Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres’in Kişisel Temsilcisi Maria Angela Holguin Cuellar mekik diplomasisiyle taraflar arasında görüşmeler yoluyla ilerleme olabilmesi için “ortak zemin” var mı arayışlarında.

Yusuf Kanlı

Lefkoşa’da her iki tarafla temaslar ardından Atina’da, Ankara’da da seviyeleri farklı temaslarda bulundu.
İşi çok zor. Adadaki taraflar arasında sonucu ne olacağı hususunda görüş birliği olmadığı sürece hangi görüşme için ortak zemin gerekiyor? Federasyon mu? İki devletli çözüm mü? Neye göre görüşme süreci olacak? Gerçekten federasyon kurmak ise amaç, iki kesimlilik, iki toplumluluk gibi mevcut parametrelerin tümü de geçerli ise, ki olmalı, o zaman 2017’de Crans Montana’da “siyasi eşitlik” sebebiyle Rum tarafının masadan kaçtığı, ondan önce de iki düzineden fazla görüşme çabalarında hep aynı noktaya gelindiğinde Rum tarafı tarafından süreçlerin tıkanıklığa itildiği herkesçe malum değil mi?

Uzun bir yol
1968’de Beyrut’ta rahmetli Rauf Denktaş ile Glafkos Klerides arasında başlayan görüşmelerle on yıllar geçti. Anayasası, kuruluş anlaşmaları bir tarafa bırakılarak ve tek taraflı olarak Kıbrıs Türk ortağı dışarda bırakacak şekilde tadil edilen Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tekrar efektif federasyona dönmesi maksatlı toplumlararası görüşmeler süreci defalarca imza atılacak sonuçlara, uzlaşılara ulaştı. 1973’de neredeyse muhtariyete razı oldu Kıbrıs Türkü. Türkiye’nin küçücük askeri birliği ve garantisi devam ediyor diye anlaşmayı imzalamayı reddetti Başpiskopos Makarios. Kantonal çözüm bile düşünüldü. O varılan uzlaşıya yakın noktalar bugün görüşülmesi mümkün bile görülemeyecek çok büyük tavizler içermekteydi.


Sonuç? Crans Montana’da düşünülmesi akla zarar toprak ödünleri, üstelik üzerinde tam bir görüş birliği olmadığı halde, bile verildi. Dahası ilk kez hemen ertesi gün olmasa ve sözlü olsa da bir takvim dahilinde Türk askerinin adadan ayrılması önerildi. Dönüşümlü başkanlık dahil Kıbrıs Türk siyasi eşitlik hakları hazmedilemediği için, “Halkıma anlatamam” bahanesiyle ve büyük oranda da şimdiki Rum liderin provokasyonuyla Nikos Anastasiades masadan kaçmadı mı?

Ortak hedef yok
Koşullar değişmediğine ve Rum tarafının adanın tek hakimi olma bataklığından çıkmak istemediğine, Türk tarafının ise bırakın Rum’a teslim olma niyetinde olmadığını artık “siyasi eşitlik denendi, olmadı artık egemen eşitlik isteriz ve kabul edilmeden yeni görüşmenin anlamı yok” dediğine göre ortak bir zemini boş verin, ortak bir hedef olmadığı gün gibi aşikar.


Tesadüfen Birleşmiş Milletler genel sekreterinin kişisel temsilcisi Holguin’in Ankara’da Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile görüştüğü sırada Türkiye'de ve bölge ülkelerdeki iktisadi ve sosyal kalkınmaya katkı sunma amacıyla 2004’de kurulan Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu’nu misafir ediyordu. Hatta, bayan Holguin ile Fidan’ın görüşmesi öncesinde iki dışişleri bakanı bir araya gelmişlerdi.

Ankara, KKTC hep aynı görüşte mi?
Fidan ile Ertuğruloğlu arasında Kıbrıs konusunda belki bazı nüanslar vardır. Doğal olarak Ankara’nın geniş perspektifinde Kıbrıs en önemli detaylardan birisi olabilir sadece. Ancak, iki devletli çözüm, veya “egemen eşitlik” detay değil, gelinen aşamada Ankara’nın Kıbrıs politikasının temeli özelliğinde. Fark var mı? Bence başlıkta tam görüş birliği olsa da alt başlıklarda var. Mesela Ankara açısından ayrı Kıbrıs Türk egemenlik hakkının kabulü yeterli olabilir. Veya, iki devletliliğin altında tam anlamıyla ayrı ve Ertuğruloğlu’nun dediği şekliyle “sadece iyi komşuluk ilişkileri” görüşülecek bir düzenleme olmayabilir, gevşek federasyon, konfederasyon gibi iki ayrı devleti ve demokrasiyi kucaklayacak alternatifler de mümkün olabilir. Bütün bunlar Ankara ile Kuzey Kıbrıs arasında tam uyumla ele alınmakta mıdır? Kanımca Ankara katı bir “ille de tam bağımsız iki devletin tanınması şart, yoksa görüşme yok” çizgisini çoktan geride bıraktı.

Crans Montana’dan devam mümkün değil
Rum liderin dediği gibi müzakerelerin 2017’de kendi teşvikiyle Anastasiades’in terk ettiği noktadan başlamasının mümkün olmadığını görüşme olsun diye sabah akşam beyanat verenler bile görüyor ve teslim ediyor. O kadar ki bir süre önce bu sütunda yazdım eski bir BM özel temsilcisi bile mevcut BM parametreleri esnetilmediği müddetçe ve Kıbrıs Rumlarına statükonun devamından Kıbrıs Türklerinden ziyade kendilerinin zarar görebileceği fiili adımlarla gösterilmediği sürece siyasi eşitlik temelli, adanın egemenliği ve toprağında Kıbrıs Türk haklarını içerecek bir çözümün mümkün olmadığı görüşünde olduğunu yazmıştım.


Adayı ziyaretinde Lefkoşa Yeşil Hat varillerinin arasındaki boşluklardan Türk tarafına bakıp federal çözüme övgü düzen Alman şansölyesinin ekibi bile eminim bırakın Crans Montana’da bırakıldığı yerden görüşmelerin başlayabilmesini, mevcut Rum mantalitesiyle bırakın federal çözümü, 1960 sistemi efektif federasyona bile dönülebilmesinin mümkün olmadığını teslim ediyordur.

Diplomasi siyah beyaz değil, gridir
Her ne kadar Kıbrıs Türk tarafı egemen eşitliği, eşit uluslararası statüsü kabul edilmeden Rum tarafıyla yeni bir müzakere sürecine girmeyeceğini net olarak söylese de, Kıbrıs Türk halkının 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin temellerini oluşturan egemenlikteki eşitliğinin kabulü, Kıbrıs Türklerinin kendi devletlerini kurma hakkının teyit edilmesi ve belli bir takvim ve iki ayrı demokrasi, iki ayrı halk, iki ayrı din ve kültür gibi adadaki gerçekler ve ada dışında adayla alakalı olarak 1960 sisteminde yer alan Türkiye ve Yunanistan arasındaki dengenin korunması çerçevesinde yapılacak bir görüşme sürecine sonsuza kadar hayır denilmesi de çok da mümkün olmayacaktır.


Bilinen ve değişmeyen Rum pozisyonu nedeniyle böyle bir sürecin de başarısız olacağı neredeyse kesindir. Ancak çözümsüzlüğün bile görüşmeler yoluyla kabul edilerek, alternatif çıkış yollarının bulunması gerekir. Bir diğer deyişle çözümsüzlük eğer çözüm olacak ise, bu da yine görüşmelerle ve karşılıklı mutabakat ile olmalıdır. Unutmamak lazım, diplomasi siyah beyaz değil, gridir, gri. Katı pozisyonlarda ısrar, keskin sirke örneğindeki gibi öncelikle bize zarar verir.


İddia edildiği gibi 60 yıl boşuna harcanmadı. Görüşme sürecinde nereden başladığımızı, ne noktaya geldiğimizi dikkate almalıyız. Ayrıca, iç demokratik ve kötü yönetim konularıyla, bağnaz İslamcı baskı ve uygulamaların faturasını zaten fatuıası kabarık Kıbrıs Rumlarına yüklemek kimseye yarar getirmez. Hatayı kabul edip kendi evini toparlamaya çalıştığı gün Kıbrıs Türkü çok önemli bir adım atacaktır. Unutmamak lazım doğru dürüst çalışan bir demokratik yönetişim çözüm olsa da olmasa da Kıbrıs Türkünün temel bir sorunu ve ihtiyacıdır.