Su meselesi her ne kadar Türkiye medyasında yer bulmasa da 1974 Barış Harekâtı kadar, hatta ondan da fasla önemi olan bir konudur. Tüm adaların olduğu gibi Kıbrıs adasının da en temel eksikliği yaşamsal önemi olan suyun azlığı, yeterli miktarda bulunmamasıdır. Bilhassa yağışın az olduğu birkaç yıl yaşandığı zaman karşılaşılan su sıkıntısını en iyi herhalde Akdeniz iklimine sahip Kıbrıs, Malta, Rodos gibi adalardan daha iyi kimse bilemez.

Bu mesele ne görmezden gelinebilecek ne de üzerinde siyasi ahkâm kesilebilecek bir konu değildir.

Ulusal Birlik Partisi başkanı Hüseyin Özgürgün nihayet siyasi koltuktaki derin uykusundan nihayet uyanır gibi yapmış, büyük ortağı Cumhuriyetçi Türk Partisi’ne "Çarşambaya kadar karar verin, su meselesi çözülmezse hükümet biter" demiş. CTP bu uyarıyı ciddiye alır mı? Mantıken Cumhuriyet Meclisi’ndeki sayı durumunu dikkate alarak, o kendisinden çok ümit beklenilen ama hilkat garibesine dönen CTP-UBP hükümetinin yanı sıra en azından UBP-DP-UG alternatifi de olduğunu, bu iki partinin tılsımlı 26 sayısına ulaşabileceklerini (50 kişilik mecliste hükümet kurma yeter sayısı) görmeli CTP yönetimi.

Görür mü? Görmeli. Yoksa UBP bu zoraki katır arabasından iner, hükümet dağılır, o büyük hayallerle beklenen içi zehir dolu dışı ise daha bir türlü şekerle kapatılamayan "çözüm ilacı" apaçık halkın önüne gelir. O zaman hem "Kıbrıs’ı ver kurtul, işimize bakalım" ekibi, hem uluslararası "çözüm de çözüm" goygoycuları ve en önemlisi Kıbrıs’ta "Rum ne eylerse güzel eyler, yeter ki Türkiye’den kurtulalım" mantalitesindeki derya kuzuları sükûtu hayale uğrarlar. Olacak şey mi, damdazlak ortada kalıverirler.

Uluslar arası siyaset şaka kaldırmaz. "garantiler meselesi yüzünden Kıbrıs görüşmeleri çökmez. O aşamaya iş gelirse esneriz" lafı edildiği gün garantilerin sona ereceğini kabul etmiş oldu Türkiye. Şimdi istediği kadar kıvırtıp, "şartlı söylediydik ama" falan densin, fark etmez, dava ciddi yara aldı. Bu hoyrat ve hesapsız siyasetle birlikte surata gelen tükürüğü bile "yağmur yağıyor" diye algılayan yaklaşımla ve ciddi naif iyi niyetle görüşme sürecini yürüten ekip, halkta yanlış bir şekilde "çözüm olacak" beklentisi yarattı. Bu beklenti o boyutlara ulaştı ki durumun farkında olanlar bile "hedef olurum" endişesiyle artık "engeller var" demekten korkar hale geldi.

Haziran’da çözüm, hadi olmadı Eylülde, bilemediniz 2017 baharında denmekte, sanki çözümün her halükarda olacağından emin davranılmakta. Peki eğer bu yıl veya gelecek yılın başında çözüm olacak ise, Kıbrıs Türk tarafının ileriki ortaklıkta elini güçlendirecek, ekonomik yeterliliğini sağlamlaştıracak, rekabet imkanını artıracak düzenlemeler niye rahatsızlık veriyor?

CTP tarafında ısrarla "Su yönetimi konusunda Kuzey Kıbrıs ve Türkiye tarafları arasında yapılacak antlaşma ‘uluslararası’ sayılamayacak bir nitelikte olmalıdır" denmektedir. Niye? Uluslararası anlaşma çözümden sonra da geçerli olacağından kabul edilemezmiş?

Şimdi bu sözü CTP değil de geçenlerde Ankara’da bizim Ahmet Davutoğlu ve Mevlüt Çavuşoğlu ile yemek yiyip büyük iş yaptığını zanneden AKEL lideri Andros Kyprianou söylese, anlaşılır. Adamcağız Kıbrıs Türk kurucu devletine imkan sağlayacak böyle bir anlaşmayı istemeyebilir, en azından federal hükümet bundan nemalansın, Ruma da pay düşsün diyebilir. Şimdi bu sözü DİKO lideri yavru Papadopulos söylese, anlaşılır. Peki Kutlay Erk niye söylüyor? Kıbrıs Türk halkı, Türkiye Erk’in hasmı mı?

Başka? CTP’de yine Erk’in seslendirdiği ve yönetim kliğinin desteklediği "Çözüm sonrasında Kıbrıslı Türklerin can ve mal güvenliği için önlemler alınmalı ama bu önlemler Türkiye’nin de etkin ve fiili taraf olması koşulu aranmadan, başka çözümlemelerle de sağlanmasında CTP’nin de dâhil olduğu tüm barış güçlerinin bir sıkıntısı olmayacağı kamuoyu ve Cumhurbaşkanı Akıncı ile paylaşılmalıdır" görüşü öne sürülmekte "Yani, garanti sistemi başka bir seçenekle değişebilir" denmektedir.

Yoruma gerek var mı? Bu yaklaşım ne getirecek? Sonuç ne olacak? Derya kuzuları bu konuyu doğal olarak kavrayamıyorlar ama eminim Kıbrıs Türkü ne demek istendiğini, AKEL mantalitesinin CTP’de tekrar hortladığını göreceklerdir.

Üstelik ne diyor Erk, eğer Türkiye su politikasında ısrar eder CTP’ye Türkiye’den gelecek suyu kendi arpalığına dönüştürme izni vermeyecekse o zaman "göze göz dişe diş" siyaset uygulanıp "Türkiye tarafının en yumuşak karnını denemekte çekinceli olmamalıdır." Ne diyor Erk? Garanti sisteminin sona ermesi mi seslendirilecek CTP tarafından? Yoksa CTP marjinalleşip "Ne elçini, ne paranı, ne askerini" siyasetine mi kayacak?

İşte bütün bunlar olurken "Hüseyin efendi, ne işin var orada? Çarşambayı falan beklemek niye? Akıl tutulması mı, koltuk sevdası mı, niye duruyorsun orada?" diye sormak gerekmez mi?