Yıldız YAZICIOĞLU Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasası, 28’nci maddesinde “Basın hürdür sansür edilemez” hükmünü içermekle birlikte “kamu düzeni”, “genel ahlak” gibi muğlak gerekçeler ileri sürülerek sansür yapılmasına kapıyı açıyor. “Devlet basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır” ifadesiyle korunması gerektiği işaret edilmesine rağmen devamında yasakçı zihniyet için gerekçeler sunuluyor. Anayasal açından özgürlükçü yaklaşım Türkiye’nin siyasal ve toplumsal atmosferine egemen olduğunda basın ve ifade özgürlüğüne yönelik yasaklama örneklerini belki ender görebileceğiz. Ancak Türkiye’nin son yıllarda uluslararası kamuoyunda tartışmalı demokrasi ve insan hakları karnesiyle birlikte Zeki Alasya-Metin Akpınar ikilisiyle “Yasaklar” müzikalini sıkça anımsadığımız günlerden geçiyoruz. Geçtiğimiz yaz, iktidar cephesinde Cumhur İttifakı’nda AKP’nin ortağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ısrarcı tutumuyla Covid-16 salgınında TBMM’nin fazla mesai yapmasıyla yasalaştırılmış sosyal medya düzenlemesi ile birlikte Türk Basın Tarihi’nde “Engelleme aracılığıyla Sansürleme dönemi” içindeyiz. Bu dönem geçen yıl Ekim ayından itibariyle başladı. Gün geçtikçe basın ve ifade özgürlüğü hak ihlalleri takibini mesleki sorumluluk kabul etmiş Gazeteciler Cemiyeti gibi meslek örgütlerini ve bizleri hayrete düşürecek şekilde yeni engelleme örnekleriyle devam ediyor. Prof. Dr. Yaman Akdeniz’in kurucuları arasında yer aldığı İfade Özgürlüğü Derneği’nin erişim engelleme kararlarıyla ilgili kamuoyunu bilgilendirme açıklamalarını dahi hedef alan yasaklama/sansürleme kararları alınıyor. Gazeteciler Cemiyeti’nin Özgürlük için Basın projesi kapsamında hazırladığı hak ihlalleriyle ilgili aylık raporlarında, okunması ve anlaşılması zor şekilde “erişim engelleme kararıyla ilgili erişim engelleme kararı alınmasına ilişkin erişim engelleme kararı” gibi tekerlemeler göze çarpıyor. Ne yazık ki uzadıkça uzamaya başlayan bu tekerlemeler, okumaya çalıştığımızda bizleri gülümsetmiyor. Hakimliklerce zincirleme erişim engelleme kararları alınmasıyla yargı, Türk milleti adına hükmettiği sansürleme yaklaşımından utanıyor olmalı ki verdiği kararlar ile ilgili yapılan haberleri, açıklamaları ve tespitleri de “ulaşılamaz” kılmaya çalışıyor. Böylece Türkiye’nin kamusal hafızasında neyin, neden yasaklandığı gibi bilgiler dahi unutturulmak isteniyor. Yolsuzluk, kaçak yapılaşma, haksız edinilmiş mal varlığı iddiaları gibi içeriklere dair “kamu yararı” ilkesi dikkate alınmaksızın “kişilik hakları ihlali” gerekçesiyle kararlar alınıyor. Bu kararlarıyla yargı, siyasi veya bürokratik aktörler dolayısıyla kamuya hizmet etme sözü vermiş kişiler söz konusu olmasına rağmen tartışmalı eylemleriyle ilgili gazetecilik mesleği tarafından kamuoyuna bilgiler aktarılmasını engelliyor. Kamuoyu önünde olmayı mesleki ve siyasi konumlarıyla kendileri tercih etmiş kişiler, aynı kamuoyu tarafından internet ortamında kendileri aleyhine en ufak bilgi kırıntısı okunur, öğrenilir olmasın diye tümüyle kaldırma/sildirme taleplerini de sürdürüyor. Kişi için yargı eliyle koruma kalkanı oluşturulurken, kamuyu bihaber bırakmak rutinleştiriliyor. İnternet ortamındaki haber içeriklerine, sosyal medya paylaşımlarına, sivil toplum örgütleri web sitelerine ve hatta son haftalarda muhalefet partileri çalışmalarına dair erişim engeli tekerlemeleriyle Türkiye adeta hafızasını yitiriyor. MUHALEFET PARTİSİ MUHALEFET ETMEMELİ Mİ? Acı Kahve köşemizdeki bugünkü yazımıza konu ettiğimiz yargımızdaki erişim engelleme kararı alma eğilimi, geçtiğimiz haftalarda biz yakın takipçileri için iyice vahim sorun başlığına dönüştü. Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal tanımı itibariyle demokratik ve hukuk devleti olabilirliği açısından soru işaretlerini de iyice arttırdı. Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında millet iradesi temsilcisi ikinci siyasi parti Cumhuriyet Halk Partisi, malumunuz demokratik! rejimimizde ana muhalefet partisi. Ancak CHP’nin yürüttüğü siyasi kampanyaları, hazırladığı broşürleri, sokaklara astığı afişleriyle galiba muhalefet etmemesi gerektiği düşüncesi yargı tarafından da benimsendi. İktidar ortağı olmayan tam tersine karşısındaki Millet İttifakı cephesi liderliğini üstlenmekte olan CHP, acaba ne yapmalı ki yargı en doğal amacı “iktidar değişimi” olması gerekli ana muhalefet partisi kampanyalarına engellemekten vazgeçse… Çünkü son haftalarda verdiği hükümleriyle değerlendirdiğimizde yargı, CHP’nin iktidara yönelik her türlü eleştirisi ve sorgulamasını mevcut hükümet sisteminde Yürütme makamı olması nedeniyle bizzat kendisi iktidar olan “Cumhurbaşkanı’na hakaret” suçu olarak görüyor. Bu nedenle “kişilik hakları ihlali” iddiası yanı sıra aynı makam “devletin başı” da olduğu için “milli güvenlik” sorunu dahi oluşabileceği varsayımıyla yasaklamalara imza atıyor. Bursa-Mudanya, Niğde, Adana gibi memleketimizde köşe bucak CHP’nin broşürler, afişler gibi siyasi kampanya materyalleri yanı sıra internet ortamındaki siyasi mesajları kamuoyundan kaçırılıyor. Oysa demokratik ülkelerdeki en basit muhalefet görevi diyebileceğimiz şekilde CHP, Türk milleti maddi hazinesine ev sahipliği yapmakla yükümlü Merkez Bankası’nın mali durumunu sorguluyor. Kamuoyuna muhalefet etme görevini göstermesi de gerektiği için Merkez Bankası’nın rezervi ile ilgili “128 milyar dolar nerede?” sorusunu farklı mecralarda soruyor. Ancak yargı, CHP’nin genel merkez ve il başkanlıkları resmi Twitter hesaplarındaki paylaşımlarına erişim engelleme kararları alıyor. Bununla da yetinilmiyor, Yasama dokunulmazlığı çerçevesince millet iradesi temsilcileri olarak düşüncelerini ifade etmeleri asli görevleri olan milletvekillerince yapılan paylaşımlar da engelleme kararları kapsamına alınıyor. CHP gibi aynı soruyu dillendirme kararı alan İyi Parti, Saadet Partisi gibi muhalefet partileri ve temsilcileri de her geçen gün engelleme furyası radarına takılacak gibi görünüyor. Muhalefet sorgulamasını, sorusunu tamamiyle yok etmekte dolayısıyla unutturmakta ısrar edildikçe ise tam tersine “128 milyar dolar nerede?” sorusu her gün hayatımızda olmayı sürdürüyor. Dolayısıyla yasaklayanlar şunu unutmuş görünüyor ki bir kişi bile hafızasında bir soruyu, bir düşünceyi yaşattığı sürece o soru, o düşünce var olacaktır. Sizce Türkiye’nin internet ortamında her şey silinse dahi her şey unutulup gidecek mi? Yoksa Fahrettin pardon Fahrenheit 451 kitabındaki gibi gerekirse insanlar beyinlerinde kitapları, bilgileri taşımaya devam eder mi?