Hayatımız boyunca bu soruyu mutlaka birkaç kez kendimize sormuşuzdur değil mi? En çok da talihsiz bir olay ya da olaylar zincirinden sonra biraz hayal kırıklığı, biraz da öfke duygusuyla söylenen ve de kulağa isyan gibi gelen bir soru. Her insanın var oluş hikayesinde mutlaka böyle zamanlar vardır; köşeye sıkıştığı, çaresiz hissettiği zamanlar. Var olan bir sistemin içinde kendi dünyamızın baş kahramanı iken, kollektif olarak düşünüldüğünde küçücük bir zerreyiz aslında. 

 Mevlana’nın bir sözü vardır ‘’Kendini okyanusta bir damla sanma. Bir damlanın içinde kocaman bir okyanussun.’’  

Bizler kendi hikayemizi yaşarken, başkalarıyla kesişen hikayelerimiz ile aslında sürekli etkileşim halindeyiz ve bu etkileşim kelebek etkisi ile birçok insanı etkiliyor. Annemiz, babamız ve kardeşlerimiz ile kurduğumuz bağlar ve ilişkiler belki de hayatımızın en önemli kısmını oluşturuyor. Sevgiyi ne şekilde tanımladığımız, sevgi dilimiz, kendimize dair tanımlarımız deneyimlerimiz doğrultusunda şekillenir.  Aile içindeki ilişkilerimiz doğrultusunda, çoğu zaman kendimizle ilgili bazı tanımlamalar yaparız ve en çok da ‘’Ben buyum’’ dediğimiz tanımlamalar bizi yanıltır. İşte tamda kendimize dair yanlış tanımlar yaptığımızda, gerçek kimliğimizi fark edebilmemiz için hayatımıza bazı insanlar  girer, çıkar .Bu insanlarla yaşadığımız deneyimler doğrultusunda  kimi zaman  kendimizi güvende ,huzurlu, mutlu ,değerli hissederken kimi zaman  huzursuz ,tedirgin bazen de öfkeli hissedebiliriz .Kendimizce karşılaştığımız insanlara , yaşadığımız deneyimler doğrultusunda veya bazısıyla hiçbir diyaloğumuz olmamasına rağmen onlar hakkında bir fikir yürütüp, bazı etiketler yapıştırırız .Kimine iyi deriz, kimine de kötü.  Kötü diye etiketlediğimiz insanları, eli sopalı öğretmenlere benzetebiliriz. Öğrettikleri dersler çoğu zaman canımızı acıtsa da hayatımız boyunca unutamayacağımız, kişisel gelişimimize en çok katkı sağlayan dersler onların öğrettikleridir. Tabi onlar çoğu zaman bunun farkında bile değildir. Bizler de kimisi için iyi, kimisi içinse kötü öğretmenleriz. Sonuçta hepimiz hayat okulunun öğrencileriyiz. Bir taraftan   öğrenirken diğer taraftan da öğretiyoruz. Yaşadığımız zorluklar bize ne kadar güçlü olduğumuzu göstermek içindir, tabi bunun farkındaysak. Yaşadığımız hiçbir olay talihsizlik değildir, hepsi bir ders niteliğinde olup, bizler bunlarla karşılaşırken bir duruş sergiliyoruz, bazen tepki vermemiz gereken bir şeye tepki vermeyerek bazen de eyleme geçmememiz gereken bir durumda eyleme geçerek derslerin daha da çok zorlaşmasına sebep oluyoruz. Eyleme geçmememiz gereken yerler, bana göre bizim hikayemizin bir parçası olmayan konular. Bizler bazen başka insanların hikayelerinde gezerken, kendi hikayemizden uzaklaşabiliyoruz işte tamda bu noktada işleri bazen kolaylaştırmak veya yardım etmek isterken daha da içinden çıkılmaz hale getirebiliriz. Kişi kendi hikayesinde kaldığı sürece hayatı daha kolay yaşar; çevremizdeki insanları istediğimiz şekilde davranmaya zorlamak, onlardan beklenti içine girmek veya biz mutlu olalım diye değişmelerini talep etmek, bazen de almamız gereken sorumluluğu almamak, bizi sıkıntıya düşürebilir. Genelde kendi dünyasında değil de tıpkı bir iyilik meleği gibi olan, herkese, her koşulda koşan, iyimser, hayır demekten, müsait değilim ya da istemiyorum demekten kaçınan insanlar en çok bu ‘’Neden ben?’’ sorusunu kendisine sorar. Biraz da yorgunluk içerir sanki. Oysa her şey yolunda gitsin diye ne çok şeyi idare etmiştir ama niyeyse işler istediği gibi olmamıştır. İşler her zaman yolunda gitseydi bu yolculuğun bir anlamı kalmazdı. Zorluklar karşısındaki duruşumuz veya neye dönüştüğümüz çok önemli. Mesela şu an ki halinizden ne kadar memnunsunuz? İç dünyanızda bir şeyler yolunda gitmiyorsa bunun sebebi dışarda olan olaylardan çok sizin bu olaylar karşısındaki duruşunuz ile alakalı diye düşünüyorum. Bu sebeple dışarıyı değiştirmek gibi bir şansımız olamadığına göre değişime kendimizden başlamalıyız. Olanı değiştiremeyiz belki, ama kim olmayı seçeceğimize sadece ve sadece biz karar veririz. Yaşadığımız ve yaşamak istemediğimiz olaylar karşısında neden ben diye hayıflanmak yerine ne yapabilirim sorusunu sormak gerekir. Ya da var olan durum gerçekten sizinle mi alakalı ya da gerçekten yapabileceğiniz bir şey var mı bunu düşünmek lazım. Bazen kabul etmeyi, bazen bırakmayı, bazen mücadele ederek güçlenmeyi, bazen de gitmesi gerektiğini öğrenir insan. Sonuçta sadece öğrenirsin ve öğretirsin. Öğrenecek tek şey kim olduğundur, öğretecek tek şeyin ise karşılaştığın insanlara kim olduğuna dair ipuçları vermendir. Sadece farkında olanlar öğrendiğinin ve öğrettiğinin farkındadır.