Asgari ücret, diğer adıyla minimum ücret yasal bakımdan çalışana ödenebilecek en düşük ücretin tanımıdır. Çalışanın belirlenen bu ücretin altında emeğini satamayacağını belirtmek amaçlı kullanılır. Çalışanın gıda, konut, sağlık, giyim, ulaşım, kültür!!! gibi gereksinimlerinin günün düzeyleri baz alınarak minimum seviyede karşılayacak şekilde hesaplanır. Bazı ülkelerde saatlik bazda, bazı ülkelerde ise aylık bazda çalışma saati düşünülerek belirlenir. Asgari ücretin tanımı çalışma süresiyle yakından ilişkilidir. Türkiye’de tanım çalışanın 30 günlük çalışmasına ödenecek minimum tutarın brütü olarak bildirilmektedir. Belirlenen haftalık çalışma saati standart 45 saattir. Ülke bazında asgari ücretle çalışan oranı Belçika’da %0.4, İngiltere’de %3.5, Yunanistan’da % 7.7, Fransa’da %8.4 iken ülkemizde %40’larda bazı kaynaklara göre ise daha yüksek oranlardadır. Asgari ücretin yüksek olması elbette ülkenin medeniyet ve refah durumunu yansıtırken, asgari ücretle çalışan yüzdesinin yüksek olması bunun tam tersi göstergesidir. Ülkemizde son yıllarda artan enflasyonla beraber, 6 aylık periyodlarda asgari ücret zammı yapılmış ancak bunun gerçekten yukarıda bahsedilen asgari yaşam şartlarını sağlayamadığı görülmüştür. Artan asgari ücret rakamları ile beraber ise asgari ücretle çalışan oranlarında da bir atış olmuştur. Bu maalesef iş kalitesi ve kalifiye personel açısından dezavantaj olmuş, bu etki, özellikle özel sektörde kendini göstermiştir. Peki, nedir bunun sebebi?
Bazı liberal ekonomik teoremlere göre asgari ücret düzeyindeki artış işsizlik oranlarında artışa sebep olmaktadır. Ülkemiz işte tam da bu kısır döngüye girmiştir. Artan enflasyon ile beraber mecburi artışlar özellikle küçük işletmelerde bu ücreti karşılayamayan işverenler sebebiyle çalışanın işten çıkartılmasına, dolayısıyla işsizlik oranlarında artışa katkı sağlamaktadır. Aynı şey özel sektördeki büyük işletmeler içinde benzer bir domino etkisi yaratmaktadır. Şöyle ki, bir özel hastaneyi örnek verecek olursak, asgari ücretle çalışan bir temizlik personeli ile kalifiye bir yoğun bakım hemşiresi arasında haliyle fark edilir bir ücret ayrımı mevcut olmalıdır. Ancak artan asgari ücretle beraber, kalifiye personele aynı oranda zam yapılamamaktadır. Bu zam yansıtılamadığında, kalifiye ve kalifiye olmayan personel arası fark azalmakta, bu da kalifiye personelin motivasyon kaybına ve zaman içinde işinden memnun olmaması ile beraber işten ayrılmasına kadar olan bir sürece katkıda bulunmaktadır. Çünkü kalifiye sağlık personelinin çalışma şartları daha ağır ve aldığı risk daha fazladır. Haklı olarak bunun karşılığını almak istemektedir, eğitimi ve tecrübesi bunu gerektirir, ancak bu karşılanmadığında artan memnuniyetsizlik oluşur. Aynı şekilde işveren içinde aynı şey geçerlidir. Artan asgari ücret ile beraber gider belirgin oranda arttığı için, ama ülkemizde gelir neredeyse aynı kalmaktadır, kalifiye personele aynı oranda artış sağlayamamakta, hatta iki, bazen üç kişinin yaptığı işi bir kişinin yapmasını talep etmektedir. Sonuç iş kalitesinde azalmaya ve yukarıda bahsedilen kısır döngüye evrilmektedir.  İşveren açısından bakıldığında ise çok da haksız olmadıklarını anlamak gerekir. Zira ekonomide bir iyileşme olmadığı, bilakis gerileme ve enflasyon artışı sebebiyle işverenin gelirinde bir atış olmazken, giderdeki artış bazen hayatla bağdaşmayacak oranlara gelmektedir. 
Asgari ücret artışı bazılarının sandığı gibi ülkenin refahının yükseldiği, ya da ekonominin büyüdüğü, ileri gittiği gibi bir anlama gelmediğini günlük şartlara bakarak anlamak mümkündür. Daha asgari ücret artışı yansıtılmadan yapılan zamlardan bunu görebiliyoruz. Ama, asıl can sıkıcı olan işten çıkarmaların artacağı, kalifiye personel sayısında ve bunun sonucunda yapılan iş kalitesinde azalmanın günlük yaşamımıza direk yansıyacağıdır. Devlette durum biraz daha farklı olabilir. Zira, sonuçta devlet asgari ücret oranında olmasa da özel işletme işverenine oranla çalışan maaşlarına daha yüksek oranda zam yapabilme kapasitesindedir. Özel sektör, bilhassa küçük işletmeler bu durumdan ciddi zarar görecektir. Ekonomi alanında başka reformlar yapılmadıkça, enflasyon düşmedikçe bu durum daha da kötüleşerek aynı kısır döngüde devam edecektir. 
Asgari ücret artışı, eğitim gören ve hem okul-hem iş tarzı hayat tarzına sahip öğrencileri de olumsuz etkilemektedir. Bu grup, küçük özel işletmelerde çalışma zorunluluğunda olduğundan durumdan olumsuz etkilenecek, iş bulma olasılığı azalacak, bu sebeple belki de eğitimlerini yarıda bırakmak zorunda kalacaktır. Daha küçük ölçekli iş yaparak aile bütçesine katkıda bulunmak isteyen bireyler için de aynı dezavantaj söz konusudur. Yine mevcut durum, küçük ölçekli özel işletmelerde kaçak ya da kayıt dışı çalışana yönelme eğilimi doğurmakta ve devlete vergi kaybı olarak yansımaktadır.
Özetle aslında asgari ücret artışı günlük yaşamımıza olumsuz olarak yansımaktadır. Bu asgari ücretin artışı kaynaklı değil, ekonominin kırılgan ve kötü olması, yüksek enflasyon sebepleri ile ilgilidir. Hem işsizlik oranlarında artış, küçük özel işletmelerde daha da küçülme ya da işyeri kapatılması, daha büyük ölçekli işletmelerde ise çalışan motivasyonunda azalma, iş şartlarının ağırlaşması ve işten çıkarmalar ile sonuçlanacaktır. Tanım gereği gıda, konut, sağlık, giyim, ulaşım, kültür gibi harcamalara yönelik minimum tutar olarak belirlense de ülkemizde kültür faaliyetleri artık orta sınıf için bile neredeyse lüks olduğundan bu konu gündemde bile değildir. Ne diyelim, asgari ücret artışına sevinenlerin hevesleri kursaklarında kalacak anlaşılan. Umarım, uygun önlemlerle ülkemiz bu kısır döngüden kurtulur desem de ne kadar ümitliyim işte o soru işareti.