Utku ŞENSOY İnsanoğlu 21’nci yüzyıla kadar hemen her çeşit devlet yönetimini denemiştir, beylik, sultanlık, krallık, hanedan gibi. Ne tiranlar, firavunlar, derebeyleri, krallar, sultanlar gelip geçmiştir şu fani dünyadan… Bu yönetim biçimlerinin bazıları tek kişinin hâkimiyetine dayanmıştır, bazıları ise bir ailenin, grubun ya da zümrenin… Bazılarında kuralın belirleyicisi dindi, bazılarında ise milletin egemenliği. Eski çağlarda Mısır’da Firavun aynı zamanda tanrıydı. Tanrı Kral anlayışı denenmiştir. Sümer devletinde Krallar aynı zamanda Rahipti. Rahip Kral anlayışı denenmiştir. Bir kişinin kayıtsız şartsız egemenliği demek olan Monarşi denenmiştir. Halkın belirli oranlarda yönetime katılımı demek olan Krallık veya Padişahlık denenmiştir. Ülke zengin, aydın ya da asker gibi bir grubun yönetimine teslim edilip Oligarşi denenmiştir. Siyasal iktidara tam yetki verip tüm yetkiler tek elde toplanıp, Otoriter yönetim rejimi denenmiştir. Devlet, dini kurallara dayandırarak yönetilmiş, Teokrasi denenmiştir. Sanayi devriminin getirdiği sorunlar ve işçi sınıfının sömürülmesine karşı çıkan Komünizm, Tek partiyi, baskıcı devlet rejimini, hatta, “her şey devlet için, hiçbir şey devlete karşı değil” sloganı ile Faşizm ya da Nasyonal sosyalizm denenmiştir, denemiştir, denemiştir… Ama en sonunda, halka seçme ve seçilme hakkı tanıyarak meclis oluşturup, belli bir süre için cumhurbaşkanını iş başına getirildiği sistem olan Cumhuriyet bulunmuştur. Ancak muz cumhuriyetlerinde ve bazı İslam cumhuriyetlerindeki olumsuz örnekleri üzerine, salt cumhuriyetin içi boş bir kavram olduğu görülmüştür. Zira cumhuriyet tek başına bağımsızlık, özgürlük ve eşitlik gibi kavramların içini dolduramadı. Hak ve özgürlüklerin, tek bir anlayışın kabulü yerine çok sesliliğe, çoğunluğun-güçlünün tahakkümü yerine azınlığın hakkına saygı duyan bir sisteme ihtiyaç duyuldu. Tüm bu istekler doğrultusunda insanoğlunun bugüne kadar bulabildiği en katılımcı ve geçerli olduğu yönetim biçimi Demokrasi bulundu. Ülkeyi yönetme hakkının millete ait olduğu ve halka birçok özgürlüklerin tanındığı, çok partili sistemin, çok sesliliğin olduğu çoğulcu demokrasi sistemi yaratıldı! Günümüzde Batı olarak adlandırdığımız ekonomik kalkınma ve refah seviyesinin yüksek olduğu ülkelerin tamamı ileri demokrasinin faziletleri sayesinde geliştiler. Baskı ve pranga altındaki halkın atılım içinde olabilmesi mümkün müdür? Gerçek anlamda kadın-erkek eşitliğinin olmadığı bir toplumun ilerleyebilmesi mümkün müdür? Düşüncenin özgür olmadığı bir toplumun çağı yakalayabilmesi mümkün müdür? Tabii ki de mümkün değildir. Peki bunu engelleyenler kimdir? Bazen cehalet bazen de karanlık güç odaklarıdır! Ama çoğu zaman kirli siyasetin ürünü olan erdem ve dürüstlük yoksunu olan bir avuç siyasetçilerdir! Zira onlar güce ulaşmak ve onu yitirmemek, iktidarlarını sürdürmek için ne gerekiyorsa yaparlar! Çaresizleri korkutma ve yalana başvurma onların en önemli enstrümanlarıdır. Kirli siyasetin, siyasetçinin silahı korku ve yalan! Korkudan beslenmek Kirli politika, korkudan beslenen politika… “Dış mihraklar” onun en önemli kozu, silahıdır! İşaret parmağını milletin gözünün içine sallaya sallaya yapılan politika türüdür. Tırsarsınız… Bilinmeyen, görünmeyen düşmana karşı penguenler gibi sıklaşırsınız… Son derece insani bir tepkidir bu… Cehalet-ekonomik çaresizlik arasına sıkışmışlığın en doğal tepkisidir safları sıklaştırıp ışığın etrafındaki kelebekler gibi ışığa, güce yapışmak… Yalandan beslenmek Kirli politika, yalandan beslenen politika… ABD basını: “Trump günde 23 yalan söylüyor”. Washington Post gazetesi, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump› ın göreve başladığından bu yana 10 binden fazla yanlış ya da yanıltıcı iddiada bulunduğunu yazdı. Amerikan başkanlık sisteminin vazgeçilmezlerindendir yalan. Sadece iç politikada kendi insanlarının gözünün içine baka, baka yalan söylemekle yetinmeyip, uluslararası ilişkilerinin de en belirgin özelliğidir yalan! Aynı Saddam Hüseyin’in elinde olduğunu iddia ettikleri ama bir türlü bulunamayan “kitle imha silah” yalanı gibi… Kirli siyaset ve siyasetçi kendi ikbali ve davası yolunda güce ulaşmak için, talan için korku ve yalandan beslenir. Onun sevmediği tek şey gerçek demokrasidir. Demokrat-mış gibidir, her tür hak ve özgürlüklerden yanay-mış gibi davranır, her zaman mış gibi yapar… Mış gibi yapan maskeli siyasetin ve siyasetçinin tek panzehri daha fazla demokrasi daha çok hak ve özgürlüklerdir. İnadına demokrasi, inadına hak ve özgürlükler! Demokrasinin fazileti tam da budur. O maskelilerin maskesini indirmektir! Gerçek demokrasilerin Batının vazgeçilmez değerleri; Yaşama Hakkı, Sağlık Hakkı, Eğitim Hakkı, İnanç Özgürlüğü, Özel Yaşam Gizliliği Hakkı gibi Temel Hak ve Özgürlüklerin yanı sıra, Düşünceyi Açıklama ve Yayma Özgürlüğü, Düşünce ve Kanaat Özgürlüğü ile Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı olmazsa olmazlardandır. Bunlardan birinin kısıtlanması ya da aksaması o ülkede demokrasinin teklediğine işaret eder. Bir kişinin özgürlüğü başka birisinin özgürlüğünün başladığı yerde biter» genellemesinden hareketle, herkesin daha özgür olması, her bir bireyin özgürlüğünün de güvencesidir, aşırılıklara kaçmamak kaydıyla. “Trop de démocratie tue la démocratie”, yani demokrasinin fazlası demokrasiyi öldürüyor derdi rahmetli Fransız asıllı Türk vatandaşı bacanağım. Fransa gibi gerçek anlamda “ileri demokrasilerin” olduğu ülkelerde onun hakkı, bunun hukuku, otun, börtü böceğin yaşam hakkı derken, demokrasi kendi topuğuna sıkıp, sendelemeye başlar. Hak ve özgürlükler derken bunu da göz ardı etmemekte yarar var. Zira demokrasilerde özgürlükler asla sınırsız olmamalı.