Bu yazıyı hem kendi hem kendimin hem de çevremdeki hekimlerin görüşlerini derleyerek yazmaya çalıştım. Kalp cerrahisinde en düşük mortalite (ölüm oranı) olan ameliyatların bile yaklaşık %1 olduğunu belirtmek isterim. Global olarak bakılınca ise, değişik yaş grupları, değişik hastalıklar ve hastalar göz önüne alındığında ise uluslararası literatürde bir kalp cerrahı için kabul edilebilir global mortalite %3 ile %5 arasıdır. Yani bir kalp cerrahi 1000 ameliyat yapmışsa istatistiksel olarak minimum 30 hasta kaybeder. Bu cerrahın yanlış ya da eksik yapmasından dolayı değil, hastalığın doğal seyrinden dolayıdır. Kalp cerrahisinde bir söz vardır. Eğer bir kalp cerrahı hiç hasta kaybetmediğini söylüyorsa iki olasılık vardır: “ya hiç ameliyat yapmıyordur ya da yalan söylüyordur”.
Öğrenci olduğum yıllarda “hekimlik” terimi bana hep eski tarz ve demode gelirdi. “Doktorluk” diye tarif etmek daha modernmiş gibi, ama geçen 22 yılda hekimliğin ne ifade ettiğini kavradım. “Hekimlik” konsepti içinde çok asil özellikler barındırıyordu. Bir kalp damar cerrahı olarak bir tarafta şifa bulmasına vesile olduğunuz hastalar, diğer tarafta kaybettiğiniz hastalar. Ankara’da ameliyat ettiğiniz Bursa’dan gelen bir hasta, siz Uşak’ta çalışmaya başladığınızda size kontrole gelmeye devam edebiliyor. Ya da Manisa Salihli’de ameliyat ettiğiniz bir hastanın kızı, sırf size güvendiği için, hipertansiyon gibi, kısmen basit sayılabilecek bir teşhis konduğunda, orda tedavisini kolayca yaptırabilecekken, 450 km yolu günübirlik size ulaşmak için geliyor. Uşak’ta ameliyat ettiğiniz hasta, kontrole Ankara’ya gelip, tarhanayı özlediğinizi düşünerek, tarhana getirebiliyor, bir çuval. Amcasını ameliyat ettiğiniz bir hastanın oğlu size güvenip üç yıl sonra babasını getirebiliyor. Hatta babasını ameliyat ettiğiniz ve ameliyat sonrası kaybettiğiniz bir hastanın kızı, size çok güvenerek, elinizden geleni yaptığınıza emin olduğu için yıllar sonra aynı ameliyat için dayısını getirebiliyor. Bunlar tabi bir hekimi mutlu eden ve mesleki olarak tatmin eden gelişmeler. Diğer tarafta ise kaybettiğiniz hastalar var. Bazen hasta yakınları, doktorların hasta kaybettiğinde çok da etkilenmediğini düşünebilir. “Mesleki deformasyon” diyeni bile duydum. Ama işin aslı pek de öyle değil. O kayıplar sizi o kadar derinden etkiliyor ki, omuzlarınızdaki yük ağırlaşıyor. Hasta kaybettiğinizde, hasta yakınları sizi suçlayabiliyor ya da teşekkür ederek gidebiliyor. Ama işte o kartvizitini bırakıp, ihtiyacınız olması durumunda aramanızı söyleyecek kadar müteşekkir olan hasta yakını, iki hafta sonra size dava açmaya karar verirse o yük o kadar ağırlaşıyor ki. O yük her ameliyattan önce, hasta ameliyata karar verdiğinde omzunuzda size kendini hissettiriyor zaten. Hasta açısından riskli ameliyatlarda günlerce kafanızdan neler yapacağınızı, ne tür olasılıkların sizi beklediğini ve ne olursa ne yapacağınızı kafanızda defalarca tasarlıyorsunuz. Rüyalarımda gördüğüm dahi pek çok sefer oldu. İnsan ciddi stres altına giriyor. Ne de olsa orada yatan birilerinin anası, babası, kardeşi, arkadaşı yani her şeyi aslında. 
Bu ikilem arasında ne hissedeceğini bilemiyorsunuz bazen, şifa olduklarına sevinmek mi, kaybettiklerine üzülmek mi, emeklerine saygı duyulması mı, yerilmesi mi, vefasızlık mı, hasta yakınlarına acının verdiği reaksiyon ile doktora acı verme isteği mi, yoksa her hastaya şifa olamayacağın ve bazılarınıı yine kaybedeceğin gerçeği mi? İnsan bu duygu karmaşası içinde savrulurken yıllar geçiyor. Sevdiklerinden uzak kalabiliyorsun, yakınların seni hastalarına kendilerinden daha sıcak davrandığınla suçlayabiliyor, sana onların hastalıklarına, hastalarınınki kadar ilgili olmadığını düşündükleri için kızabiliyor. Sen ise denge kurmaya çalışıyorsun, ama bu denge hep kendi yakınlarının aleyhine oluyor. 
Hasta kaybedince diyorsun kendi kendine “Kolay mı, kardeşini kaybetmiş, bu kadar üzülmesi normal” diye, ama sen elinden gelenin en iyisini yaptığına eminsin, yine de seni hata ile itham edebiliyorlar, bazen daha ağır şekilde mesleki yetersizlikle. İşte o an şalter atıyor, lanet ediyorsun mesleğine, “ne için uğraşıyorum ki” diyorsun. Adam kalp ameliyatı olmaya gelmiş, yakını diyor ki “yürüyerek gelmiştik”. Be kardeşim yürüyerek geldi ama parka gezmeye gelmedi ya. Defalarca hastaya ve her bir yakınına tek tek riskleri olasılıkları anlatmışsın, hasta kabul etmiş bunları, imzalamış tüm risklere rağmen ameliyat olmayı kabul ettiğini beyan ettiği onam kağıdını, daha niye sanki “0” risk varmış gibi davranıyorsun diyorsun içinden, sonra bakıyorsun kaybına üzülmekte haklı, kaybetmiş çünkü, “varsın desin” diyorsun, sineye çekiyorsun. O sineye çekmeler sana yük oluyor bundan sonra, tahammül eşiğin azalıyor ister istemez, bilemiyorsun bu yükü nasıl taşıyacağını. 
Hasta kaybedilince yakınları birbirini teselli etmeye çalışıyor. Sen karşı tarafsın artık. Bazısı düşman görüyor seni, “katil” diyor içinden, yüzünden anlıyorsun, ses etmiyor yine de ama o, senin anladığını anlıyor. Gözyaşı döküyorsun arkanı dönünce, görmesinler istiyorsun çünkü. O kaybın yükü kalbinde ağırlaşıyor, seni kimse teselli etmiyor. İçine atıyorsun, günlerce düşünüyorsun o anları, kalbinde daha da ağırlaşıyor. Zaman da teselli etmiyor seni sanılanın aksine. Çünkü o ağırlık hiç eksilmeden hissettiriyor sana o günü, a manalı bakışları. Sonra şikayet ediyor seni hasta yakını. Kimi “intikam” istiyor, kimi sana acı çektirmek, kimi “para” istiyor, evet ne acı ama, asıl amacı bu oluyor nadir de olsa. Sen yaptığından eminsin ama aklının bir yerinde hep yer ediyor bu huzursuzluk, kalbinde hiç azalmayan o ağırlığın altında. 
Bazen yaptığın işten iyice hayıflanıp, pişman oluyorsun, ama biri daha şifa ile taburcu olduğunda, sana daha sağlıklı bir şekilde kontrole geldiğinde ya da ameliyat ettiğin hasta 10 yıl sonra yapılan anjiyografide damarlarının hala açık olduğunu telefonda sevinerek söylediğinde her şey aklından uçup gidiyor, ufak bir tebessüm ve devam eden aynı döngü. Mutluluk, mutsuzluk, kırgınlık, öfke, stres, yorgunluk, ekiple yapılan şakalaşmalar, moral konuşmaları, birbiri ardına söylenen “iyi işti” tebrikleri, ya da hastayı kaybettiğinde “başaramadık” sözleri.  Yıllar böyle geçiyor maalesef sen ne olduğunu anlamadan.
İşte bu kadar karmaşık ve ağır bir hal alıyor hasta kaybetmek bir hekim için. Sanılanın aksine üzülüyor hekimde. Sadece hekim de değil, o hasta üzerinde emeği olan o kadar insan var ki. Anestezi doktoru, anestezi teknisyeni, ameliyathane hemşireleri, kalp akciğer makinesi teknisyeni, yoğun bakım ve servis hemşireler. Neresinden baksanız toplamda 20 kadar kişinin emeği var bir hastada. Herkes üzülüyor, herkes içine atıyor. Çünkü işine devam etmesi gerekli, yeni hastalara şifa dağıtabilmek için.