Haber kuruluşları “küçülecekleri” zaman ilkin Ankara’yı gözden çıkarır. Önce Ankara’da çalışanlar atılır işten. O da yetmezse Ankara büro kapatılır. Yakın geçmişten ve günümüzden örnekler hatırlanacaktır, çok sayıda kurum Ankara bürosunu ya kapatıyor ya “temsilci” düzeyine indiriyor. “Siyasetin kalbi” Ankara’ya, “gazeteciliğin apandisiti” muamelesi yapılıyor.
Ankara gazeteciliği ifadesi, içinde birkaç anlamı birden barındırır. En bilineni siyaset gazeteciliğidir. Sivil ve askeri tüm devlet yönetiminin, yargının, siyasi partilerin ve bürokrasinin merkezi olan dolayısıyla da ülkenin yönetimine ilişkin bütün parlamenter sürecin, merkezi kararların, hukuki düzenlemelerin, yönetsel işleyişin ve en genel bürokratik işlemlerin yürütüldüğü yer olan Ankara doğal olarak haberin de merkezini oluşturuyor. Halkın, nasıl yönetildiğini bilmesi ve kendi yaşamıyla ilgili fikir oluşturabilmesi için Ankara gazeteciliği gerekiyor. İnsanların kendi yaşamında deneyimlediği koşullarla ilgili şikayetlerinin siyasal taleplere dönüşebilmesi için bilgiye ve görüşe ihtiyaç vardır. Bu ihtiyacın en genel haliyle gazetecilikten karşılandığı düşünülecek olursa Ankara gazeteciliğinin toplumun hem demokratik haklarıyla hem düşünsel gelişimiyle doğrudan bağı açıkça görülebilir.
Gazetecilikteki alan muhabirliği ve kulis haberciliği de Meclis odalarında, siyasi parti merkezlerinde, üst düzey bürokrasi koridorlarında yürütülen faaliyetlere ve elde edilen bilgilere dayanıyor; daha çok Ankara’yla ve Ankara gazeteciliğiyle anlaşılır oluyor.
Ankara gazeteciliği, yalnızca ülkenin rutin gündeminin ve temel haber kaynaklarının bu kentte oluşu nedeniyle coğrafi bir zorunluluğu değil bir gazetecilik anlayışını ifade ediyor. Gazetecilikte toplumsal sorumluluk ve -en liberal tanımların bile merkezinde yer alan- “denetçi” rolün her koşulda önde tutulması, mesleki değerlerin ve etik ilkelerin yüksek düzeyde korunup kollanması, haberciliğin kamu hizmeti karakterinin gazetecilerin zihninde halen baskın bir kabul olması, Ankara gazeteciliğine kişiliğini veriyor. Başka kentlerde gazeteciliğin bu saydıklarımızın tersine işlediği anlamı çıkmasın, bunlar nerede yapılıyor olursa olsun gazeteciliğin tabii ki en temel değerleridir fakat Ankara’da bu değerlere uymaya azami dikkat gösterilir ve gazeteciler bu konuda birbirlerini sürekli olarak açık veya örtük uyarır.
İşte medya “ekonomik nedenlerle” küçülmeye gittiği zaman ilk olarak bu Ankara gazeteciliğinden vazgeçiyor. Kapanma sürecine giren kurumlar işe Ankara bürolarını kapatmakla veya yalnızca bir kişiyle “temsil” düzeyine indirmekle başlıyor. Vatan, Akşam, Star, gazeteleri ve daha nice başka örnekler hatırlanacaktır. Diğer medya kuruluşları ise 10 sene öncesi sahip oldukları kadroların üçte biri, dörtte biri kadar gazeteci çalıştırıyor Ankara’da. İstanbul’a ve diğer bölgelere de muhakkak yansıyor bu “küçülme” ancak Ankara ilk ve en çok nasibini alan oluyor.
Kurumlar Ankara’da muhabir çalıştırmaya gerek görmüyor. Ankara haberleri ajanstan alınıyor. Ajanstan alınan haberler kurumun yayın politikasına uygun şekilde yeniden yoğrulup veriliyor. Bu da kurumlar için yeterli görülüyor fakat bu şekilde gazeteciliğin esasını oluşturan muhabirlik faaliyetinden feragat edilmiş oluyor. Haberde tektipleşme siyasi baskı ve sansürün yanı sıra bir de bu nedenle artıyor.
İlgililere soru soracak, aldığı duyumu takip edecek, belgenin peşine düşecek, kulis yazacak gazeteci sayısı da azalıyor. Türkiye koşullarında bu faaliyetlerin -gazeteciliğin- cezalandırıldığı düşünülecek olursa “bunlar uzun süredir zaten yapılamıyor” denebilir ama yapılma ihtimali de ortadan kaldırılıyor. Ankara’da gazeteci kamusu da böylece daralıyor. Mesleki paylaşım, deneyim aktarımı ve kolektif akıl gün geçtikçe azalıyor.
Gazetecilikte orta ölçekli işletmelerin büyük holdinglere (basın’ın medya’ya) dönüşümü, neoliberal ekonominin küçülme ve güvencesizleştirme prensiplerinin medyada da uygulanması anlamına geliyor. Üzerine bir de AKP sansür ve cezalandırmaları eklendiğinde kurumlar Ankara gazeteciliğinden adeta kaçar hale geliyor. Ankara’da Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento dışında gazeteci yoğunluğunun olduğu yerlere rastlanmıyor. Basın toplantılarında birbirini aynı gazeteciler görüyor. Rutin haber takibi dışına çok az çıkılabiliyor. Örneğin, sıradan bir günde Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği veya Milli Eğitim Bakanlığı koridorlarında dolaşan gazeteci ya yok ya da çok nadir görülüyor. Daha 10-15 yıl öncesine kadar muhabirlerin büroda oturması istenmezdi, şimdi kimse bürodan çıkmasın isteniyor.
Ankara gazeteciliği Türkiye’de gazeteciliğin çekirdeğidir. Siyaset de sermaye de Ankara gazeteciliği yapılsın istemiyor ve gerek politik gerek mesleki gerek ekonomik nedenlerle Ankara gazeteciliğinin tasfiyesine çalışıyor. Buna dahil olmayacak kimi kurumlar da ekonomik sorunlarla karşılaştığında gözden ilk Ankara’yı çıkarıyor. Bunu hiç düşünmeden adeta bir refleks gibi yapıyor çünkü bu tür bir gazeteciliğe ihtiyaç kalmadığına -farklı gerekçelerle de olsa- kendi de inanıyor.
Apandisitin vücuttaki işlevi tam olarak bilinmiyor. Alındığında bir işlev bozukluğu veya eksiklik olmuyor. Apandisit patladığında ise sonuç ölüme kadar gidebiliyor. O nedenle de “alınması” rasyonel ve işlevsel bir tercih oluyor. Ankara gazeteciliğine apandisit muamelesi yapanlar ise onun gazeteciliğin beyninin en az bir yarısı olduğu, dolayısıyla da varlığının değil yokluğunun ölüme neden olduğunu unutuyor.
Anlaşılıyor ki halkın ihtiyaç duyduğu Ankara gazeteciliğinin yükselebilmesinin ilk koşulu Ankara’nın demokratik ve kamucu bir iktidar tarafından yönetilmesi. Ardından da gazeteciliğin ekonomik ve hukuki olarak güvenceye alınması; düşünce, ifade ve basın özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılması gerekiyor.
O güne kadar gazetecilik, gazetecilik mücadelesi olarak yürütülmeye devam edecek gibi görünüyor. Özellikle de Ankara gazeteciliği.