‘Kim gazeteci, kim değil, karar verici kim olmalı?’ tartışmasında Anayasa Mahkemesi’nin emsal kararı temelinde yeni başlangıç mümkün mü? Türkiye’de devletin sahiplik çerçevesini çizdiği kimlik belgesiyle “gazeteci” sıfatına kavuşulması, uzun yıllardır meslek içinde ve örgütleri bakımından tartışma başlığı olmayı sürdürüyor. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidarında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilmesiyle birlikte alışılagelmiş, adeta gazetecilik mesleğiyle özdeşleşmiş Sarı Basın Kartı’nın turkuaz karta dönüştürülmesi de mevcut soru işaretlerini pekiştirdi. Sistem değişikliği bahanesiyle yapılan yönetmelik değişikliğiyle Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, hukuken kazanılmış hak niteliğindeki kart sahipliğine müdahale etti ve yüzlerce gazeteci devlet gözüyle meslek dışındaki kişiler ilan edildi. Böylece Patronaj/medya sahipliği veya medya kuruluşu ekonomik yapısı nedeniyle 212 sayılı kanun kapsamında sigortalı olmayan veya mesleğe yeni başlamış gazeteciler yanı sıra “basın kartı olmayan gazeteciler” sorunu büyüdü. Bu arada Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı bünyesinde gazetecilik mesleği mensubu olduğunu sahada belgeleyebilmek için ilk kez kart sahibi olacaklar ile yirmi yıllık süre devamında sürekli kart taşıma hakkına kazanacaklar değerlendirmesiyle görevli Basın Kartı Komisyonu’nun yapısı deforme edildi. Kart rengi turkuaz ile uyumlu şekilde Komisyon’un üyelerinden üçü hükümete yakın medya kuruluşları temsilcilerinden, ikisi Cumhurbaşkanlığı idarecisi ve iki üyesi de kamu yayıncılığından sorumlu ancak mevcut tabloda hükümet kontrolündeki AA ile TRT temsilcilerinden oluşturuldu. Komisyon’un ne sıklıkla, hangi saiklerle karar aldığı muammasına burada değinmeyeceğim. Gazeteciler Cemiyeti ile Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın Komisyon üyeliklerine son verilmesiyle ülke genelinde habercileri yaygın şekilde temsil edebilme kapasitesine sahip meslek örgütleri de süreçten dışlandı. ANAYASA MAHKEMESİ’NİN AÇTIĞI PENCEREDEN BASIN KARTINA BAKIŞ Şimdi Anayasa Mahkemesi, meslek örgütlerince epeydir yürütülen basın kartı sorununa çözüm arayışına ivme kazandırabilecek nitelikte bir karara imza attı. Anayasa Mahkemesi, 2015 yılında İstanbul Üniversitesi önündeki protesto eyleminde o dönemde Bianet muhabiri olarak görevli Beyza Kural’ın maruz kaldığı polis müdahalesini basın ve ifade özgürlüğüne aykırı bulduğu değerlendirmesinde “basın kartı yokluğu” unsurunu aleyhte dikkate almadı. Tam tersine Mahkeme, Kural’ın kurum kartıyla gazeteci olduğu beyan ettiği olayda ters kelepçe uygulamasına maruz kalmasının ve bununla ilgili İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca takipsizlik kararı verilmesinin hak ihlali olduğuna hükmetti. Yüksek Mahkeme, 12 Ocak tarihli aldığı ve Resmi Gazete’de geçtiğimiz günlerde yayımlanan kararıyla Kural’ın olay sırasında gazeteci kimliğini ispatında “kurum kartı göstermiş olması” durumunu gazeteci olduğu gerçeği bakımından geçerli kabul etti. Dolayısıyla Kural örnek olayında sahada haber takibindeki gazeteciler açısından geçmişte “sarı basın kartı” bu dönemde “turkuaz renkli basın kartı” sahipliği değil medya kuruluşunda görev alınması yeterli görüşü de yeniden gündeme taşındı. Türkiye’nin anayasal hukuk düzeni bakımından kararları ve o kararlardaki gerekçeleri “bağlayıcı” nitelik taşıyan Anayasa Mahkemesi’nin uzun yıllardır gazetecilik meslek örgütlerince verilmesi gerektiği görüşü tartışılmakta olan “basın kartı” meselesine önemli bir pencere açtığı görüşündeyim. Anayasal düzene sahip bir ülkede yaşadığım yaklaşımıyla yakın geçmişte 20 ay boyunca gerekçesiz şekilde “turkuaz renkli basın kartı” taşıma hakkı engellenen gazeteci kimliğimle umutla Anayasa Mahkemesi’nin açtığı pencereden aydınlık bir gökyüzüne bakıyorum. Geçtiğimiz süreçlerde farklı gerekçeler ile gazetecilik mesleğimizde başta yerel ve internet ortamında yayın yapmakta olan medya kuruluşlarında görev alan habercileri olumsuz etkileyen basın kartı sorununa hep birlikte çözüm geliştirmekte sıkıntılar yaşayan meslek kuruluşlarınca da yeniden aynı masada buluşulmasını umuyorum. Covid-19 salgını gerekçeli toplumsal eylem ve etkinliklere yönelik yasaklamalar nedeniyle güvenlik güçlerince “basın kartı” sorgulamasıyla sahadaki habercilere müdahale olaylarında yaşanan artışlar da dikkate alınarak meslek örgütleri için harekete geçme zamanı olduğu düşüncesindeyim. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş süreciyle İletişim Başkanlığı’nın “geniş takdir yetkisine bırakılmış” görünümündeki basın kartı meselesine dair Gazeteciler Cemiyeti’nin epeydir arayışlar yürüttüğü bilgisiyle de GÜNEŞLİ GÜNLER GÖRECEĞİZ ifadesiyle yazıyı noktalayayım.