Yusuf KANLI / Cenevre görüşmelerinde ne oldu? Nereden bakıldığına göre cevabı değişken olabilecek bir soru bu. Başarı mıydı? Başarısızlık mıydı? Kıbrıs Türk lideri Mustafa Akıncı bir ihanet çemberi içerisinde Kıbrıs Türklerinin hakkını, çıkarını, geleceğini Kıbrıs Rum lideri Nikos Anastasiades’e peşkeş mi çekti, hem de hiçbir şey almadan, yoksa Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni Kıbrıs Cumhuriyeti seviyesine çıkartan başarılı bir görüşmeci miydi? Tabii, falan olsun, filan olsun, hak hukuk, gak guk falan deyip “garantör istemeyiz” hatta “Ne paranı, ne askerini, ne suyunu” diye haykıran, ne olduklarını kendileri gayet iyi bilen zatı-ı muhtereme bir şey dediğimiz yok, onları kimse iflah edemez. Geçti artık. Nankörlükte, teslimiyette, Rum’a uşak olmada çağ atladı garibanlar. Kişisel küçücük çıkarlar uğruna ne Türk olma anlamlı kalmış gözlerinde, ne de halkının güvenliği, esenliği. Türkiye düşmanlığı sınır tanımıyor. Neyse ki kendileri de biliyor nasıl sayarsan say, topu bir avuca sığar bu meretlerin. Her neyse, bu zor soruya belki de en iyisi iki tarafın bu eşi menendi görülmeyen, önce ikili üç gün sonra garantörlerin katılımıyla dördüncü gün toplanan Cenevre Konferansı’nda neler elde ettiğine bakıp öyle karar vermek en doğru yaklaşım olacak. 1- Anastasiades’e kızıp Cenevre’yi beşli görüşme sürerken terk eden dört Rum muhalefet partisinin de iddia ettiği gibi Anastasiades, beşli konferansta, KKTC’nin Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’den oluşan garantörlerle Kıbrıs Cumhuriyeti’yle eşit temsilini kabul ederek “statüsünü yükseltti” mi? Böyle bir iddia elbette ki olasıdır ama doğrusu oldukça abartı içerir. Her ne kadar Anastasiades beşli konferansta hem toplum lideri hem de Kıbrıs Cumhurbaşkanı olduğunu ileri sürüp Akıncı’ya da hem toplum lideri hem KKTC başkanı statüsü vermiş olsa da, bu iddia oldukça yaratıcı bir hayal kurma kapasitesini gerektirir. Kıbrıs görüşmelerinin kabul edilen formatı iki liderin eşit siyasi statüde, iki toplum lideri olarak katılımını öngörür. Hepsi o kadar. Kim hangi hayali kurmak isterse kurar ama hayal, o kadar, gerçekle alakası yok. Yine de Anastasiades’in böyle hülyalar içerisine girmesi iyi niyetten ne derece yoksun olduğunu gösterir. 2- Anastasiades garantiler gibi görüşülmesi tabu bir konuyu görüşülür yaptı, üstelik hiçbir taviz vermeden… Doğrusu Anastasiades’in en büyük başarılarından Akıncı ve ekibinin de en acı fiyaskolarından birisi bu. Engellenebilir miydi? Maalesef hayır. Ne zaman Akıncı’nın haddini bilmez arkadaşları “Garanti meselesini tabu olarak görmüyoruz, elbette ki bu konu tartışılabilir” dedi, o gün bu alanda golü yedik. Bir aşamada bu konunun gündeme geleceğini bilmiyor muyduk? Gerçi Akıncı yenilen haltın farkına varıp bir süre sonra “Garanti konusunu içermeyen anlaşmayı referanduma sunmam” demişse de, hikâye. Bir kere, garantiyi içermeyecek anlaşmayı rahmetli babam yapacak değildi ya! Hem altına imza at, hem de referanduma sunmayı reddet. Salağız ya, bizi oyalıyor sayın başkan… Sonuç ne? Garantörlük meselesi Cenevre’de açıldı. Görüşüldü. Geri adım atılmadı henüz ama konu Anastasiades’in istediği gibi görüşülür oldu. Başarı mı, teslimiyet mi, beceriksizlik mi? Siz karar verin. Benim diyeceğim 1968’de toplumlararası görüşmelerin başlangıcından bu yana ilk kez bir üst düzey Türkün de katıldığı bir konferansta garanti sisteminin geleceği görüşüldü. Evet, Türkiye geri adım atmadı toplantıda. Daha sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “Türkiye’nin garantisini içermeyen çözüm olmaz” diye kestirip attı sonra. Ama gerçek ortada: Garanti sisteminin geleceği görüşüle bilinir. Bu, iki toplum lideri ve üç garantör ülkenin temsilcisinin katılacağı beşli konferansın toplanabilmesi, üç garantör ve iki tolum temsilcisin “resmen” bir araya gelmeleri için verilen ve toplantı haricinde başka karşılık alınamayan önemli bir ödün oldu. 3-  Harita vererek Akıncı ilk kez kapsamlı toprak verileceğini, nerelerden verileceğini karşı tarafa resmen iletti. Şimdiye kadar harita meselesi her şey görüşülüp tamamlanıp, anlaşma sağlandıktan sonra ele alınacağı belirtilmişti hep. Niye böyle idi? Ödün verileceğinin önceden ilan edilmesinin kuzey Kıbrıs’ta bilhassa mal-mülk, yatırım, yerleşim sorunları doğuracağı, üstelik çözüm de kısa zaman içerisinde sağlanmaması durumunda çok vahim sonuçları olabileceği hep tartışılmış, vurgulanmıştı. Nitekim Akıncı da aynı görüşte idi. Ancak, beşli konferans toplanması uğruna, yönetim ve başta siyasi eşitlik, dönüşümlü başkanlık olmak üzere, güç paylaşımı, mal-mülk, adli ve sair konulardaki ciddi sıkıntılar ve görüş ayrılıklarına rağmen önemli toprak tavizi içeren bir harita BM’ye verildi. Bu Kıbrıs görüşme sürecinde, yani 1968’den buyana ilk kez oldu. Bundan önceki tüm planlardaki haritalar hep BM kaynaklı idi. 4-  Rum tarafının temel yaklaşımının hiçbir şey vermeden, garanti konusunu konuşulur yapmak ve Kıbrıs Türk tarafından harita almak ve süreci “ucu açık” şekilde sürdürmek ve o şartlarda 2018 cumhurbaşkanlığı seçimine gitmek olarak özetlemekte idik hep. Anastasiades bunların tümünü başarmış gibi duruyor… Anastasiades’in arzu etiği gibi tek anlamlı ödün vermeden, tüm beklentileri, harita verilmesi, garantiler üzerinde görüşme açılması dâhil gerçekleşti. Üstelik beşli konferansın garantörler ayağının 18 Ocak’ta müsteşar yardımcıları seviyesinde “teknik konuları” görüşmeleri kararlaştırıldı. Toplumlararası görüşmeler 50 yıldır devam ediyor. Türkiye-Yunanistan “istikşafı” görüşmeleri neredeyse 20 yıldır sürüyor. Bu görüşmeler de, her ne kadar Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu kısa sürede tamamlanmasını beklese de, herhalde bir süre devam edecektir. Demek ki Anastasiades, görüşmeler sürerken seçime gitmek hedefini de tutturuyor olabilir. Hem garanti meselesini konuşulur yapmak hem de harita vermek, görüşmeleri “ucu açık” hale getirmek ve karşılığında hiçbir şey almamak Akıncı ve ekibi açısından herhalde başarılı bir görüşme stratejisi veya başarı olarak tanımlanamaz. 5- Kıbrıs görüşmeleri sona yaklaştı mı? Kıbrıs meselesi hiçbir zaman çözümden uzak olmamıştır. Çözülememesinin temeli Rumların çözüm arzu etmemesi, adayı tamamen kendilerinin görmeleri, Kıbrıs Türkü ile ne adayı, egemenliği ne de yönetimi 1975 ve 1977 doruk anlaşmalarının da öngördüğü gibi iki kesimlilik ve iki bölgelilik çerçevesinde paylaşmak istememeleridir. Ne zaman Rumlar bu yaklaşımlarını değiştirecek veya değiştirmek zorunda kalacak, o zaman birlikte yaşamaya dayanan bir çözüm mümkün olacaktır. Aksi takdirde “kadife ayrılık” ve sair şekillerde B planına, iki ayrı devlet gerçeğine odaklanmakta yarar vardır.