Utku ŞENSOY  Siyaseti bu topraklardaki kadar kutuplaştırıp, o sığlıkta fırtınalar kopartmayı başaran başka millet var mı pek bilemiyorum. Ben gerek eğitim görüp yıllarca yaşadığım gerekse de mesleğim icabı görev yaptığım kırktan fazla ülkede, böylesi sığ sularda debelenip, birbirine sataşıp çamur atanlara pek rastlamadım. Zaten bu moda son dönemde sanat dünyasından yazılı ve görsel basınımız gibi her alanı bir virüs gibi sarmaya başladı. Yönetenlerin de yönetilenler kadar hata yapma lüksü, yanılma payı vardır hatta kandırılabilirler de. Bu son derece doğal ve insanidir. Bazen yönetenlerin çok yakın çevresindekilerin hataları ve yanlış yönlendirmeleri sonucu, yanlış karar almaları da kabul edilebilir. Ancak ülke yönetimlerinde yapılan basit hatalar, yanlış kararlar sıklıkla tekrarlanıp, bir çığ gibi büyüyüp ülke çıkarlarına zarar verecek boyutlara gelirse, burada bir öz eleştiri yapmanın zamanı geldi demektir. Eğer hatalarınız yanlış sonuçlar doğurmuşsa defalarca aynı yönde gidip ha bire “duvara toslamanın” bir alemi yok. Ya hatalarınızdan dersler çıkarırsınız ya da o hatalar zincirinde tüm toplum boğulur. Zaten ileri demokrasilerin, güçlü devletlerin sırrı tam da budur. “İstişare-uzlaşma- tam mutabakat”. Bu olmazsa orada demokrasiden söz edilemez buna olsa olsa; “yaptım oldu” demokrasisi denilebilir. 1928 yılında Londra’da St. Mary Hastanesi’nde danışman olan Alexander Fleming, deney üzerindeki çalışmaları çerçevesinde, zararlı bir bakteri türü olan stafilokokları incelerken, laboratuvarın karşısındaki bardan uçup gelen bir küf, mikroskoptaki lamın üzerine konmuş. Başka bir bilim adamı bu küfü büyük olasılıkla önünden uzaklaştırırdı. Ama o küfün bakteri üzerindeki etkisini görmek istedi. Sonuç heyecan vericiydi! Çünkü Fleming “Penicilim notatum” isimli yeşil küfün bulunduğu bölümdeki bakterilerin öldüğüne tanık oldu. Daha sonra gerçekleştirilen testlerde bu küfün diğer bakteriler üzerinde de etkili olduğu görüldü. Tavşan fare ve insanlar üzerinde yapılan testler sonunda açık bir yan etkisi de yoktu. Ne var ki Fleming küften sızan maddeyi bir türlü keşfedememişti. Geçen yıllar içinde, Oxford›dan Howard Florey ve Ernst Chain bu maddeyi ayrıştırmayı başardılar ve buna “penicilin” adını verdiler. Bu madde öldürücü bakteriyel hastalıklarla savaşabilen “ilk antibiyotik” olarak tarihe geçti. Fleming ve diğer iki bilim adamı 1945 yılında Nobel Ödülü aldılar. Flemin’ in laboratuvar ortamını temiz tutamamasından kaynaklanan hatası, milyonlarca insanın hayatını kurtaran bir buluşa dönmüştü. Demokrasi çok sesli bir filarmoni orkestrası gibidir. Tek kural eldeki eserdir, o metne sadık kalıp harfiyen uymaktır. Her enstrüman farklı notalarla değişik yorumunu seslendirir. Orkestra şefi ahengi sağlar o çok seslilik ortaya mükemmel bir konçertonun olağanüstü yorumlanmasına vesile olur. İşte bu çoksesli klasik müziğin ve demokrasinin de ta kendisidir. Alaturka musikide ise, bunun tam tersi bir durum söz konusudur. Her enstrümanın ortak nota ile müzik sergileme halidir. Teksesli, tekdüze olma hali. Zaten demokrasileri içselleştirebilmiş batı toplumlarıyla diğerleri arasındaki en büyük fark da budur. Çoksesli olabilmeyi başarabilmek ya da yeknesak olmak! Bazen hatalar da doğru sonuçlar verebilir. Daha iyiyi mükemmeli arama çabaları bazen hüsranla bazen de mutlu sonla noktalanabilir. Ancak ne ülkeler bir laboratuvardır ne de orada yaşayanlar birer kobay. Ülke yönetimlerinde asıl olan liyakattir, deneyimdir, bilgi ve birikimdir. Yanılma payını asgariye indirebilecek güçlü kadrolar olmaz ve yanlış yönlendirirlerse “duvara toslamak” kaçınılmaz bir hal alır.