Ankaralıların en gıcık olduğu şey İstanbulluların “Ya, Ankara’da da çok çeşit yok, gidecek yer sınırlı” demeleridir herhalde. Bende hep şu savunmayı yaparım, sanki Ankara’nın savunmaya ihtiyacı varmış gibi: “Bilene çeşit çok”. Sonuçta herkes işinde gücünde, hele ki şu hayat pahalılığında artık dışarda gezmek, yemek yemek, neredeyse sinemaya gitmek bile lüks oldu. O yüzden sanki İstanbul’da sanki işten güçten vakit bulup, trafikte hiç vakit kaybetmeyip, gece gündüz gezebiliyorlarmış gibi konuşmuyor mu İstanbullular, tilt oluyorum. Ankara’da da çok kafi çeşitte aktivite var, damak lezzeti durakları var. Kabul, İstanbul kadar adet olarak fazla olmayabilir ama sanki hepsine gidebiliyorlar da. Ankara’da seçme, daha uygun fiyatlı ve ulaşımı daha kolay alternatifler bulmak mümkün. Bugün yeni keşfettiğim, aslında çok da eski olmayan iki mekandan bahsetmek istiyorum. Bunlardan birincisi Kore yemekleri restoranı, diğeri de Alman tarzının hakim olduğu üçüncü nesil bir kahveci. Gurme değilim ama farklı lezzetleri denemeye, farklı kültürler hakkında okumaya ve farklı coğrafyaları ziyaret etmeye çok mesai harcadığım doğrudur. 
Kızım dört yıl Uzakdoğu’da okuduğu için, çok sefer ziyaret etme ve Uzakdoğu mutfağının çeşitli lezzetlerini tatma imkanı buldum. Kabul; çöp şiş akrep ya da kızarmış hamam böceği yemedim ama tuzlu balık derisi cipsinden, çiğ etli Ramen’e kadar birçok yemek denedim. Bir keresinde bir sushi restoranına gitmiştim. Balıklar canlı olarak arkadaki akvaryumda, sipariş verince balığı oradan alıp, temizleyim, kesip sushi yapıyorlar, adam o kadar hızlı ki, tabağa gelen sushide balık eti hala kımıl kımıl oluyor. Farklı bir deneyimdi diyelim. Uzakdoğu mutfağı da birbirinden farklı aslında tarz olarak, farklı pişme dereceleri, benzer ama farklı içerikli yemekleri mevcut, ama farkı her zaman anlamak mümkün değil ciddi olarak okumuyor ve merak etmiyorsanız. Yani Ramen hep aynı Ramen, sushi hep aynı sushi değil özetle. Ülkemizin Uzakdoğu mutfağı ile tanışması çok da eski değil aslında. Genelde birkaç zincir restoranın tekelinde popüler Uzakdoğu damak tadı. Biraz fahiş fiyatlara, çok da doyurucu olmayan porsiyonlar ile servis ediliyor. Ama haklarını yemeyeyim, Uzakdoğu mutfağını onlar Türkiye’ye tanıttı. Ben size Haziran 2023’de Ankara Panora’da açılmış, benim son iki aydır uğrak yerim olan Chi-Gong’dan bahsetmek istiyorum. Kore yemekleri yapan bir restoran. Kore mutfağında da farklılıklar mevcut. Noodle, Ramen ve sushi o popüler zincir restoranlardan farklı. Mesela sushi yerine pişmiş balıkla yapılan “kimbap” var. Hoş zincir restoranlarda da sanırım Türklere daha uygun olsun diye, sushideki balığı biraz buhardan falan geçiriyorlar. O kadar da çiğ olmuyor yani. Kimbap bir nevi Kore sushisi. Nori yaprağı (yenilebilir deniz yosunu) içinde haşlanmış pirinç, mevsim sebzeleri ve balık var. Ama etli, tavuklu, hatta sosislisi bile oluyor. Ramen, gerçekten çok lezzetli bir sebze suyu içinde servis ediliyor. Singapur’da yediklerimle aynı tat. İçinde haşlanmış ramen, sebzeler ve isteğe göre et, tavuk ya da karides var. Ben vejeteryan tercih ediyorum. Çünkü yanında favorim etli jajangmyeon yiyorum. Aslında Kore usulü siyah fasulye soslu makarna, etli tabi. Udon yani daha kalın, buğday unundan yapılan bir erişte kullanılıyor. Ben bayılıyorum, tadı ve kıvamının yumuşak olması çok lezzetli kılıyor bu yemeği bence. Bir de “bibimbap” var tabi. Haşlanmış pilav üzerine yine sebze, kızarmış yumurta beyazı, sarısı ve baharatlar var. Üzerine de et ya da tavuk. Biraz bizim pilav üstü sac kavurmayı andırıyor ama tabi farklı. Kore mutfağında tercih edilen et ve balıkları pişmiş olması Türk damak tadına daha uygun gelebilir aslında. O yüzden sushi falan yiyemiyorum diyorsanız tercih edebilirsiniz. Bir de fiyatlar o zincir restoranlardan daha uygun olup, ki Panora’da kocaman terası olan bir restoran, porsiyonlar da gayet dolgun ve doyurucu. Garsonlar da çok zeki bence. O kadar farklı ismi ve muhteviyatını öğrenip anlatmak zor zenaat. 6-7 kez gittim hala tam öğrenemedim zira. 
İkinci önerim, çok daha gizli kalmış bir yer. Çok ayak üstü değil, baya mahalle arası. Hoşdere Caddesi’nin Kızılay tarafı başında, No: 19’da. “Hana Coffee & Roastery”. Sahibi Can 22 yaşında pırıl pırıl, haya dolu ve gözlerinden zeka fışkıran genç bir girişimci. Üç ay önce açmış mekanı. Apartman altında tertemiz ufak bir kafe. Bahçede masalar var, kahveyi kendi demliyor. Baya ciddi bir baristalık eğitimi almış. Belli ki işini severek yapıyor ve çok da kafa patlatmış kahve işine. Burada zincir kahvecilerden farklı tatlar sunuyor bir üçüncü nesil kahveci olarak. Kahve’yi belli ki ciddiye alıyor ve çok da mesai harcıyor yeni bir şeyler katmak için kahveye. Sorun, anlattıkça anlatıyor, meraklısı varsa sorsun, ben çok şey öğrendim. Annesi uzun yıllardır Almanya Büyükelçiliğinde görevli imiş. Belli zaten, müşterilerin yarısı Alman’dı. Bir de “Berliner” yedim ki, aslında iki tane yedim hayvanlık yapıp ama çok ama çok lezzetliydi, değme pastanelerden farklı bir kulvarda bence. Üç tane de eve paket yaptırdım. Pretzel de var, orijinal büyük Alman Pretzel’i. Amaç sadece para kazanmak olmayınca, insan işini de seviyorsa mutlaka farklı bir sonuç çıkıyor ortaya. Chi-Gong’da da öyle.  Birol Bey var işin başında, adama yemek önerisi sorunca yüzü gülümsüyor, keyifle anlatıyor. Belli ki kafada geçiyor nasıl hazırlandığı, pişirildiği, servis edildiği ve yenildiği. Her işte böyle olmalı. Bence iki müessese de kısa zamanda popüler olur. Popüler olunca değişmezlerse sorun yok. Öyle umut ediyorum.
İşte İstanbulluları Ankara’da bir hafta sonu için eğleyecek iki mekan. Keşke şu zamanda tek derdimiz İstanbulluları Ankara’nın da büyük ve güzel bir şehir olduğuna ikna etmek olsa. Şaka bir yana ben bu iki mekanı da “non-gurme” biri olarak şiddetle öneririm. Denerseniz yorum da yazın yazımın altına. Şimdiden afiyet olsun.