Utku ŞENSOY 4 isim, 4 farklı meslek. Gazeteci, Polis, Siyasetçi, Tiyatro sanatçısı… Her biri alanında önemli başarılara imza atan Türkiye’ nin çağdaş, aydınlık yüzleriydi. Dördünü de soğuk Ocak günlerinde yitirdik. Üçünü 24, birini 23 Ocak günlerinde… Belki de bundan hiç sevemedim şu Ocak ayını. Yaşamda her şey olabilirsiniz, çok çalışıp iyi bir eğitim alıp, mevki sahibi olabilir, toplumun arasından sıyrılıp çok yükselebilir, hatta zenginliğe de kavuşabilirsiniz. Altın yaldızlı kartvizitinize sığmayacak kadar çok titr sahibi de olup, çevrenizdekilerin gıpta ile izlediği hayal gibi bir yaşam sürebilirsiniz. İsminizin önüne anlı şanlı satırlar dolusu mesleki unvanları da dolduracak seviyelerebile kavuşabilirsiniz. Ama tüm bu şatafatlıyaşamınıza rağmen, bir şeyler eksiktir, hep onun eksikliğini hissedersiniz. Her şey olabilirsiniz ama asla “aydın” olamazsınız. Onlarca yüzlerce yıl sonra bile saygıyla anılmayı hak edip, “toplumun değerlerinden, aydınlarından”olamazsınız! Topluma mal olmuş, o “saygın kişiler” arasında yerinizi alamazsınız!Bunun için çok daha farklı niteliklere sahip olmanız gerekir, aynı Uğur Mumcu, Gaffar Okkan, İsmail Cem ve Ayşen Gruda gibi. Uğur MUMCU Soğuk bir başkent sabahıydı, 24 Ocak 1993 yılı… Gazeteci-yazar Uğur Mumcu, Karlı Sokak’taki evinden çıktı, aracına yerleştirilen kalleşçe bomba düzeneğinin patlatılması sonu yaşamını yitirdi. Soruşturmayıyürüten Başsavcı Nusret Demiral, cinayette RDX patlayıcı madde içeren C4 tipi bomba tespit edildiğini, bunların genellikle yabancı terör örgütleri tarafından kullanıldığını açıkladı.O gün, o sokak, o içler acısı manzara, muhabirliğimde hiç unutamadığım hüzünlerdendir. Çok değil, suikast gününden 72 saat önce, Mumcu İstanbul’da İlhan Selçuk ve dostlarıyla yaptığı görüşmede “öldürüleceğini” dile getirmişti! Ülkesine bağlıydı ve öngörülüydü. Yazdıkları, konuştuklarıyla zülfüyare dokunmuştu. Sözleri zehir zemberekti, yenir yutulur cinsten şeyler değildi; “İmam ve hatip olarak yetiştirilenler emniyet müdürü, savcı, yargıç, kaymakam olacaklar, subay da olacaklar”, “tarikatlara ve cemaatlere alınan genç çocuklar 30 yıl sonra general olacaklar ve Cumhuriyete karşı ayaklanacaklar.” Uğur Mumcu’ya yönelik hain saldırıya hangi açıdan bakarsanız bakın, ister Türkiye’yi 28 Şubat’a götürecek toplum mühendisliğinin parçası olarak görün, isterseniz Türkiye’yi bir laik-anti laik çatışmasına sürüklemek için yapıldığını söyleyin sonuç değişmez. Türkiye büyük bir aydınını, değerini, evladını yitirmiştir. PKK’ nın terörist saldırılarının tırmandığı, Ağca›nın Papa›ya suikast girişiminde bulunduğu dönemde cesurcaPapa-Mafya-Ağca adlı kitabında yayınladı, Kürt- İslam ayaklanması adlı makalesini kaleme aldı. Mossad’da CIA’ya kadar her şeye dokundu! Suikastten 17 gün önce köşe yazısında, PKK-Barzani-Mossad arasındaki kirliilişkiyi gözler önüne sermişti. “Suçlular ve Güçlüler”, “Söz meclisten içeri”, “Büyüklerimiz”, “Sakıncalı piyade”, “Ağca dosyası”, “Papa-Mafya-Ağca” ve “Rabıta” gibi kitaplarında kaleme aldıkları yakın geçmiş ve günümüz için paha biçilmez değerde bilgiler içermektedir. Uğur Mumcusuikastinin ardından, Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’in uçağı düştü, Behçet Cantürk, Savaş Buldan gibi pek çok Kürt işadamının yanı sıra, HiramAbas, Cem Ersever, Yusuf Ekinci, Ahmet Taner Kışlalı’ nın katledildiği faili meçhul cinayetler dönemi başladı. Kanlı Sivas ve Gazi Mahallesi olayları yaşandı. O aslında Bahriye Üçok, Çetin Emeç, Necip Hablemitoğlu ve Abdi İpekçi’ ydi!Yitirdiğimiz her bir aydın gibi o da yılmadı, kalemini asla satmadı, eğilmedi, bükülmedi, cesurca derin devletten mafyaya, Hizbullah’tan PKK terör ilişkilerine kadar her şeye değinip,araştırmacı ve özgür gazeteciliğinne olabileceğini topluma gösterdi. Türkiye›nin en aydın gazetecilerinden birisi olan Uğur Mumcu,aradan çeyrek asır geçmesine rağmen, suikastini ne üstlenen oldu ne de failleri belirlenebildi. Gaffar OKKAN Yedi yıl sonra yine bir 24 Ocak günü bu kez Diyarbakır’dan geldi acı haber. Emniyet müdürü Gaffar Okkan, Diyarbakır’ın en kalabalık caddesinde korumalarıyla birlikte öldürüldü.Diyarbakırlılar çok sevdikleri “Gaffar Babalarını” makam aracında pusuya düşürüldüğü hain saldırıda kaybettiler. Bu konuda yüzlerce makale ve kitap yayınlandı, kimileri Hizbullah tarafından işlendiği iddia etse de faili meçhuller dosyasında rafa kaldırıldı. Okkan, cep telefonunu herkese vermişti, başı sıkışan doğrudan Emniyet Müdürünü arıyordu. Polis ile Diyarbakır halkını kucaklaştırmayı başarmış, polisleri Diyarbakır halkının huzuru için sokaklara çıkarmıştı. Onun döneminde kayıp çocukları bulup ailelerine teslim etmeye, yürümekte zorluk çeken yaşlılara yardımcı olmaya başlamıştı. Polise halka nazik davranmaları için talimat vermiş, bölge halkının içine karışıp onların dertlerini sevinçlerini paylaşmıştı. Halkın güvenliği ve asayiş için, şehrin kritik noktalarına kurdurduğu kameralarla gece gündüz makam odasındaki dev ekrandan kenti izlerdi. Gaffar Okkan, Diyarbakır’da tabuları yıkmayı başarmış, devlet babanın şefkatle el uzattığı takdirde bölgede farklı bir tablo ortaya çıkabileceğini ispat etmişti. Okkan, ülkesini, halkını seven makam-koltuk tutkunu olmayan, halkın arasına zırhlı otomobilini kullanmadan çıkan gözü pek, cesur, farklı bir kamu yöneticisi-polisti. Halka yakın durdu, halkın içinde pusuya uğradı. O artık halkın gönlünde yaşıyor. İSMAİL CEM İPEKÇİ “Türkiye›de Geri Kalmışlığın Tarihi”, “Türkiye Üzerine”, “12 Mart”, “TRT›de 500 Gün”, “Siyaset Yazıları”, “Gelecek İçin Denemeler” ve “Mevsim” eserlerinin yazarı olan İsmail Cem İpekçi, akciğer kanserinden 24 Ocak 2007 tarihinde hayatını kaybetti. 1971›de Türkiye Gazeteciler Sendikası›nın İstanbul şubesi başkanı oldu. 1974-1975 yılları arasında TRT Genel Müdürlüğü yaptı. 1985’te siyasete atılıp, Sosyaldemokrat Halkçı Parti›ye katılıp milletvekili oldu. 1992 yılında Deniz Baykal ile birlikte Sosyaldemokrat Halkçı Parti›den ayrılarak Cumhuriyet Halk Partisi’nin yeniden kurulmasını sağladı. 50’nci Hükümette Kültür Bakanlığı, 55-57’inci Hükümette de Dışişleri Bakanlığı yaptı. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Üyeliği, Batı Avrupa Birliği Asamblesi Üyeliği, AKPM Sosyalist Grubu Başkanvekilliği ile Avrupa Medya Enstitüsü Danışma Kurulu Üyeliği de yaptı. 2000 yılı Şubat ayında Dışişleri Bakanı olarak Atina›ya gitti. 40 yıl aradan sonra Yunanistan›ı resmen ziyaret eden ilk Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı oldu. İsmail Cem, başarılı bir gazeteci, memleket sevdalısı farklı üsluba sahip bir siyasetçi ve örnek bir devlet adamıydı. Ayşen GRUDA Tiyatromuzun ve Türk sinemasının unutulmazlarından... Kadın komedyen sayısının sayılı olduğu bir dünyada Türk sinemasının sevilen yüzüydü o.Onu kah“Davaro”da Kemal Sunal ve Şener Şen ile birlikte Ayşo olarak belleklerimize kazıdık, kah “Tosun Paşa”da Tellioğlu Zekiye karakteri ile kalbimizde yaşattık. Kimi zaman “Hababam Sınıfının” Ayşe’si olarak evlerimize girdi bazen de Nahide Şerbet karakteriyle Domates Güzeli olarak… O her zaman bizimleydi, evimizin, yaşamımızın bir parçasıydı. O hüzünlü Anadolu insanının gülen yüzüydü. Ülkesini severdi, çağdaş Türk kadınının önemli bir temsilcisiydi. 4 isim, birbirinden farklı 4 meslek ve isimleri gönüllere kazınmış 4 büyük isim… Onlar medarı iftiharlarımızdır. Onlar mesleklerine güç kattılar, onlar yaptıklarıyla, yazıp çizip sergiledikleriyle, aydın, çağdaş düşünceleriyle topluma ışık tuttular. Onlar namuslu, dürüst, onurlu, vatanseverlerdi. Güce boyun eğmediler, hep dik durmasını bildiler. İşte bu yüzden tarihimizin altın sayfalarındaki yerlerini aldılar. Asıl olan gücün alındığı o makamlar değil, kişilerin o koltuklara ne kattığıdır! Koltuk var diye mi güçlüsünüz? Yoksa güçlü olduğunuz için mi o mevkileri yükseltiyorsunuz? Gücünü koltuklardan alanlar ne yaparlarsa yapsınlar, hiç bir zaman Uğur Mumcu, Gaffar Okkan, İsmail Cem ve Ayşen Gruda olamazlar. Onlar kolay yetişmiyor. Uğurlar olsun…