Doğma büyüme bir Ankara’lı olarak Atakule ile ilgili çok net hatırladığım bir iki hatıram var. İlki herhalde ilkokul 3 veya 4’de iken, ki yıl 1987-1988 olmalı, daha Atakule açılmamışken idi. O zamanlar Atakule’yi çok net gören, şimdiki Portakal Çiçeği Vadisi’nin kulenin karşı tarafında konumlanmış Refik Belendir Sokak’da oturuyor idik. Yoğun sisli bir gece idi. Camdan bakınca çok ama çok heyecanlanmıştım. Evde bağırıyordum, “UFO var, gelin bakın” diye. Ne heyecanlanmıştım ama. Sisin içinde yüksekte, oval, tabak gibi parlayan bir ışık. Demek ki gerçekmiş UFO’lar demiştim kendi kendime. Babam gülerek geldi ve bana onun Ankara’nın yeni simgesi olmaya aday Atakule’nin kule kısmındaki kubbenin alt kısmına yansıtılan ışıklar olduğunu (ki hala var) ve sis sebebiyle sadece o bölgenin görünür olması sebebiyle UFO sandığımı söyledi. Biraz üzülmüştüm aslında, ne de olsa UFO görememiştim. Ertesi gün okulda arkadaşlarıma anlatacak güzel bir hikayeden olmuştum ama Atakule’nin nasıl bir yer olduğu merakı uyandı içimde. Evimiz yürüyerek 10-15 dakika idi kuleye. Hafta sonu babam araba ile götürüp devam eden inşaatı gösterdi. Eskiden Amerikan Askeri Üssü varmış orda ve de subay gazinosu. Amcam askerliğinde orada şoför olarak görev yapmış. Şoförlüğünü yaptığı kişi, adını hatırlamıyorum ama sonradan Amerikan Kara Kuvvetleri Komutanı ya da benzeri bir göreve gelmişti. Amcamın da ondan bir takdir belgesi vardı. Çok gurur duymuştum. Orada askerlerden poker oynamayı öğrenmiş ve hepsini “ütmüştü”. Tabi bir de şehir hikayeleri vardı, yok efendim Atakule’nin temeline bilmem kaç yüz bin yumurta kırılmışmış gibi. Gerçekten temele yumurta kırılır mı hala bilmem. Ama o zaman, yumurta bozulur herhalde kuruyunca ne işe yarar ki diye düşünmüştüm. Eğer gerçekten o kadar yumurta kırıldıysa satan kişi herhalde karun olmuştur.
Bir diğer önemli hatıra ise benim ve yakın jenerasyonun çok iyi hatırlayacağı “Dreamland” idi. O zamanlar Türkiye’de muadili olmayan ölçekte kocaman bir oyun salonu. İçinde daha yeni popüler olan video oyunları (o zamanlar “atari” derdik), çeşitli salon oyunları (alttan hava üfleyen masadaki top oyunu) ve tabi ki bilardo vardı. Amerikan bilardosu. Üç top yoktu, zaten beceremedim hiç, iyi ki yokmuş. Evde yakın olduğu için her fırsatta üç kuruş harçlığımızı orada harcardık. Zemin katta kumpir yapan bir yer vardı, ilk kez orada tatmıştım kumpiri, onu da bayıla bayıla yerdik. Bir de ünlü bir Amerikan pizzacısının kocaman bir restoranı vardı. Pazartesi ve salı günleri akşam 17:00’den sonra yiyebildiğin kadar sınırsız pizza, hem öyle belli bir çeşitle kısıtlı değil. Her çeşidi. Pazartesi gününden aç bırakır kendimizi salı akşam giderdik. Sonrada infilak etme durumundan hallice karnımız ağrıyarak eve yürümeye çalışır, kahkahalarla kim kaç dilim yedi onu tartışırdık. O köşesini yememiş, hile yapmış falan. Çok güzel anılar var Atakule ile ilgili aklımda. 
Tabi Atakule açıldıktan sonra kısa sürede Ankara’nın en önemli simgesi haline geldi. O zaman için ülkenin en yüksek yapısı idi. Bu yazıyı yazarken tekrar kontrol ettim, hala biliyormuşum, 125 metre yüksekliğinde. O kadar simgeleşmişti ki kaç basamakla çıkılıyor ezbere bilirdik. Asansör paralı idi, isteyen merdivenle çıkabiliyor idi. Hep iddiaya girerdik aramızda çıkabiliriz diye, ama hiç cesaret edenimiz olmadı. Manzara yukarıdan inanılmaz idi. Ankara’yı hiç öyle görme fırsatım olmamıştı.  Bir de dönen restoran vardı, o koca kulenin tepesi dönüyordu. Çok iyi hatırlıyorum, yakın bir arkadaşımın düğünü orada oldu sonraki zamanlarda. Aldığım hediyeyi camın önündeki platforma koymuşum, bir baktım yok derken, meğer dış platform sabit, ortası dönüyormuş restoranın, benim hediye bilmem kaç masa arkaya gitmiş. Çok gülmüştüm.
Atakule’nin açılışı 13 Ekim 1989’da Ankara’nın Başkent oluşunun 66. yılında dönemin Cumhurbaşkanı merhum Turgut Özal tarafından yapılmış. O zamanlar Ankara’nın en popüler mekanı idi. En popüler markaların mağazaları oradaydı. Kıyafet, o zamanki tabiri ile “üst-baş” almaya oraya giderdik. Dünya markalarının mağazaları oradaydı. O zamanlar kulede herhalde süpermarket yoktu, zaten zincir süpermarketler çağı değildi daha. Yemek için güzel restoranlar vardı, bugünkü kadar sofistike olmasa da. Zaman geçti, Ankara’da birçok alışveriş merkezi ve türevi yerler açıldı. Atakule’nin yavaş yavaş “görünen kule” kısmı değilse de çarşı kısmı popülerliğini yitirdi. Dreamland kapandı, ne üzülmüştük. Giderek daha az rağbet gören bir yer oldu, mağazalar kapandı. Müstakil mağazalar açıldı, onlarda kapandı gitti. Yani Atakule ölüme terk edildi gibi bir şey oldu. Bir Ankara’lı olarak beni ve birçoklarını üzmüştü bu durum. Tüm mağazalar kapandı hemen hemen çünkü. Yıkılır mı falan derken, “yok ya, o koca kuleyi nasıl yıkarlar?” soruları aklımızda, derken bir gün etrafına koca tente çekildi, “yeni yaşam merkezi yakında” yazıyor, dedim ki kendi kendime, “umarım çocukluğumun hali gibi popüler olur”. Kule kısmı hariç tamamı yıkılıp tekrar inşa edildi. Atakule GYO A.Ş. tarafından renove edildikten sonra 29 Ekim 2018 tarihinde yeniden açıldı. Bu seferde Cumhuriyet Bayramı’na denk geldi açılışı Ankara’nın en önemli simgesinin. Kule kısmı biraz gecikmeli de olsa 19 Mayıs 2022’de Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nda açıldı Atakule’nin adına yaraşır biçimde. Hep Atatürk var tabi, Atakule ile ilgili her şeyde. Şimdi bir yaşam merkezi bence, bir alışveriş merkezi değil, çünkü öyle bir misyonu yok. Yine eskisi gibi en popüler markaların satıldığı mağazalar ve dünya mutfağında iddialı restoranlar mevcut, Uzak Doğu kısmı biraz cılız olmakla beraber. Bu restoranlar hep Botanik parkı manzaralı, manzara Ankara’ya hakim, çok keyifli. Ankara’ya tepeden bakış açısı sunan “Ankara simulation” ve “Jumping simulation” gibi farklı deneyimler mevcut. Güzel bir sinema salonu mevut. Kulede bir bistro mekan var. Dönen restoran tekrar açılacakmış yakında. İlk açıldığından beri artan sıklıklarla gitmeye başladım, haftada bir falan oldu sanırım. Bana çocukluğumu hatırlatıyor, biraz nostalji hissi ama en çok mutluluk veriyor. 
Velhasıl Atakule hak ettiği yere yeniden geldi Ankara’nın en önemli simgesi olarak. Yanlış bilmiyorsam sahibi Ankara’lı bir aile. Çok iyi etmişler yenileyerek kuleyi. Ankara’ya ikinci kez Atakule’yi kazandırdılar. Ankara’lı olmak her halde Atakule’de vakit geçirmeden mümkün olmuyor. Daha çok giderim ben, kızımı da bol bol götürürüm gezmeye ve “üst-baş almaya”.