Sevgili Fazıl Say’ın ülkemizin yetiştirdiği en büyük değerlerden olduğu konusunda kimsenin bir tartışma içine girmeyecek kadar akıllı olduğunu düşündüğümü söyleyerek “Fazıl Say Üzerine” bir yazı yazmak istedim. 1970 doğumlu sanatçı, merhum ve değerli müzikolog Ahmet Say’ın oğlu olmanın ötesinde, dünya çapında çok haklı bir üne ulaşmıştır. Besteleri, yorumları ve düşünceleri ile hak ettiği yere, tabiri caizse “tırnakları ile kazıyarak” kendi başına gelmiştir. 100’ün üzerinde dopdolu beste, 5 tane kitap, sayısız klasik müzik eseri yorumu ile Türkiye’nin yetiştirdiği ender değerlerdendir. Son zamanlarda ise polemiğe de sebep olan sayısız sosyal ve politik yorum ile gündeme gelmektedir. 
Fazıl Say’ın büyük hayranı olduğumu belirtmek isterim. Hastane odamda kendisinin 60X90 cm’lik büyük bir fotoğrafı yanı sıra toplam 3 fotoğrafı ve kendisiyle tanışma fırsatı bulduğum 2021 yılına ait, beraber çekildiğimiz 2 fotoğraf da baş köşemde asılı bulunmaktadır. Tüm albümleri müzik arşivimde dijital ortamda ve cd olarak mevcut. 5 kitabına ilaveten kendisi hakkında çekilen Alman yapımı belgesel ve Nazım Orotaryosu’nun dvd kaydı da yine arşivimin vazgeçilmezlerindendir. Kendisine saygım ve sevgim sonsuz. Ancak tabii ki bu yazının amacı kendisine güzelleme yapmak değil, zira zaten ihtiyacı da yok. Yılda 200 civarı tüm dünyada dolu salon konser veren, sayısız ödül ve başarısını takdir eden yorumlar alan, adına Japonya’da 10 yıldan fazla süredir festival düzenlenen bir sanatçıyı elbette takdir ederim ama onun buna ihtiyacı yok.
Peki, nedir bu yazının amacı? Naçizane gözlemlerim ile kişiliği ve çok eleştiri alan son dönem sosyal ve politik yaklaşımı hakkında. Öncelikle şunu belirtmem gerekir ki, bir sanatçı olarak kendisi çok zeki bir insan, hatta konusunda deha. Bu tür insanların kafasında çarklar farklı çalıştığı için, dünyayı senin, benim gibi algılamıyorlar, çok daha farklı şeyler görüyorlar baktıkları şeyde, ilgilendikleri olaylarda. Beğenseniz de beğenmeseniz de toplumda sözü geçen bir kişi olduğu için yorumları milyonlara ulaşıyor ve tüm toplumun hayatını etkiliyor, yön verebiliyor. İşte önemli husus burada. Kendisiyle aynı fikri paylaşmasanız bile, yaptığı yorumlar hayatımızı etkiliyor. Sanatçı da zaten bu demek değil mi? Kültürel bağlamda öncü olması, bizlere bilmediğimiz yollar, desturlar göstermesi, hayat hakkında, kendi algıladığı biçimde bir yorumu bizle paylaşarak sanatçı kişiliğinin yanı sıra toplum önderi olması. Sanatçı toplumu ileri götürmeli, kültürel ve sosyal lokomotif görevi görmeli, halkı devinime yöneltmeli, kısacası bizi ileri taşımalı. Fazıl Say’ın bu görevi layığı ile yerine getirdiğini söylemekte; en azından benim böyle düşündüğümü belirtmekte fayda görüyorum. Tabi ben de her yorumuna eksiksiz katılıyorum diyemem ama onu dinlemeye, anlamaya çalışıyor, katılmadığım yerde, kendisini uygun eleştiri yapma hakkım olduğunu bilerek takip ediyorum. Kendisinden kültürel anlamda, klasik müzik ile ilgili ve hayat hakkında sayısız şey öğrendim. Sosyal ve politik konulardaki yorumlarının hepsi ile aynı fikirde olmasam da öğrenmeye de devam edeceğim. 
Sanki, hep sırtı pek, karnı tok gibi davranılıyor kendisine. Hiç de öyle değil benim gözlemim. Yalnız bir insan, evet yalnız bir insan. Kişi etrafı kalabalık da olsa kendini yalnız hissedebilir. Neden mi? Kafada çarklar farklı işliyor çünkü. Matrix’de “Neo” nasıl etrafa bakınca ekrandan aşağı inen yeşil bilgisayar kodları iniyordu, işte bu tür dehalar da dünyayı öyle algılıyorlar. Hassaslar, çok hassaslar. Çok duyarlılar etrafta olup bitene. Fevriler, sabırsızlar ve gerçekten bazı olaylara, tavırlara ya da sözlere tahammülleri yok. Fazıl Say’ın yapısında da var tüm bu fevrilikler, bu sabırsızlık, acelecilik ve tahammülsüzlük. Ama bunu kötü niyetle değil, öncü olduğu için, yani sanatçı olduğu için, toplumun göremediği, ya da görmeyeceğini düşündüğü, toplumun yararına olmayacak şeyler için yapıyor. Haksızlık yaptığı kişiler, haksız yorumları yok mu? Elbette var, her insan kadar. Derseniz ki, “bana göstermesin kardeşim, benim ondan bir şey görmeye, öğrenmeye ihtiyacım yok”; görmeyin o zaman. Ben de gündüz kuşağındaki ahlaksızlıklar ve canilikleri görmek istemiyorum. O yüzden bakmıyorum, izlemiyorum. Dolayısıyla görmüyorum. Ben yorum ve tavırlarında art niyeti olmadığını düşünüyorum. Bir takdir edilecek yanı da var ki eğer yanlış yaptığını düşünürse; bütün alçak gönüllüğü ile çıkıp özür diliyor. O da bir insan ve herkes gibi hata yapabilir. Doğrudur, bu kadar göz önünde iseniz ve sözünüz dikkate alınıyorsa hata payınız çok az olmalıdır. Ama başarıları, takdirleri ve hataları birer karşılıklı kefeye koyarsak, başarı kefesi ağır basar. 
Politik yorumlardaki tartışma konusu ise daha önce karşı tavır aldığı bazı konularla ilgili şimdilerde destek verir bir tutumda. Bu da olağandır, fikirler değişir, olaylar ve zaman tutum değişikliğine yol açabilir. Hiç birimizin hayatında, her konuda hep aynı çizgide kalmak mümkün değil. Sen, ben fikir değişince toplumun geneli görmediği, bilmediği için göze çarpmazken, o yapınca olay oluyor. Varsın olsun, demek ki sözü geçiyor. Beğendiğiniz, size faydalı kısımları alın, karşıt olduğunuz, hatta “antipati beslediğiniz” kısımları görmezden gelin. Seviyeli biçimde eleştirin. sosyal medyada hakaret etmeden yorum yazın, uyarın ki belki fikrini de değiştirirsiniz. Görmediği, fark edemediği yanları gösterirsiniz. Belki onun çoğunluğun faydası için düşündüğünü, çoğunluk kendi faydasına görmüyordur. O da bunu fark eder. Bu karşılıklı fikir alışverişleri toplumu ileri taşır. Kavga, dövüş ve hakaret sadece seviye düşürür, kalpleri kırar, herkesi üzer. Günlük olaylarda da mottomuz olması gereken bu değil midir zaten?
Bu fırsatla kendisine haksız olduğunu düşündüğüm bir konunun da altını çizmek isterim. Genel olarak röportajlarında özellikle Ankara’daki yeni “CSO Ada” dan davet edilmediğini ve CSO’nun eserlerini çalmadığını belirtmekte. Burada bir yanlışlık var. Bu sezon 5. senfoninin Türkiye prömiyeri CSO tarafından yapılacak. CSO sanatçılarının top yekün arkadaşı, dostu, kardeşi, abisi ve de doktorları olarak yakinen biliyorum ki, kimsenin kendisine karşı en ufak bir garezi yok. Eskiye ait kırgınlıklar, çekişmeler olmuş olabilir, ancak bunlar unutulur ve aşılmayacak işler değildir. Eğer mümkünse, keşke bir yardım konseri ya da özel gün konseri yapılsa, gerekli engeller bu vesile ile aşılsa ve Ankara seyircisi olarak zevki-sefahat içinde kendisini izlesek, dinlesek ve avuçlarımız patlayana kadar alkışlasak (Bu öneri tamamen zihni sinir bir projedir bu, benim arzumu yansıtır, kimseyi bağlamaz!).  Beni tanıyanlar bilirler, “Goldebreg varyasyonları” nı çaldığında alkışlamaktan gerçekten kollarım ağrımış ve ellerim kıpkırmızı olmuştu. Bir Fazıl Say hayranı olarak; niyetim Fazıl Say’a güzelleme yapmak değilse bile, ben kendi takdirimi sunabilirim, o kadar da hakkım olsun.
Özet olarak, Fazıl Say da bir insan. Bir deha, Türkiye’nin tanıtımında çok önemli rolü olan, ülkemizin önemli değerlerinden birisidir. Ama bir insan. İnişleri, çıkışları, artı ve eksileri olacaktır. Biraz daha toleranslı olmak, beğenmediğimiz kısımlarda da uygun dilde eleştirmek ve istemezsek dikkate almamak elimizde. Bu kuralı da tüm hayatımızda uygulamalıyız. Toplum olarak farklılıklarımızla ve ortak değerlerimizle güçlüyüz. Unutmayalım ki, bu değerler kolay yetişmiyor, dünyaya çok sık gelmiyor.      

Ekran Alıntısı-13