar. TBMM’nin 26 Şubat 1921 tarihindeki toplantısında, seçilen yedi şiir tartışılmıştır. En çok beğenilen Mehmet Akif’in şiirin Meclis’te okunması dahi sorun olmuş ve 1 Mart 1921 tarihinde “105 sayılı İstiklâl Marşı Hakkında Heyet-i Umumiye Kararıyla” kürsüden okunabilmiştir. Mustafa Kemal Paşa, Mecliste marşı en ön sırada ve ayakta alkışlayarak dinlemiş ve marşın kabulünden sonra, İstiklâl Marşı’nın önemini şu sözlerle açıklamıştır;     “Bu marş, bizim inkılâbımızın ruhunu anlatır… İstiklâl Marşı’nda davamızı anlatması bakımından büyük manası olan mısralar vardır. En beğendiğim yeri şu mısralardır: ‘Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet, hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl.’ ..Bu demektir ki efendiler Türk’ün hürriyetine dokunulamaz!”
İstiklâl Marşı bu görüşmeden on iki gün sonra Meclis’te yapılan tartışmalardan sonra 12 Mart 1921 günü kabul edilmiştir. 
Erg-2 Mehmet Akif, kazandığı 500 liralık ödülü de yoksul kadın ve çocuklara iş öğreten Darülmesai’ye bağışlamıştır.
İşte, İstiklal Marşı, daha İnönü Muharebeleri başlamadan gündeme gelmiş, Ülkeyi istiladan kurtaracağından emin Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşları tarafından kabul edilmiştir. Bağımsız bir devlet olma yolunda en önemli kilometre taşlarından birisi olarak tarihimize altın harflerle kazınmıştır. Bugün İstiklal Marşımızı göğsümüzü gererek söyleyebilmeyi, Bursa’da Osman Gazi’nin mezarına tekme atan işgal kuvvetleri askerlerini yurdumuzdan atan Mustafa Kemal ve Silah arkadaşlarına borçluyuz. Hepsini rahmetle anıyor aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum.