Başbakan Hüseyin Özgürgün haberi verince doğrusu afalladım, ağzımdan “Hoş değil… Hem de hiç hoş değil…” cümleleri döküldü. Yanılmışım, abartmışım. Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ne dedi, nasıl yorumladı, doğrusu bilemiyorum ama ben hayatımda ilk defa geleceğini Rumlarla gören, Kıbrıs Türkü değil de tek başına ne anlama geldiği belli olan “Kıbrıslı” olduğunu iddia eden umutsuz azınlıkla neredeyse ayni çizgide oldum bir an. Ne demek “KKTC’ye iç hatlardan uçuş”? KKTC Türkiye’nin bir kasabası mı oluyor? Kafam karıştı doğrusu. Sonra bilgi akışı başladı, taşlar yerine oturmaya, resim belli olmaya başladı. En kısa şekliyle Ankara darbeydi, FETÖ’ydü falan derken ne zaman vakit bulmuş Kıbrıs meselesine kafa yormuşsa, bu ne olacağı belli olmayan, sonu bir türlü gelmeyen yün topağına benzeyen işten sıkılmış, “Koparıyorum ha!” demeye neredeyse karar vermiş. Gerçekten, ne anlama geliyor bu iç hatlar meselesi. Bizim Başbakan Özgürgün yanlış mı anlamış Ankara’da kendine söylenenleri, yoksa hiç bir şey anlamamış da aklından geçenleri mi söylüyor? Olur mu canım öyle şey, tamam arada bir latife deriz ama Özgürgün ne duyduğunu anlayacak, ne dediğini bilecek kapasitede bir adam. Mesele ilhak falan hazırlığı değil. Öyle bir niyet belki bir yerlerde vardır ama şimdiki konu o değil. Öyle Kıbrıs Rum aşığı küçücük muhalefetin korktuğu gibi Mersin’in mahallesi falan olmuyoruz. Tamam, posta adresinde kullanılan “Mersin, 10, Türkiye ibaresiyle öyle olmadık mı yıllardır” diyenleri duyar gibiyim ama o iş başka bu iş başka. Orada amaçlanan uygulanan iletişim ablukasını kırmak idi, işe yaradı da. Şimdi mesele başka. Rum tarafının görüşmelerdeki durumuyla ilgili Rumlara empati yapma takıntılı Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı pek bir şey demese de durumun pek iyiye gitmediğini artık bir dağların arkasındaki sağır sultanlar bile duydu. Nikos Anastasiades ayağını sürümeye devam ediyor. “Çözüm ille de çözüm, ne olur çözüm” takıntısıyla hep Rumlarla duygudaşlık içerisinde Nobel barış ödülü hayalleri kuran Akıncı ses çıkarmasa da görüşmelerdeki pür-ü perişan halimize, Ankara’da sabır taşı çatlamaya başladı. Daha dün Cumhuriyetçi Türk Partisi iktidarda iken dışişleri müsteşar yardımcısı bile görüşme heyetine dahil iken, UBP-DPUG hükümeti işbaşına geldiğinden bu yana Akıncı hükümeti tamamıyla dışladı. Dışişleri bakanıyla polemiğe girip Rum tarafının ve Kilisenin avukatlığını yaparken, seçilmiş hükümeti tamamıyla görüşme sürecinin dışına iterek sanki Kuzey Kıbrıs’ın tek otoritesi kendisiymiş gibi davranmaya başladı. Tabii ki Akıncı Kıbrıs Türk halkının cumhurbaşkanı ve ona hakaret hepimizi üzer ancak hükümet aydan mı geldi, o da bizim seçilmiş hükümetimiz değil mi? Cumhurbaşkanı seçilmiş hükümeti yok sayabilir, görüşmelerin dışında tutabilir mi? Hele de cumhurbaşkanı ulusal davamızı yavaşça tırtıklayarak kemiren Rum aşığı arkadaşlarına teslim olup en temel haklarımızı Anastasiades açıkça talep ederken ses çıkaramıyor ise, durum ciddi değil midir? Daha önce 3. Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu döneminde masaya sürdüğü ve anında Eroğlu tarafından masa dışına fırlatılan toprak önerilerini yeniden masaya koydu Anastasiades. Önceki reddedilen önerilerden milim gerileme yok iken, Lefkoşa’da, Karpas’da hele de Güzelyurt bölgesinde öyle alanların Rumlara bırakılmasını istiyor ki çözüm istemediği aşikar hale geliyor. Ne diyor Anastasiades? Çözümden sonra şimdi Kıbrıs Türklerinde olan %34 civarındaki topraktan öyle bir taviz verilecekmiş ki alınan topraklara 100,000 Rum yerleştirilecekmiş. Başka? Geriye kalan Kıbrıs Türk “eyaleti” toprağına da nüfusun %20’si kadar Rum, yani 50,000 kişi yerleştirilecekmiş. Akılma o meşhur “Öp beni Salamon” fıkrası geliyor ama burada anlatmak şık olmaz. Bu öneriyi duyan Akıncı ne yapıyor? Olur mu öyle şey falan dediği yok. Nereden anlıyoruz? Akıncı sus pus bir kelime bile edip ikrar etmiyor durumu ama Anastasiades durur mu, açıklayıverdi “Görüşmelerde çok olumlu gelişmeler var” dedi. Bir diğer “olumlu gelişme” ne? Anastasiades ısrarla egemen bir ülkede egemenliğini kısıtlayan yabancı asker, garantör olmaz diyor. Doğrudur olmaz. Ama Kıbrıs tam egemen bir ülke değildi ki. Üç garantör ülkesi vardı; Türkiye, İngiltere ve Yunanistan. Efendim şimdi “Kıbrıs Cumhuriyeti federasyona dönüşürken” egemenliği tam olacak, Türk askeri ve garantörlüğü sona erdirilecekmiş. Sanırsın ki 1960’da turistik amaçlı olarak garanti sistemi oluşturuldu, Türkiye adaya asker gönderdi. Sanırsın ki EOKA falan yoktu, Kıbrıs Türklerine saldırı yoktu. 1960 öncesini geçtim, 1963-1974 döneminde sahi hiçbir şey olmadı mı Kıbrıs Türküne? Efendim zaman değişmiş, artık öyle saldırı falan olmazmış, AB şemsiyesi varmış. Her şey bir tarafa ELAM ne olacak? Daha dün “fırsatı kullanıp Türk bölgesini işgal etseydik, Türk askerini rehin alsaydık, Kıbrıs sorununu istediğimiz gibi çözseydik” diyen sapık eski milletvekili ne olacak? Belli, Rum tarafı ayak sürüyor, zamana oynuyor. 2016 da bitecek bu kez de “Çözüm 2017 yılında” masalı başlayacak. İşte Ankara ona itiraz ediyor şimdiden ve ABD’ye, AB’ye ve dünyaya mesaj gönderiyor “B planına geçiyorum” diye. 2004’de Annan Planına evet diyen ama Rumlar AB’ye girerken soğukta bırakılan Kıbrıs Türküne yönelik ulaşım ambargosunun, doğrudan ticaret ambargosunun devam edemeyeceğini söylüyor Ankara. Ne olacak? Eğer böyle giderse KKTC’ye yönelik uygulanan ve Ankara’nın da AB süreci dolayısıyla mecburen katlandığı ticaret ve ulaşım kısıtlamaları kaldırılacak… Dahası, şimdiye kadar hep “Aman görüşmelere zarar gelmesin” diye baskı altında bir türlü KKTC’yi tanıtmaya çıkamayan Ankara bu yola başvuracak. Bakalım Rum tarafı zamana oynamaya devam edecek mi? Kısaca, 2016 sonu galiba ilk kez gerçekten Kıbrıs’ta çözüm tarihi olma yolunda… Hangi çözüm olacağına ise Kıbrıs Rumları karar verecek, ya birlikte ortak geleceğe ya herkes kendi yoluna… Zaten bıçak kemiğe dayandı…