Şehitlerimiz… Yurda kurban yiğitlerimiz… Biz yaşayalım diye ölenlerimiz… Baba torpiliyle sakat raporu alınıp, Çoğunluk parmaklarıyla bedelli sayılıp, Vatan görevinden kaçmayanlarımız… Kerpiç evlerin, Sıvasız ve boyasız odaların Bahtsız çocukları… Anadolu garibanlarımız… Yoksul evlatlarımız… Yüreği kavruk anaların, Babaların, Gencecik eşlerin, yavukluların hasret kokan erleri… Çamaşırlarında teri koklanan hasretler… Yetim çocukların soğuk mermerlerde sıcaklığını öptükleri Genç fidanlarımız… Kalleş pusularla toprağa düşen… Müttefik silahlarından çıkan namert kurşunlarla kana bulanan Kınalı kuzularımız… Pişkin politikacıların cenaze törenlerinde Rol kestiği, Mezhebine, inancına göre muamele edilip, Kimini iki saflık bir cemaatle uğurladıklarımız… Kendi çocuklarını vatan görevinden kaçırıp, Şehit anasına “ne mutlu, şehit anasısın” diye teselli veren Pişkinliklerin sessiz çığlıkları… Bizim çocuklarımız… Mehmet Akif’in “isteme benden makber, sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber” Sözleriyle zirveye çıkardığı, Kadim kitabımızla, indirilen ayetlerle, Cennetle müjdelenen bermuratlarımız… Candan içeri canlarımız… Yeri doldurulamayacak evlatlarımız… Hakkınızı helâl edin bizlere… Sorumsuz, duyarsız siyasetçilere, Pişkinliğe abide diken yüreksizlere Rağmen, küsmeyin bizlere n’olur! Allah’ın engin rahmeti üzerinizden hiç eksilmesin. Yattığınız yer nurla dolsun, Güzel evlatlarımız…. Bizim evlatlarımız…