Ekim 2023’te Cumhuriyetimizin 100’üncü yıl dönümünü yaşıyoruz. Aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti'nin uluslararası meşruiyetinin temelini oluşturan Lozan Antlaşması'nın da yürürlüğe girişinin 100’üncü yılındayız. Bu nedenle yedi düvele karşı ulusal kurtuluş savaşını başlatan ve zaferle sonuçlandıran Mustafa Kemal Atatürk’ü, silah arkadaşlarını, Lozan Antlaşması'nın mimarı İsmet İnönü’yü minnet ve rahmetle anıyoruz.

Yaşar Aysev

Mustafa Kemal Paşa'nın 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkışıyla başlayan ulusal direnişin 104’üncü yılında, o tarihte yaşanan düşman istilasının ve onlara boyun eğen Vahdettin şürekâsının yarattığı ulusal travmanın boyutlarını irdelerken, Mustafa Kemal Paşa'nın ve kahraman silah arkadaşlarının bütün mazlum milletlere örnek olan olağanüstü zaferini görüyoruz.

100 yıl öncesini hatırlamak, o tarihte Atatürk’ün başlattığı dış politikayı, diplomasiyi incelemek çok anlamlı bir görevdir.

Atatürk’ün basın özgürlüğüyle ilgili şu sözleri bizlere ilham ve görev vermektedir.

“Basın, milletin müşterek sesidir. Bir milleti aydınlatma ve irşatta, bir millete muhtaç olduğu fikri gıdayı vermekte, hulasa bir milletin hedefi saadet olan müşterek bir istikamette yürümesini teminde, basın başlı başına bir kuvvet, bir mektep, bir rehberdir.” (1922)

“Basın hürriyetinden doğan mahzurların giderilme vasıtası, yine basın hürriyetidir.” (1925)

"Basının tam ve geniş hürriyeti iyi kullanmasının, ne derecede nazik bir vaziyet olduğunu söylemeye lüzum görmem. Her türlü kanuni kayıtlardan evvel bir kalem sahibinin ilme, ihtiyaca ve kendi siyasi telakkilerine olduğu kadar vatandaşların hukukuna ve memleketin, her türlü hususi telakkilerin üstünde olan, yüksek menfaatlerine de dikkat ve hürmet etmek manevi zorunluluğu, asıl bu mecburiyettir ki umumi düzeni temin edebilir. Bununla beraber bu yolda yanılma ve kusur olsa bile; bu kusuru düzeltecek etken ve vasıta; basın hürriyetinden doğan mahzurların giderilme vasıtası, yine basın hürriyetidir." (1924) 

“Gazeteciler, gördüklerini, düşündüklerini, bildiklerini samimiyetle yazmalıdır.” (1929)

“Gazeteciler, kanunun ve umumun menfaatlerinin aksine muamelelere şahit ve vakıf oldukları taktirde gerekli yayında bulunmalıdır.” (1923)

“Matbuat hiçbir sebeple tahakküm ve nüfuza tabi tutulamaz.” (1923)

“Önem ve yüceliği cihan medeniyetinde açıkça kendisi gösteren basına, hükümetimizin birinci derecede önem vermesi; bu hususta sarf edeceği mesaiyi, millete ifa ile mükellef olduğu hayırlı hizmetlerin baş tarafına koyması yüksek Meclisin kesinlikle isteyeceği hususlardandır.” (1922)

“Özel maksatla neşriyat yapan bazı gazetelerin, halkın ekseriyeti üzerinde yaptığı tesir, her memlekette olduğu gibi o gazetelerin lehinde değildir.” (1924)            

“Türkiye basını milletin gerçek ses ve iradesinin doğduğu yer olan cumhuriyetin etrafında çelikten bir kale oluşturacaktır. Bir düşünce kalesi, düşünce yolu kalesi. Basın görevlilerinden bunu istemek, cumhuriyetin hakkıdır.”(1924)

Mustafa Kemal Atatürk, 98 yıl öncesinden bugün için de son derece geçerli olan öngörüsüyle, bizlere yol gösteriyor ışık tutuyor.

Bizler, Mustafa Kemal'in askerleri ve izleyicileriyiz. Onun emanetini korumak için, biz gazeteciler, basın ve ifade özgürlüğünden asla taviz veremeyiz.

Basın özgürlüğü demokrasinin en önemli göstergesidir.

Halkın haber alma özgürlüğü, basının, medyanın özgürlüğüyle eşanlamlıdır. Basın ve medya özgür değilse halk da özgür değildir. Basını özgür olmayan bir rejim demokrasi değildir. Bundan dolayı, basın, medya, dördüncü kuvvet niteliğini yeniden kazanmalıdır.

ANAYASA DİYOR Kİ;

“VIII. Düşünceyi Açıklama ve Yayma Hürriyeti:

Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak, açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.”

Tarihi bir süreçten geçiyoruz. Cumhuriyetimizi, demokrasimizi, Atatürk ilke ve inkılâplarımızı, korumak ve kollamak, vatan borcudur. Çocuklarımıza, torunlarımıza, gelecek kuşaklara, çağdaş, uygar, demokratik, insan hak ve özgürlüklerine saygılı bir ülke bırakmak gibi hayati bir görevimiz var.

Atatürk’ümüzün nasıl görkemli bir yeniden diriliş kahramanı olduğunu hiç unutmamalıyız. Bugünümüzü bize armağan ettiğinden ona sonsuz şükran hisleri duyuyoruz. Onun 1919-1927 arasındaki yılları anlatan söylevlerinin ne kadar uzak görüşü temsil ettiğini hatırımızdan asla çıkarmamalıyız. Bu düşüncelerle Cumhuriyetimizin 100’üncü kuruluş yıl dönümünü, coşkuyla, Atatürk ve arkadaşlarına duyduğumuz sonsuz minnetle kutluyoruz. Onun bu kutsal emanetini, Türk Ulusu ebediyen koruyacak ve yaşatacaktır.

Ne mutlu Türk'üm diyene!

Günümüz Türkiye’sinde, yobazlar, şeriatçılar, tarikatçılar, Çağdaş Cumhuriyetimizi, yok etmek için çabalıyorlar. Son çeyrek asırda eğitim sistemi imam hatipleştirilme yoluna sokuldu. Siyasal İslam, laik devleti yok edip 100 yıl öncesinin halife devletine dönüştürme peşinde.

Türkiye’yi Taliban Afganistan’ına dönüştürmeye çalışanlar var. 

Tehlikenin boyutları günden güne artıyor. Artık çağdaş cemiyetimizi korumak için uyanık olmak ve direnmek zamanıdır.

Menzil tarikatının şeyhinin cenaze kalabalığında yüz bine yakın yobaz bir araya gelmişti.

Öte yandan delik deşik olan sınırlarımızdan sızan ve bir kısmının parayla vatandaşlık satın aldığı bir başka tehlike daha var. 8-10 milyon Suriyeli, Afgan, Iraklı; Hatay’ı, İstanbul’u, Adana’yı, Mersin’i istila ettiler.

İngilizler, Avrupalılar, Türkiye’mizi göçmen kampına dönüştürme peşinde.

Ülkemizin demografik yapısı siyasal İslamcı bir Orta Doğu cemaatine dönüştürülmek isteniyor.

Çocuklarımıza, torunlarımıza gelecek kuşaklara, laik Atatürkçü, çağdaş bir ülke bırakmak için canla başla çalışmak direnmek zamanıdır. Kaybedecek bir gün yoktur. Yarın çok geç olabilir. Şair ne diyor; “Uyan ey şiri cihan, bu gaflet uykusundan.”

Evet artık uyanmak zamanıdır.

Şimdi sıra medya özgürlüğüne geldi

Gazeteci, basın ve medya mensubu nasıl tanınır?

Muhabir olayları objektif biçimde yansıtan ve okuru bilgilendiren kişidir.

Yorumcu yazar, olanı inceleyen, olması gerekeni irdeleyendir.

Medya mensubu, yazılı sözlü, görüntülü alanlarda görev yapar

Günümüzde durum nedir?

Gazetecilik, basın, medya ciddi bir kriz dönemini yaşamaktadır.

Toplum ve basın, medya ikiye ayrılmıştır. Mutlak sayısal çoğunluğu oluşturan kesim, siyasetin kontrolünde, talimatla görev yapmak zorundadır. Bu kesimin patronaj grubu siyasetin güdümündedir.

Bu bölümde çalışan emekçiler ise, işsiz kalmamak için, zorunlu bir oto sansürün çerçevesinde görev yapıyorlar.

Onlar için yaptıkları görev ekmek parasını kazanmanın belirleyici şartlarındandır.

Sayısal azınlıktaki bir avuç meslektaşımız ise, her türlü baskıya direnerek, gerçeklerin ve ifade özgürlüğünün gereğini yapmaya çalışıyorlar. Bu kesimdeki  gazeteler, Basın İlan Kurumunca ilan kesmeyle cezalandırıyor. TV kanalları RTÜK tarafından yayın yasaklarıyla karşılaşıyor. Yargı yoluyla verilen cezalar da cabası…

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), 2022 yılında Halk TV, TELE 1, KRT TV, Fox TV ve Flash TV’ye toplam 17 milyon 335 bin lira tutarında 54 kez cezai yaptırım uyguladı. Üst Kurul; TGRT, Beyaz TV ve ATV’ye de toplam 1 milyon 674 bin lira tutarında 4 ceza verdi. A Haber, Ülke TV, Kanal 7 gibi televizyon kanallarına herhangi bir ceza verilmedi. RTÜK Üyesi İlhan Taşcı, “2023 yılı televizyon yayıncıları bakımından 2022’den daha sert geçecek diyebiliriz. Çünkü Ebubekir Şahin, yukarıdan aldığı talimatla gözünü daha da karartacaktır, oradakilerin gözüne girebilmek için. Bugüne kadar hukuk tanımayan anlayışı bize bunu net olarak ortaya koymuştur” dedi.

Çalışanlar hapis tehdidiyle karşılaşıyorlar.

Evrensel insan hakları, anayasal haklar, medya özgürlüğü hiç bu kadar kısıtlanmamıştı.

Sık sık tekrarladığım bir cümle var.

“Gerçeklerin er geç ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır.”

Muhabir gerçeklerden uzaklaşır, kendisine verilen talimatları yerine getiren bir unsur haline dönüşürse mesleki erdemi kaybeder.

Yorumcu, yazar, gerçeklere karşı kör olur, kulakları sağırlaşırsa, kalemi köleleşir.

Çağdaş ve uygar demokratik rejimin vazgeçilmez şartı, özgür basına, medyaya, gazeteciye yorumculara sahip olmaktır.

Ne yazık ki artık ülkemizdeki siyasal ortamda, bu açıdan büyük bir bozulma yaşanıyor.

Atatürk’ün ve arkadaşlarının kurduğu Türkiye Cumhuriyeti'nin, çağdaş  ve uygar niteliklerini korumak, demokratik hak ve özgürlüklerle taçlandırmak için, yılgınlığa, umutsuzluğa kapılmamalıyız.

Genç meslektaşlarım, mesleğin erdemine, etik kurallarına ve özgürlüğüne sahip çıkmalıdır.

Atatürk’ün Bursa Nutku'nu unutamayız.

60’lı yıllarda kurulmuş olan Basın İlan Kurumu Genel Kurulu’nda, o yıllarda kadim meslektaşımız, rahmetli Başkanımız Beyhan Cenkçi’yle birlikte, Cemiyetimizin Genel Sekreteri olarak görevliyken, Basın İlan Kurumu’nda Cemiyetimizi temsilen Genel Kurul üyesi ve denetçisiydim.

Rahmetli Sabahattin Selek genel müdürdü o tarihlerde.  Basın İlan Kurumu'nun Genel Kurulu'nda basın kuruluşlarının ağırlığı vardı. Devletin ilanları, basına adil kurallarda dağıtılırdı.

Şimdi ise, BİK bu özelliğini kaybetti. Talimatla görev yapan, gerçekleri duyurmaya çalışan basının ilanlarını keserek cezalandıran bir kurum oldu.

İkinci örnek Radyo Televizyon Üst Kurulu’dur.

Bu kurul da başlangıçtaki işlemini terk etti, cezalandırma kurumuna dönüştü. Talimatla iş yapar hale geldi.

Devlet organı olarak kurulan Anadolu Ajansı, TRT partizanca yayın yapan kurumlar oldular.

Yüksek Öğretim Kurulu, üniversiteleri kayyumlarla yönetilir hale getirdi.

Türk Hava Kurumu, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu ve en sonunda Diyanet İşleri Kurumu, kuruluş amaçlarını gerçekleştirmek yerine talimatla iş yapar oldular.

Devlet Planlama Teşkilatı yok edildi. Plansız, programsız ekonomi, bağımsızlığını yitiren Merkez Bankası, ekonomiyi yerle bir etti.

Hangi şart altında olursa olsun, Cumhuriyeti, devlet anlayışını, Anayasa'nın asla değiştirilmez ilk dört maddesini, canımız pahasına korumak, vatan görevimizdir.

Son sözüm budur.