Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu, Kıbrıs sorununun temellerine, çözümsüzlüğün kimyasına, adada tek devleti öngören hiçbir çözümün neden mümkün olamayacağına değindiği, çok da yeni bir şey söylemeyen ama bu arada bazı kavramlara açıklık getirdiği bir konuşma yaptı Ankara’daki bir toplantıda. 

Yusuf Kanlı


Kıbrıs sorununun 8 Mart 1964 tarihli adaya Barış Gücü gönderen 186 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararıyla çözümsüzlüğe mahkum olduğunu vurguladı. Bakan, kanın durması için adanın anayasasına ve kurucu anlaşmalarına rağmen sadece Rumlardan oluşan yapıyı meşru Kıbrıs Cumhuriyeti hükümeti olarak gören karara Türkiye tarafına “geçici” ve “kan durunca normale dönülecek” vaadiyle kabul ettirildiğini ama o tarihten bu yana Rumlar o unvanı korumak, Türkler ise egemenlikteki ortaklıktan vaz geçmemek uğraşısı içinde olduklarını anlattı.

IMG111

Yusuf Kanlı ve Tahsin Ertuğruloğlu


Doğal olarak Kıbrıs sorununu biraz bilen herkesin hemfikir olacağı bir teşhis bu. Bu arada bir diğer önemli vurgu da Türkiye’nin geniş dış politika spektrumunda Kıbrıs’ın sadece bir konu olduğunu ve her zaman aynı çizgide olmanın mümkün olamayacağını, Kıbrıs Türk siyasilerin de Türkiye’nin kendi çıkar değerlendirmelerine saygı göstermesi gerektiği vurgusuydu.

TEPAV tarihi bir görev yapıyor
Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı bir süredir Kıbrıs’tan siyasetçilere, Kıbrıs sorunu üzerine tartışmalara ev sahipliği yapıyor. Her görüşe yer verilmeye çalışılması da bir düşünce kuruluşundan beklenilmesi gereken bir etik konu ki buna riayet memnuniyet verici. Daha önce “Mevcut parametreler içinde ama yeni bir şeyler söylemek lazım” diyen Serdar Denktaş’ı, “gevşek federasyon” savunması yapan Cumhuriyetçi Türk Partisi lideri Tufan Erhürman’ı dinlemişti toplantılara katılanlar. Gerek Denktaş gerekse Erhürman iki bölgeli, iki toplumlu, siyasi eşitliğe dayalı federal bir Kıbrıs öngören BM Güvenlik Konseyi Kıbrıs parametreleri çerçevesinde ilerlenebileceği görüşündeyken, Ertuğruloğlu adada iki devletin sadece iyi komşuluk gibi konuları görüşebileceğini vurguladı.


Ertuğruloğlu mantalitesiyle çözüm mümkün değil diyecek olsam kendisi zaten çözüm istemediğini, sorunda hemfikir olmadığını vurguluyor. “Sorun çözülecek ise, önce sorun ne üzerinde bir mutabakat lazım. Şu veya bu formülle Rum yönetimini kabul etmemiz mümkün değil. İki ayrı devlet var. Ada gerçekleri dikkate alınmalı.”

Egemen eşitlik
Eskiden beri tartışılır hep. Siyasi eşitlik Kıbrıs Türkünün olmazsa olmaz şartıdır denir. Rumlar hazmedemese ve Crans Montana’da Nikos Anastasiades “Ben bunu halkıma anlatamam” deyip toplantıyı terk etmiş olsa da, tekrar masa kurulacaksa siyasi eşitlik bir BM parametresi haline geldiğinden tekrar görüşülemez, görüşülmemeli. Ertuğruloğlu’na göre bu pozisyon yetersiz. “1960 sistemi siyasi eşitlik üzerine kurulmuştu. Biz çok mutluyduk. Rumlar hazmedemedi. 1974 öncesi acıları biz o nedenle yaşadık. Artık egemen eşitlik şart. Adada iki devlet, iki demokrasi, iki halk var. Bu iki devlet kendi aralarındaki ilişkiinin nasıl olacağını oturup konuşurlar, o kadar.”    


Peki görüşmeler için iki devletin kabulü şartı vardı, o ne oldu. Rumların Kıbrıs Türk devletini tanımasının gerekmediğini söyleyen Ertuğruloğlu, görüşmelerin ön şartının Kıbrıs Türk devlet hakkının kabulü (acknowledgement of Turkish Cypriot statehood) şart olduğunu vurguladı. Daha önce de “Tanıma şart değil” benzeri beyanatlar verilmiş olsa da egemen eşitliğin böyle net bir tanımı yapılmamıştı. O açıdan önemliydi.

“Anavatanın gücü kadar güçlüyüz”
Ertuğruloğlu’nun bir diğer vurgusu ise Kıbrıs Türk halkının “kendi başında bir değeri” veya “oynayabileceği bir rolü” olmadığını, herhangi bir şekilde tek başına aktör olamayacağını, “bölgesel bir aktör ve oyun kurucu” Türkiye ne kadar güçlüyse ancak o kadar güçlü olabileceğini vurgulamasıydı.


“Filistin lideri Yaser Arafat’ın bir görüşmelerinde Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf Denktaş’a söylediği gibi, Filistin halkının en büyük eksikliği Türkiye gibi bir anavatana, koşulsuz desteğe sahip olmamasıydı” hatırlatmasını yapan Ertuğruloğlu, “Gidilecek yol Anavatanla birlikte gidilecektir. Tüm Kıbrıs görüşme süreçleri, Avrupa Birliği, ABD, İngiltere gayretleri Kıbrıs Türkünü Anavatandan koparma çabalarıdır” dedi.


Gerek AB, gerekse İngiltere ve ABD’nin Kıbrıs Türk devletinin tanınmasını, ilişkilerini geliştirmesini engelleme derdinde olduğunu söyleyen bakan, “Kıbrıs’ta muhalefet izolasyonlar, ambargolar nedeniyle yaşanılan sıkıntılardan o sıkıntıları yaratanları kınamak yerine bizi sorumlu tutuyor, eleştiriyor. Adımlar atılıyor ama gerek İslam Konferansı Teşkilatı, Türki Devletler Birliği ve birçok platformda destek mesajları alıyoruz ama fiiliyatta adım atılması AB, ABD, İngiltere ve Rum Yönetimi engelliyor. Bakın, Kazakistan’daki Türki Devletler Zirvesine AB baskısı nedeniyle davet alamadık” yorumunu yaptı.

Kıbrıs Türkiye için önemlidir
Stratejik ve ekonomik çıkarlar kadar politik açıdan da Kıbrıs’ın Türkiye için son derece önemli olduğunu vurgulayan bakan adada tek Türk olmasa da Türkiye’nin adayı terk edemeyeceğini vurguladı. “Kıbrıslılık” diye bir ulus olmadığını, Kıbrıs Türklerinin Rurk milletinin asli bir unsuru olduğunu, Kıbrıslılığın ise sadece bir kültürel ve coğrafi tanım olduğunu öne süren bakan Kıbrıs meselesinin Türk ulusunun bir davası olduğunu söyledi.

Muhalefetin Türkiye’ye sokulmaması
Her ülkenin arzu etmediği kişileri hiçbir açıklama yapma gereği duymadan topraklarına sokmama kararı olduğunu da bir soru üzerine hatırlatan bakan, kimlerin Türkiye’ye sokulmadığına bakılmasını; sadece muhalefetin ülkeye sokulmadığının söylenemeyeceğini savundu. Hiçbir ülkenin kimleri topraklarına almayı reddettiğini ancak sadece “sınırdışı” işlemi yaptıklarının sebebini açıklayabileceğini söyleyen ve ısrarla “neden muhalif olmaları  değil” diyen bakan, “Muhalefet kabul edilebilir sınırlar üzerine geçerse, elbette engelleme yapılabilir” sözleriyle de Türkiye’ye sokulmayan Kıbrıs Türklerinin “aşırı muhalefet yapanlar” olduğunu zımnen kabul etti.

* * *

KKTC siyaseti felç oldu
Elindeki Kıbrıs Türk bütçesine tek destek verebilecek dış kaynak imkanını cömertçe adadaki tüm gelişmeleri arzu ettiği şekilde dizayn etme amacıyla kullanan veya çeşitli örtülü yollarla, bazen doğrudan seçim kampanya katkısı ya da belli bir adayı desteklediğini belli ederek çeşitli yollarla ada iç siyasetinde hep önemli bir rol oynamıştır. Seçim kampanyasına kendi seçim kampanya uzmanlarını, seçim otobüsünü, onlarca danışmanını “ödünç” verdiği ne 2005 seçiminde ne de daha önce Ankara son dört yıldaki kadar Kıbrıs Türk iç siyasetine müdahil olmadı, oyun kurucu olmadı.
Hani bazı muhalifler Kıbrıs’ın kuzeyini amatörlerin sirkine benzetir ya bazen, işte o sirkteki gerili tel üzerinde yürümek gibi bir şey adanın kuzeyinde bağımsız siyaset yapabilmek. Kimsenin tanımadığı, ekonomik ilişkilerini ya “düşman” ile işbirliği içerisinde, ya da bütçesel bağımlı olduğu tek tanıyan ülke üzerinden yapmak zorunda olan bu küçük devlet için.

Akıncı travması
Mustafa Akıncı cumhurbaşkanlığı her ne kadar “Kıbrıslılık” şarkısı için güzel bir ara nağme idiyse de, çeşitli abes nedenlerle ama en önemlisi Kıbrıs sorununun bir iç denge bir de dış denge konusu olduğu es geçildi. Sadece Kıbrıs Türkleri ve Rumlarının değil, bir o kadar da dış denge aktörleri Türkiye, Yunanistan ve hatta İngiltere ve onun üzerinden de Batı dünyası olduğunu bir kenara atıp, kendi halkıyla, Türk ulusuyla empati yapmak yerine Rum ile, Yunanla ve hatta İngiliz ile, Amerikalı ile iş tutunca Akıncı, muazzam bir travma yarattı Türkiye’de.

2020 dönüm noktası
2020 KKTC Başkanlık Seçimi işte bu nedenle doğrudan müdahaleye kadar varan, adeta bir Türkiye seçimi gibi davranılan bir dönem oldu. Merkez sağdaki Kıbrıs Türk halkının desteklediği en kuvvetli adayın adı ne olursa olsun Akıncı’ya karşı onun seçilmesini destekleyecekti Ankara. Öyle de oldu. İlk kez seçime Türkiye müdahil olmamıştı ama o derece hoyratça müdahale ilk kez olmuştu.


Kimse “Ersin Tatar’ı Ankara seçtirdi” falan demeye kalkmasın. Dediğim gibi eğer Kıbrıs Türkü o gün Kudret Özersay’a yönelmiş olsa idi, Ankara da onu destekleyecekti.
 Ama 2020 yılı bir anlamda dönüm noktası oldu. Ankara bir Kıbrıs Türk liderinin seçilmesine katkı koymadı sadece, o liderin boşalttığı parti başkanlığı ve başbakanlığı da kendisi belirlemek istedi.


Sonuç? Sadece Türk Mukavemet Teşkilatı’nın sivil siyasi partiye dönmüş hali olan Ulusal Birlik Partisi savrulmadı, tüm KKTC siyaseti felç oldu Türkiye’nin ardı ardına siyasete yaptığı müdahaleleriyle. UBP kendi seçtiği lideri Ersin Saner’i kısa sürede harcadı. Yerine seçilen Faiz Sucuoğlu Ankara’dan vize alamadı, bir ayak oyunuyla hem parti liderliğinden hem başbakanlıktan oldu. Kendi kurultayını yapmaktan aciz hale gelen UBP direktifle parti başkanı ve başbakan atadı. Bu arada Dışişleri Bakanı Ertuğruloğlu Ankara emriyle meclis dışından koltuğa geldi.

Ankara oyun dışı
Türkiye yapılan büyük yanlışı nihayet fark mı etti? Kıbrıs Türkü 2025 seçimlerine doğru ilerlerken en azından şimdilik Ankara müdahil olmamaya kararlı gibi görünüyor. Ulusal Birlik Partisi’nde kurultay kazanı yeniden ateşe konuyor gibi. Bu yıl değilse de önümüzdeki yılın başında kurultay var. Şimdiden en az dört aday ortaya çıkmış gibi; mevcut parti lideri Ünal Üstel, önceki liderlerden Faiz Sucuoğlu, eski bakanlardan Hasan Taçoy ve mevcut Meclis Başkanı Zorlu Töre.
Önceki kurultaylarda yaşanılan fiyaskolardan sonra Ankara da ders almış gibi. Sanki iç siyasi partiler seviyesinde de sanki Ankara “uzak durma” kararını almış gibi görünüyor. O kadar ki benim kulağıma gelen bilgilere göre Büyükelçi Metin Feyzioğlu ve ekibine bile talimat verilmiş, görev gereği bakanlarla temas haricinde destek anlamına gelecek her türlü temastan kaçınılması istenmiş.