Filmleri gibi, siyaset yapma biçimi gibi, aykırı tarzı gibi eşsiz biriydi Sırrı Süreyya Önder. Onunla tanışıp yüz yüze sohbet edip etkilenmemek mümkün değildi. Yanından ayrıldığınızda bile o sıcacık tebessümü size eşlik ederdi.
Öylesine diğerkâm, öylesine dayanışmacı olup yıpranmamak mümkün mü? Değil elbette. Bu zamansız gidişin en büyük sorumlusu, ona çektirilen acılar, mahpusluklar, tehditler, hakaretler ise sorumluluğun bir kısmı da derdi olanla dertlenmekten, o derde çare aramaya çalışmaktan asla vazgeçmemesiydi.
Sırrı Süreyya Önder’e, ona yakışır biçimde veda etmeliyim diye düşünürken anılar zihnime hücum etti. O kadar çoklar ve öyle derin iz bırakmışlar ki! Onu bu güzel anılarla yad etmek, kendisini şahsen tanımayanlara bir nebze olsun anlatmak istedim.
***
Sırrı Süreyya Önder’in, 2011’de bağımsız aday olarak girip seçilip BDP İstanbul milletvekili olarak görev yaptığı Meclis’teki ilk konuşması ile Meclis Başkanvekili sıfatı ile yaptığı son konuşması arasında hiç fark yoktur. Diyalog, barış, demokrasi demekten hiç vazgeçmemiştir.
Ekim 2011’de, Genel Kurul’da taze milletvekili olarak yaptığı ilk konuşmadan sonra Meclis bahçesinde sohbet ediyorduk. Süreyi iyi kullanamadım diye hayıflandı. Sehpadaki konuşma metnine takıldı gözüm. Şöyle bitiyordu, “Milan Kundera, 'Bir insana nereden vurursan, o onun kimliği olur' demiş. Devlet, Kürtlere dilinden vurduğu için o dil Kürtlerin kimliği ve sembolü haline geldi… Artık kimse vurmasın diyoruz. Sözlerimi Kürt annelerinin sıkça yaptığı bir duayla bitirmek istiyorum:
Ya xwede! (Ya Allah!)
Ya Homet! (Ya Muhammed!)
Bere zare xelke bipareze (Önce başkalarının çocuklarını koru)
Bide bin peren xwe! (Kanatlarının altında)
Paşe yen min. (Sonra benimkini)”
***
Dönemin BDP Muş milletvekili Sırrı Sakık’ın 25 yaşındaki oğlu Sidar’ın 16 Eylül 2012 tarihindeki cenaze töreninde karşılaşmıştık. Cenaze arabasında Sırrı Sakık’ın yanındaydı; ben ise karnım burnumda, ikizlere hamileydim. “Yahu bu halde niye geldin buraya!” demişti tüm içtenliğiyle. Uzun yıllardır tanıdığım Sırrı Sakık, gencecik evladını kaybetmiş olmanın dalgınlığıyla konuşamıyor, acı dolu gözlerle boşluğa bakıyordu. Cenazeden dört gün sonra ikizler, beklenenden iki ay önce dünyaya geldiler. Sırrı Süreyya Önder ne zaman çocuklarımı sorsa, “O kocaman karnınla cenazedeki halini hiç unutamıyorum” derdi. İhtiyacı olan herkesle karşılık beklemeden dayanışmaya, acıyı paylaşmaya o kadar alışmıştı ki, birinin de onun gibi davranmasına şaşırdı.
***
İnsanlık tarihinin en cani örgütlerinden IŞİD’in gerçekleştirdiği 10 Ekim Ankara Katliamı'nda kaybettiğim Birleşik Taşımacılık Sendikası’ndan dostum anarşist sendikacı Ali Kitapcı’nın eşi Emel’e ve oğlu Artun Siyah’a baş sağlığına gelmişti. Evin adresini sormak için aradığında Artun’a bir hediye aldığını söyledi, ondan biraz geciktim dedi. Elinde bir fotoğraf makinesiyle çıkıp geldi. Tarifsiz acılarla boğuştuğumız o günlerde, bir çocuğu sanatla iyileştirmeyi düşünmek tam da ona göreydi.
***
Yine IŞİD’in bombalı saldırısında bacaklarını kaybeden bir dostuma implant ameliyatı için para ararken yanıbaşımızdaydı. Yaz günü kan ter içinde, üzerinde deri ceketle çıkıp geldi. Bu ne hal Sırrı Bey diye sormaya fırsat bırakmadan göğsünden para destelerini çıkardı. “Eşten dosttan bu kadar bulabildim. Alışık değilim bu kadar parayla gezmeye. Çaldıracağım diye korkarak geldim” diyerek paraları verdi ve gitti. Böyle biriydi. Ondan bir iyilik isteyince onu görev bilirdi.
***
4 Kasım 2016’da HDP’nin o dönemki eşbaşkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş ile birlikte gözaltına alınanlar arasında Sırrı Süreyya Önder de vardı. HDP’li siyasetçiler Ankara’dan Diyarbakır’a götürüldüler. Önder ile Yüksekdağ’ın Emniyet’te ifadeleri sürerken Diyarbakır Emniyeti'ne bombalı saldırı gerçekleşti. 11 kişinin öldüğü, 100 kişinin yaralandığı bu saldırıyı hem IŞİD hem TAK üstlendi. Önder serbest bırakıldıktan sonra Meclis İdare Amiri olarak kendisine tahsis edilen makam odasında sorularımı yanıtlamıştı.
“Ne yaşadınız o gün?” diye sordum. “Ne yaşamadık ki!” dedi. Bombalı saldırıda binada ağır hasar meydana gelmişti. Meğer o sırada Figen Yüksekdağ da molozların arasında kalmış ve polisler o an öfkelerini Yüksekdağ’a yöneltmiş. “Araya girip onları güçlükle sakinleştirdim. İyi ki orada birlikteydik!" dedi. 8 Kasım 2016’da yayınlanan o söyleşideki sözleri bugünü anlatıyor:
“Burada büyük sorumluluk CHP’ye düşmektedir. Savaş tezkerelerini onaylamak, başlangıçta KHK rejimine yeterli tepkiyi oluşturmamış olmak, tepkiden imtina etmek, tam tersine destek anlamına gelecek yaklaşımlar sergilemek bunları daha da pervasız davranmaya itmiştir. Onun için CHP’nin her türlü kaygıdan azade ‘Ben Kürtlerle yan yana görünürsem eyvah, ne olur!’ duygusundan süratle uzaklaşarak meseleyi demokratik hak ve özgürlükler meselesi olarak cesurca sahiplenmesi gerekir. Aksi durumda bizim başımıza gelenin beş beterinin onların başına geleceğini görebilmek için kâhin olmaya gerek yoktur.”
***
Sırrı Süreyya Önder, 2013 Newroz’unda yaptığı konuşma nedeniyle 6 Aralık 2018’de tutuklandı. Anayasa Mahkemesi’nin ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermesi üzerine 4 Ekim 2019’da serbest bırakıldı. Tutuklandığında avukatını aramıştım. Bir süre tek başıma kalıp kitap okumak ve yazmak istiyorum dediğini iletti. Öyle de yaptı. Hapishanedeki hücresinde aylarca tek başına kaldı. Çıktığında geçmişe olsuna gittim. Her zamanki gibi gülümsüyordu. Gel seni güldüreyim dedi ve başladı anlatmaya…
“Mahpushane görüşçülerim arasında bir çocukluk arkadaşım da vardı. Ona dedim ki, benim anlattıklarımı aklında tutacaksın, buradan çıkınca kime anlatman gerekiyorsa ona anlatacaksın, tamam mı? Tamam. Bu arkadaşım ilk görüşten sonra aramaz oldu. Haftalar geçti, ses yok. Kardeşime sordum, yahu bu adam niye gelmiyor? Ağabey, senin anlattıklarını aklında tutamamış, o yüzden çok mahcup dedi. Dedim hele söyle, gelsin. Geldi görüşüme. Dedim ki, arkadaş, ben devletin görevlilerinin refakatinde Öcalan’la saatlerce görüşüyordum. Önemli hiçbir detayı atlamadan bunları gerekli yerlere aktarıyordum. Atlamadığımın teyidi de devlet görevlilerinin tuttuğu notlarla benim anlattıklarımın neredeyse kelimesi kelimesine aynı olmasıydı. Ben saatlerce süren görüşmede Öcalan’ın sözlerini unutmuyorum da sen benimle yaptığın yarım saatlik görüşten 10 cümleyi aklında tutamadın mı? Arkadaşım bana baktı baktı, eğer aklımda tutabilseydim ben de seninle mahpushanede olurdum dedi.”
Bunu kahkahayla anlatmıştı. Ne bir acıklı anı ne başka bir serzeniş… Mizah, onun zorluklarla başa çıkma yöntemiydi.
***
Cezaevinde yaşadığı rahatsızlıkları, bunların kronik ve ciddi sağlık sorunlarına nasıl dönüştüğünü hiç kimseyle paylaşmadı. Sağlığı bozulduğunda birkaç gün ortadan kaybolur, sonra her şey yolundaymış gibi işinin başına dönerdi.
Son dönem milletvekili olmak istemedi hiç. Sanatıyla uğraşmak, güncel siyaset tartışmalarının uzağında olmak istiyordu. Ancak yapamadı. Çünkü parti ondan görev almasını istedi. O da bu görevi bir barış elçisi olarak yapabileceği en iyi şekilde yerine getirdi. Bu süreçte haksızlığa da uğradı, hakaretlere de maruz kaldı. Yine de barış için çabalamaktan bir adım geri atmadı.
Şimdi barışı, bu uğurda hayatını kaybedenlere olduğumuz gibi Sırrı Süreyya Önder’e de borçluyuz. Barışa ve barış ikliminin yeşereceği demokrasiye her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.