Bu yazımı rahmetli Doğan Cüceloğlu‘nun SAVAŞÇI kitabından etkilendiğim için yazmaya karar verdim. Kitabın arka kapağındaki yazıdan çok etkilenmiştim ve şöyle yazıyordu: ’’Seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle, gece gündüz çalışan bir dünyada, kendin olarak kalabilmek dünyanın en zor savaşını vermek demektir. Bu savaş bir başladı mı, artık hiç bitmez…’’ 
Çok ilginç değil mi, kulağa ne kadar tuhaf geliyor; bir insanın kendisi olabilmek için savaş vermesi…Sizce bizim toplumumuzda kaç tane savaşçı vardır? Ben sayıca çok fazla olmadığını düşünüyorum. Bizim gibi korku kültürünün olduğu toplumlarda, kendin olabilmek cesaret ister. Çünkü toplumun belirlediği bazı kriterler vardır; doğrular ve yanlışlar, olması ve olmaması gerekenler gibi ve bunlarla ilgili yargıların çoğu zaman değişmesi mümkün değildir. Sizin doğrunuz onlara yanlış geliyorsa, sizin yapmak istedikleriniz ya da yapmak istemedikleriniz onlara doğru gelmiyorsa işte savaş orada başlıyor. Aslında her insan hayatının bir döneminde, bu savaşın içinde bir şekilde yer alıyordur, değil mi? Bazen çevrenizdeki insanlar değerinizin farkında değildir ve siz onlara ayak uydurmak için vizyonunuzu küçültmek zorunda kalabilirsiniz. Bu aslında sizin kendinizle savaşınızın başlaması için   geçerli bir sebeptir. Yıllarca sabrettiğiniz şeyler, içerde sessizce bir savaş başlatır; yeteneklerini, düşüncelerini kısıtlayan bir insan duygusal anlamda çokta olumlu şeyler hissetmez sonunda depresyon veya  anksiyete teşhisi alarak uyumsuz veya sorunlu olarak algılanabilir. Evet aslında kişi kendisi ile uyumunu kaybetmiştir. Kişi, ne zaman topluma uyum sağlamak için sahip olmaya çalıştığı sahte kimliğin esaretinden kurtulmaya cesaret ederse, o zaman içerde başlayan savaş artık biter ve dışardaki başlar. Bu bir günde olmaz tabi, kişi belki de yıllarca hiç tanışmadığı kendisiyle arasının bozulduğunun farkında bile değildir. Bizim toplumumuz, kendisine uyum sağlamayanı sorunlu olarak etiketleme  eğilimindedir. Ancak kişinin ait olmadığı bir yerde ait olma çabası göstermesinin pekte bir faydası yoktur. Kişi eninde sonunda güvenli alan zannettiği yerden, belki de tüm cesaretini toplayarak kendi isteğiyle çıkacaktır hem de tüm korkularına rağmen, bilinmeyene doğru yürüyerek ve bedeller ödeyerek; belki dışlanacaktır, belki yok sayılacaktır, belki de değersiz hissedecektir ama sonuçta kendisini kazanacaktır. 
Hallac-ı Mansur un çok güzel bir sözü vardır ‘’Cehennem, acı çektiğimiz yer değildir; acı çektiğimizi kimsenin duymadığı yerdir.’’ Yozlaşmış bir toplumun parçası olmayı kabul etmeyen kişinin, kendi olma savaşı önce içerde başlar sonra dışarda sonlanır. Doğan Cüceloğlu’nun dediği gibi adeta bütün dünya sana savaş açmış gibi hissedebilirsin çoğu zamanda yalnız kalırsın. Yalnız bırakılmak ya da yalnız kalmayı seçmek kendin olabilmen için aslında bir lütuftur. Dışardaki gürültüden kurtulduğunda gerçekten kim olduğunu duymaya ve görmeye başlarsın. Artık dışarda izlenecek bir şey kalmamıştır. Sana ait olanı keşfetme, ait olmayandan da kurtulma zamanın gelmiştir. Yüklerinden, maskelerinden kurtuldukça, karanlık yanlarını da kabul edip, iyisiyle kötüsüyle kendiniz sevmeye ve kabul etmeye başladığında sevilmek için de bir çaba göstermeyeceksin. Öz sevgi, öz saygı, öz şefkat ve öz değer zaten nüvende var olan şeyler sadece sende olduklarını unutmuştun ve birileri sana bunları hatırlatmak üzere hayatına dahil oldular. Öğreteceklerini öğrettikten sonra herkes yolculuğuna devam edecek. Sen ise hiç tanımadığın kendini tanıdıkça kendini de yaşamı da daha çok seveceksin. Bu dünyada kendisi olarak kalabilmeyi başaranlar, korkmaktan korkmayanlardır. Kendini kaybetmen yıllar sürmüşken bulmanda kolay olmayacaktır. Bulduğun her bir parçanla tamamlandığını hissedecek, içerde doldurulacak bir boşluk olmadığını fark edeceksin. Bir gün iyi ki o yolları yürüdüm diyeceksin çünkü hepsi kendinden, kendine varman için gerekliydi. Bu dünyada tesadüf diye bir şey yoktur tevafuk vardır. Her şey olması geren zamanda ve yerde olur. Hiçbiri boşu boşuna yaşanmadı hepsi yolcuğun bir parçasıydı.