Sivil toplum örgütleri demokratik rejimlerin olmazsa olmazı. Bir ülkede sivil toplum örgütlerinin çalışma alanlarının genişletilmesi, artırılması ile demokrasinin gelişimi arasında doğrudan ilişki olduğu bir gerçek.

Kıvanç El

Türkiye, sivil toplum alanında "köy, ilçe" başta olmak üzere memleket dernekleri ağırlıklı bir tabloya sahip. Türkiye'de toplamda 100 bin dernek bulunuyor. Almanya'da 600 bin, Fransa'da 1,5 milyon derneğin olduğu düşünüldüğünde Türkiye'deki rakam oldukça geride.

Sivil Toplum Geliştirme Merkezi (STGM), ülkemizde sivil toplum örgütlerinin durumuna ilişkin "Türkiye’de Sivil Toplum Örgütleri: Örgütlenme Özgürlüğü ve Katılım Hakkı" detaylı bir araştırma yaptı.

STGM'nin çalışması 1000'den fazla dernek ve vakıf ile yapıldı. Rapora göre Türkiye'de örgütlenmede yaşanan en önemli problemlerin başında dernek üyelerinin bilgilerinin İçişleri Bakanlığı'na bildirilmesi zorunluğu geliyor. Derneklerin yüzde 12'si bu konuda problem yaşıyor. Bu zorunluluk, özellikle çevre, gençlik, LGBTİ+ ve hak temelli örgütler tarafından "fişlenme" gibi yorumlanıyor. 

Rapora ilişkin tanıtım toplantısında sunum yapan Proje Koordinatörü Murat Özçelebi, derneklerin tedirginlik halinin hızla arttığını gördüklerini vurguluyor.  Özçelebi, derneklerin yüzde 6'sının üye bulmakta, kaydetmekte zorlandığını, bir sivil toplum örgütüne üye olmanın artık bir "genel tedirginlik hali" durumunu aldığını vurguluyor.  Araştırmada, özellikle gençlerin kamu sınavına girmeden önce dernek üyeliğini ya sonlandırdığını ya da üye olmayarak, "ben gönüllü çalışayım" dediğine dair tespitler var.  Özellikle gençlerin genel olarak herhangi bir kişinin sivil topluma katılımındaki bu engel doğal olarak demokratik katılım hakkının önündeki bir engel durumuna dönüşmüş durumda. 

Raporda, Alevi dernek ve vakıflarına yönelik saldırılar ile Onur Haftası yürüyüşüne destek verdiği için sözlü saldırıya uğrayan dernekler de bu çerçevede örnek gösteriliyor.

Araştırmadaki tespitlerden birisi de "Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Kanunu" sonrası derneklere yönelik denetimlerin arttığına dair tespitler. Denetim arttıkça ceza da aynı oranda artıyor. Dernekler mevzuatı öyle bir halde ki herhangi bir derneğin olası denetimde herhangi bir başlıktan ceza yememesi neredeyse imkansız. Denetimin artması tabii tüm dernekler için geçerli değil, Özçelebi'ye göre denetim daha çok "eleştirel derneklere" yönelik yapılıyor. Bunun da bir sonucu var. Murat Özçelebi, burada, "Denetim ve cezalar sonucunda derneklere kapatma davalarına giden bir eğilim ortaya çıkıyor. Bu örgütleri içe kapanmaya, söylediklerine daha fazla dikkat etmeye, oto sansüre itekliyor. Bu da sonuç olarak ifade özgürlüğü sınırlayıcı bir konu" tespiti yapıyor. 

Rapora göre, kamu fonlarından çok sınırlı sayıda sivil toplum örgütü faydalanıyor. Yabancı fonları alanlar ise "foncu" suçlamasıyla karşı karşıya kalıyor. Hibeyi veren kurumlar da karalama kampanyalarına maruz bırakılıyor. 

Özetle; sivil toplumun önünde "hukuki" ancak demokratik süreçlere zarar veren ciddi engeller var. Bu konuda hem mevzuat hem de uygulamalar noktasında adımlar atılması şart. Önümüzdeki aylarda açıklanması beklenen "İnsan Hakları Eylem Planı"nın en önemli başlığının bu olması gerekiyor. Ancak hükümet bu "denetleme ve ceza alışkanlığı"ndan vazgeçecek gibi durmuyor.