Geçen Perşembe günü, Anayasa Komisyonunda AKP’nin dokunulmazlıkların kaldırılması ile ilgili teklifinin görüşülmesi üzerine çıkan kavga nedeniyle Meclis çalışmalarına ara verilmesi AB ilişkilerini önemli derecede etkiyebilecek bir zaman karışıklığına yol açtı.

Programa göre; iktidar partisi, AB’nin Schengen üyesi ülkelerinin, Türkiye’ye vize serbestisi için uygulama koşullarının sonuncusunu oluşturan "Kolluk Gözetim Kanununu", geçen Cuma günü Meclis’ten geçirerek AB’nin şart koştuğu 72 kriteri tamamlamayı planlamıştı.

Böylece, 72 kriter de kararlaştırılan 1 Mayıs tarihinden önce kabul edilerek, Türk tarafının vize ile ilgili yükümlülükleri yerine getirilmiş olacaktı.

İktidar, son kriteri bugün Meclis’ten geçirmek için çaba gösterecek. Teknik bir durumdan dolayı meydana gelebilecek bir günlük bir gecikmenin büyük bir sorun çıkaracağını sanmıyoruz.

Ama 4 Mayıs tarihi önemli aslında. Çarşamba günü AB Komisyonu (Bürokratik Yürütme Kurulu) Avrupalı ülkelere vize için yeşil ışık yakacak mı?

Gelen haberler Türkiye’nin bu konuda bazı sürprizlerle karşılaşabileceği yönünde. Fransa ve Almanya’nın anlaşmanın uygulanması sırasında bir sorun çıkması durumunda yürürlüğe konulmak üzere "acil durum freni" dedikleri bir planda görüş birliğine vardıkları basına sızdı. Ancak bu önerilerin Komisyon tarafından reddedildiği de gelen haberler arasında.

Olaylar bu şekilde gelişirken 4 Mayıstaki Komisyon kararında bir sürprizle karşılaşma olasılığı sorulan AB Bakanı Vural Bozkır görüşlerini şu sözlerle açıkladı:

"Sürpriz bizim işimiz değil. Benim bu kadar yıllık tecrübemle ve tüm bu yapılanların sonucunda komisyon raporunun olumlu çıkacağını ümit ediyorum.Karar, Konseye gidecek. Bir karar verilecek burada. Oy birliği gerekmiyor. Burada sıkıntı gözükmüyor. Parlamentoda da inşallah bir sıkıntı olmayacaktır."

ERDOĞAN’IN UYARISI

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu gelişmeler yaşanırken ilginç bir çıkışı oldu. Erdoğan "Kayseri Pazarlığı" sonucu varıldığı söylenen son vize anlaşmasının Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun zaferiymiş gibi gösterilmesinden hoşnut değil.

Erdoğan’ın konuyla ilgili açıklaması şöyle:

"Başbakanlığım döneminde Ankara Palas’ta 2016 Ekiminde Schengen’in uygulamaya gireceği açıklanmıştı. Koşul moşul yok. İmzalar atılmıştı. Ekim ayında yürürlüğe girecekti. Şimdi Haziran’a dört ay önceye çekmenin adeta bir kazanımmış gibi sunulmasını anlamıyorum. Kaldı ki 53 yıl beklemişiz.Bu tür küçük şeylerin büyük kazanımmış gibi sunulmasına üzülüyorum."

Erdoğan’ın sözünü ettiği anlaşma 16 Aralık 2013 tarihinde Dışişleri Bakanı sıfatıyla Ahmet Davutoğlu tarafından imzalanmıştı.

Cumhurbaşkanının açıklamasındaki "bu tür küçük şeyler.." sözleri ilginç Acaba anlaşmanın kendisini mi "küçük şeyler" olarak nitelendiriyor yoksa Başbakanın açıklama şeklini mi? Yoruma bağlı galiba! Yoksa imzalanan "mülteci" anlaşmasını mı kastediyor? Ve ya Avrupa Birliği ile olan ilişkileri mi?

Zira son zamanlarda Cumhurbaşkanından ve yakın çevresinden başta Avrupa olmak üzere Batı ülkelerine ilişkin tek olumlu sözcük duyulmaz oldu. Medyada doğrudan Saray’a bağlı yazarlar ve de televizyoncular artık her fırsatta Amerika ve Avrupa aleyhine "saydırıp" duruyorlar.

Başbakan Davutoğlu ve AB Bakanı Vural ise Avrupa Birliği ile ilişkileri canlı tutmak için yoğun çaba gösteriyorlar. Yukarıdaki açıklamasından anlaşıldığı gibi Cumhurbaşkanı, Başbakan ve AB bakanının bu tutumlarından memnun değil gibi.

Belki de Saray yazarları son günlerde Davutoğlu’na bu nedenle saldırıyorlar. Başbakan’ın partisinin grup toplantısında adını vermeden Saray yazarlarını hedef alması belki de önemli bir dönemece girildiğine işaret ediyor.

ERDOĞAN AB’NİN DEMOKRASİ STANDARTLARINI BENİMSEMİYOR

Mülteci anlaşmasının ilk günlerinde Türkiye ile AB arasında, kısa bir süre bir bahar havası yaşanır gibi oldu. Merkel’in önderliğinde sürdürülen görüşmelerde bazı sonuçlara ulaşıldı ama "mülteci korkusuyla" Türkiye’ye yakın gibi davranan ülkelerin kamuoylarında anlaşma sonrası tepkiler yükselmeye başladı.

Son zamanlarda Türkiye’deki ifade ve basın özgürlüklerinde büyük bir gerileme olduğunu dile getiren dışişlerinden sorumlu AB Yüksek temsilcisi Federica Mogherini bu durumun Türkiye’yi Avrupa değer ve standartlarından uzaklaştırdığını belirtti.

AB Yüksek Temsilcisi ilginç bir noktaya da şöyle değindi:

"Türkiye’de medya ve ifade özgürlüğü bağlantılı sorunlarla karşılaştığımızda, bizim açımızdan endişe verici unsuru, bu adımların Türkiye’yi,Türk halkının da her zaman sempati ve aidiyet duygusu gösterdiği Avrupa değerlerinden ve standartlarından uzaklaştırıyor olması oluşturuyor."

Anladığımız kadarıyla "AB’nin dışişleri bakanı" diyebileceğimiz yetkilisi, "belli bir merkezin Türk kamu oyunu AB değerlerinden uzaklaştırmak üzere sistematik bir çaba gösterdiğine" dikkat çekmeye çalışıyor ezcümle! Aslında sözlerdeki adres belli de protokol icabı teknik terimlerle meramını anlatma yolları seçmiş Mogherini.

Bu arada AB’nin genişlemeden sorumlu yetkilisi Johannes Hahn da Şanlıurfa’da mülteci kamplarını gezdikten sonra benzer açıklamalarda bulundu. O da Başbakan Davutoğlu’nun vize muafiyetinin, belirlenen tarihte yürürlüğe girmemesi durumunda Türkiye’nin de geri kabul anlaşmasının geçerliliğini donduracağına ilişkin sözlerinin hatırlatılması üzerine "Bu sadece ortak değil,aynı zamanda dost olmak isteyen insanların kullanacağı türden bir dil değil" şeklinde konuştu.

Asıl önemli açıklama Komisyonun en yetkili yöneticilerinden Birinci Başkan Yardımcısı Frans Timmermans’dan geldi. İnsan hakları, medya ve sivil toplumda yaşanan ihlaller nedeniyle Türkiye ile aralarındaki mesafenin azalmayıp arttığını belirten Timmermans, bu konuların ele alınması için (yargı ve temel haklar), (adalet,özgürlük ve güvenlik) başlıklı 23 ve 24’ncü fasılların açılarak üyelik müzakerelerine devam etme kararı alındığını hatırlatarak sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bu fasılların müzakeresi devasa bir fırsat yaratabilir. AB olarak Türkiye’ye angaje olmalı mıyız olmamalı mıyız? Angaje olmadığımız geçmiş yıllar bize ne getirdi.Sırtımızı döndüğümüz,birbirimizle konuşmadığımız bu yıllar Türkiye’deki insan haklarına,basının durumuna ne sağladı?Hiçbir şey.Angaje olmaya ihtiyacımız var."

Timmermans AB içinde önemli bir yönetici. Sözleri de açık. Vize muafiyeti başka bir şey tam üyelik başka bir şey.Türkiye’ye beklemediği bir sırada sunulan iki önemli fasıl AB ile Ankara’nın gelecek ilişkilerini ortaya koyacak.

Teklif çok net..Eğer Ankara Yönetimi AB’nin;yargı ve temel haklar,adalet,özgürlük,güvenlik ve benzeri temel değerlerini standardize eden ilkelerini kabul ederse diğer teknik konulara geçilerek tam üyelik müzakerelerinin önü açılacak.

Ankara Yönetimi, bu standartların "başkanlık rejiminde ekonomik gelişme ve büyümeye engel olduğuna" karar verirse tam üyelik görüşmeleri rafa kaldırılacak. Başbakan Davutoğlu’nun samimi bir şekilde AB standartlarını kabul ederek kendi otoritesine hukuki dayanak aramayı amaçlayan bir görüntü verdiğinin altını çizelim.

Buna karşılık, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisini bağlayıcı bulduğu, başta AB olmak üzere Batı standartlarından kopmak için deneyeceği yollar önemli. Bugünkü tutumunu sürdürürse AB ile tam üyelik hedefi başka iktidarlara kalacağa benziyor.

Son sözde bizden AB yetkilisi Timmermans’a. Altı yıl önce Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Hollandalı parlamenter, raporunun hazırlıklarını yaparken İstanbul’da, Ankara ve İstanbul’daki Gazeteciler Cemiyetlerinin yöneticileriyle görüşmek istemişti. Biz de Gazeteciler Cemiyeti adına bu görüşmeye katılıp Türkiye’deki basına uygulanan baskıları anlatmıştık örnekleriyle.

Avrupa Parlamentosu raportörü, bizleri uzaylıymış gibi dinlemiş ve zamanın Başbakanı Erdoğan’ı yere göğe sığdıramayıp "ama o askeri yenmiş büyük bir demokrat" diye görüşünde ısrar etmişti. Parlamento da daha sonra "Büyük demokrat Erdoğan’ı" omuzlayan raporu büyük çoğunlukla benimsenmişti. AB Komisyonu da toz kondurmadan Erdoğan’ı desteklemeye devam etmişti o tarihte.

Neyse sayın Timmermans, bugün geldiğimiz noktayı, siz de "kaldırıldık" deyip geçiştirirsiniz günümüzün modasına uyup!