Ramazan’ı da yarıladık. İftarı, sahuru, teravihi derken günler geçip gidiyor, oruçlar dizilirken bayram yaklaşıyor.
Ramazan, sahurla başlayıp sahurla biten bir zaman dilimi. Oruç tutan kişilerin imsak vaktinden önce, sabaha karşı yedikleri yemek olarak bilinen sahur, TDK sözlüğünde şöyle tanımlanmış: “Ramazan ayında oruç tutanların gün doğmadan önce belirli saatte yedikleri yemek ve bu yemeğin yendiği vakit.”
Sahur sözünü, saaahur diye uzatarak söyleyenler var. Bilinmelidir ki sahur sözündeki a sesi uzatılınca anlamı sahur zamanı ve yemeği olmuyor, uykusuzluk ve uyuyamama denilmiş oluyor. Ayın hâlesi diyecekseniz, sa:hur diye a sesi uzatılarak söyleniyor. Yani lüzumsuz yere sesleri uzatmak, Arapça bildiğiniz anlamına gelmiyor, üstelik bambaşka bir anlam ifade ediyor.
Çocukluğumda biz, sahura kalkmazdık, er’e kalkardık. Er, aynı zamanda erken anlamına da gelir. Erken bir saate kalkmak demektir ere kalkmak. “Er veya geç” sözünü hatırlarsak, erin aynı zamanda sahur olması, son derece doğrudur Türkçe açısından. Temcid yemeği diyenler de var ama temcid, sahurda minareden okunan duadır aslında.
Eskiden İstanbul’da sahurî diye bir kelime vardı. Sahurda davul çalana davulcu denilmez, sahuri: denirdi.
Ramazan davulcusu olarak bilinen, ama aslında sahur davulcusu olan kişilerin, davul çalarak ve manilerle insanları uyandırması, sahura damgasını vuran etkinliklerdendir. Eskiden davulcusu olmayan köylerde, gaz tenekesine değnekle vurarak köy halkını uyandıran biri olurdu.
İnsan yaşlandıkça, geçmişteki taa çocukluğundaki Ramazan’ı ve öncelikle sahuru düşünüyor.
Sahur, derin uykudayken birdenbire uyanmak ve ilk anda sersemlemek demektir. Ayak seslerini, alçak sesle konuşmaları duyarsınız ya da kurulmuş saatin zil sesini... Ama ben, uykumda gümbede güm güm, gümbede güm güm çalan davulun sesini duyduğumu hatırlarım. 4-5 yaşlarımdayken duyduğum davul sesinden korktuğumu da hiç unutmadım. Yorganı kafamın üstüne çekip, davulcuya görünmemek için yatakta gizlendiğimi de... Sonra yalnızca davul değil kapının önünde bağıran biri olduğunu da fark ettim. Helloş diyorlardı davulcuya. Biraz daha aklım başıma gelince söylenenlerin bir mâni olduğunu anladım:
"Besmeleyle çıktım yola
Selam verdim sağa sola
İki gözüm benim ağam
Ramazan-ı şerif hayrola" Güm bede güm, güm bede güm güm...
Kapının önündeki davulcu "benim ağam" sözünü, evin sahibini biliyorsa ona da uyarlar, "Muhsin ağam, Mevlüt ağam, Kadir ağam, İbraam ağam..." derdi. Kapı açılmaz ya da sokağa bakan pencereden bahşiş atılmazsa;
"Eski cami direk ister
Söylemeye yürek ister
Benim karnım toktur amma
Arkadaşım börek ister" manisiyle derdini ortaya dökerdi.
Annem ya yufkanın içine peynir, köfte gibi şeyler kor, ya da koşma veya börek varsa ağabeyime verip kapının önünde bekleyen davulcuya gönderirdi. Belki de babam o dakikalarda elinde gazeteye sarılmış sıcak pidelerle sahur yapmak için kapıya yaklaşmış olurdu ve davulcu da nasiplenirdi. Çünkü benim ilçemde fırınlar sahura kadar açık kalır ve evlerden gelen ya da sipariş verilen yiyecekleri pişirirdi.
O yıllarda evlerde ancak tandır olurdu, şimdiki gibi elektrikli fırın bilinmezdi. Zaten 1959 veya 1960’ta, elektrik bile yeni sayılırdı. Elektrik dışında 3 teknik araç vardı bizde: gazocağı, çalar saat ve radyo.
Annemin ne kadar çalışkan ve becerikli bir kadın olduğunu ancak gençliğimde fark edebildim. Çocukken her şeyin olağan akışında gittiğini zannederdik. Oysa öylesine olağan dışılık ve olağanüstülük yaşanmış ki... Küçücük gazocağının üzerinde, ninem varsa 7 kişiye ve bazen misafirlere yemekler pişirmek hem çay demlemek, kahve yapmak, yeri gelince çamaşır kazanını, bulaşık suyunu ısıtmak, küçük bir tepsiye hamur işi dizmişse onu pişirmek olağan dışılık değil midir?
Ramazan ayının sahuru da olağan dışılıklarla geçen zamanlardır. Her şeyden önce vakit gece yarısını çoktan geçmiştir. Annem mutlaka koşma dediğimiz, içinde ceviz, tahin, haşhaş bulunan ve üzerine susam ya da çörek otu serpilen kalınca hamuru tepsiye dizerdi. Tepse fırına gider, sahura doğru ağabeyim getirirdi. Bazen bunun çürütme denilen bir cinsi de yapılırdı. Sahurda yemek yerine kahvaltı türünü tercih etmemin sebebi, memleketimin en sevdiğim yiyeceklerinden olan peynirli pidedir. Genellikle peynirli börek denilen pide, yağlı taze köy peyniri, maydanoz ve yumurta ile yapılır, eve gelince üzerine tereyağı sürülürdü. Ama en doğrusu yalnızca ilçemde yapılan, tahinli katmer sahur sofralarının göz bebeği idi. Her şeyden önce çok doyurucudur. Üç kez tahinle yoğrulan hamurdan yapılma bu pide türüne katmer deriz. Üzerine bolca tereyağı sürülerek fırına verilir. O tahin, pidenin üzerinde tereyağıyla evlenip açık kahverengi ve göz göz olmuş durumdayken keyiften kendinden geçmiş olarak yayılır, ikiye katlanıp soğumadan evlere gönderilir ve çay eşliğinde hamuru tel tel olmuş vaziyette yenir. Hatta üzerine bal sürülürse tadına doyum olmaz.
Annem, çok güzel su böreği yapardı. 1 metre çapındaki siniye kaynar suya atıp atıp çektiği ve süzgeç üzerinde düzelttiği yufka gibi açılmış ıslak hamurları özenle dizer, üzerine genellikle peynir serper, yumurtayla üzerini örter, maydanozla süsler ve böylece iki üç kat olarak siniyi doldururdu. Ama onun süzgeç üzerine koyup soğuk su döktüğü pişmiş hamuru yemek, bana börekten daha lezzetli gelirdi. Lokum yemiş gibi olurdum. İşte o sini iftardan sonra Ecir'in Osman'ın fırınına gider, başka müşterilerin getirdiği sinilerin sırasına girer ve genellikle gece 1-2 gibi sini, üzeri boydan boya gazete yapraklarıyla örtülü olarak eve dönerdi. Kızararak sininin üzerini kahverengi ince bir çatı gibi kaplayan, siniye de yapışan çıtır çıtır, ahşap renkli kabuk kısmını yemek benim için ayrı bir keyifti. Ninem, "yarın ahrette senin de yüzünü soyarlar, üstünden üstünden yeyip durma" diye söylenirdi.
Bitmez dediğim Ramazan, başka böreklerle, çöreklerle biter giderdi.
Ramazan davulu, uyurken güm güm sesiyle uyandırmasa da evimizin çalar saatinin keskin zili herkesi ayağa kaldırmaya yetiyordu. Uzaklardan başka evlerden gecenin 3'ünde, 4'ünde derin bir sesle gelen saat zillerini duyduğumuz da olmuştur. Lakin Ramazan'da horozların ötüşünü duyduğumu hiç hatırlamıyorum.
Herkese iyi Ramazanlar ve güzel sahurlar...