I.Dünya Savaşını kaybeden Osmanlı ile ateşkes görüşmeleri Yunanların Limni adasının Mondros limanında, Truva savaşında galip gelen Yunanlı Komutan Agememnon’un adını taşıyan İngiliz zırhlısında, 30 Ekim 1918'de imzalandı. Yabancı kuvvetler birçok Anadolu kenti ile birlikte 13 Kasım 1918 tarihinde İstanbul’u işgal ettiler. Yabancı deniz kuvvetlerine ait 61 parça zırhlı İstanbul Boğazına demirledi. Bu işgal ile İstanbul'un önemli ve stratejik noktaları kontrol altına alındı ancak idareye el konulmadı. Boğazların silahsızlandırıldığını açıkladılar. Artık İstanbul’da Türk askeri görev yapamayacaktı. Askerler terhis edilmiş ve ordu dağıtılmıştı. İskenderun’a çıkarma yapan İngilizlere direndiği için acil bir kararla komutanı olduğu Yıldırım Orduları Grubunun lağvedilip, İstanbul’a çağırılan Mustafa Kemal Paşa, aynı gün İstanbul’a varmış ve tesadüfen bu olaya şahit olurken, Boğaz'da demirli düşman savaş gemilerine bakarak "Geldikleri gibi giderler" sözünü söylemiştir.
Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1919’da Kurtuluş Mücadelesini başlatmış. 28 Mayıs 1919 Havza’da “Millet uyandırılmalı ve harekete geçirilmelidir. Bu amaçla İstanbul hükûmetinin uyarılmalı, yabancı ülke temsilcilerine protesto telgrafları çekilmeli, düşman işgallerine karşı kurulmuş olan millî cemiyetlerin ortak bir amaç etrafından birleştirilmeli, millî irade hâkim kılınmalı ve İstanbul’un Anadolu’ya hâkim olmak yerine tabi olması sağlanmalıdır.” 22 Haz 1919 Amasya’da, “Vatanın bütünlüğü milletin bağımsızlığı tehlikededir. Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” der. Mustafa kemal Paşa’nın bu girişimleri İşgal Kuvvetleri ve Padişahın huzurunu kaçırır ve İstanbul’a dönmesi emredilir. Mustafa Kemal Paşa ise, 08 Tem 1919 gecesi Harbiye Nezareti’ne ve Padişah’a gönderdiği “Mübarek vatan ve milleti parçalanmak tehlikesinden kurtarmak, ….…sine-i millette bir ferd-i mücahit olarak çalışmak üzere çok sevdiğim askerlik mesleğimden ve görevimden istifa ettiğimi arz ve ilan eylerim” telgrafıyla istifasını bildirir. Bunun üzerine Sultan Vahdettin tarafından hakkında idam ve yakalama fermanı çıkarılır.
Mustafa Kemal Paşa, 07 Ağu 1919 Erzurum’da, “ Vatan bir bütündür bölünemez. Manda ve himaye kabul olunamaz. (Tam bağımsız Türkiye), Sultan Vahdettin’in feshettiği Meclis-i Mebusan derhal toplanmalıdır”; 11 Eyl 1919- Sivas’ta “Harp Bittiği gün, sınırlarımız içinde kalan ve çoğunluğu Müslüman olan Osmanlı ülkesi toprakları birbirinden ayrılmaz ve bölünmez bir bütündür. (Misak-ı Milli Sınırları), Ülkemize karşı yapılacak saldırı ve işgale karşı ..Millî Mücadele ..ve direniş gösterilecektir”.
Bu gelişmeler, İtilaf Devletlerini İstanbul’a ve Osmanlı idaresine resmen el koymaya götürdü. Fransız takviye kuvvetleri 8 Şubat 1919 günü General Franchet d’Esperey komutasında İstanbul'a girmiş, General Beyoğlu’nda bir zafer alayı tertiplemiş, kendisini karşılayan Osmanlı bandosunu, atını ürküttüğü için kırbacını sallayarak ve susturmak istemiştir. İşgalcisini bando ile karşılayan İstanbul Hükümeti, gazeteleri ve halkından tek ses çıkmamıştır. O gün Türk’ün kara bir günüdür. Diyarbakır asıllı yazar ve şair Süleyman Nazif, bir gün sonra aşağıdaki “Kara Bir Gün” yazısını Hâdisât Gazetesinde yayınladı.
‘‘Fransız generalinin dün şehrimize gelişi ve bir kısım vatandaşlarımızın gösterileri, Türk’ün ve İslam’ın kalbinde ve tarihinde sonsuza kadar kanayacak bir yara açtı. Aradan asırlar geçse ve bugünkü hüznümüz ve bahtsızlığımız sevince ve mutlu bir talihe dönse bile, yine bu acıyı hissedecek ve bu hüzünle üzüntüyü çocuklarımıza ve soyumuzdan gelecek olanlara nesilden nesile ağlanacak bir miras olarak terk edeceğiz. Almanya orduları 1871 senesinde Paris’e girdikleri sırada, Büyük Napolyon’un zaferlerini kutlamak için dikilmiş olan zafer takının altından geçerlerken bile Fransızlar bizim kadar hakaret görmemişti. Bizim dün sabah saat dokuzdan on bire kadar hissettiğimiz üzüntüyü ve azabı duymamıştı.
Biz ise millî varlıklarının ve dillerinin devamını bizim âlîcenaplığımıza borçlu olan bir kısım halkın hay-huy şamatasıyla bu aziz matemimize en acı hakaretlerin birer tokat şeklinde atıldığını gördük. ‘‘Buna müstehak değildik’’ diyemeyiz. Müstehak olmasaydık, bu felakete düşmezdik. Her milletin hayat sayfalarında birçok talihler ve bahtsızlıklar vardır. Fransa Kralı Birinci Fransuva’yı Şarlken’in zindanından kurtarmış ve koca Viyana şehrini defalarca kuşatmış bir ümmetin kader defterinde böyle bir kederli satır da gizli imiş. Araplar’ın güzel bir sözü var: “Sen sabret, çünkü zaman sabretmez” derler.” (Kurşuna dizilmek istenen Nazif birkaç ay kaçak yaşadıktan sonra yakalandı ve Malta’ya sürgün edildi. Mustafa Kemal sayesinde kurtarılan Malta Sürgünleriyle yurda geri döndü.)
16 Mart 1920 İstanbul'un Resmi Olarak İşgal Edilmesi; Protestolar ve Anadolu’daki direnişe destek mitingleri devam ediyordu, 14 Mart tarihinde okullarının kuruluş yıldönümünü kutlayan tıbbiyeliler, Kurtuluş’a destek ve direniş kararı aldı. Toplantı İngiliz askerleri tarafından dağıtıldı. Hazırlıklar tamamlayan İtilaf kuvvetleri 16 Mart 1920'de, sabah saat 05.00’den itibaren Meclisi Mebusanı, devlet binalarını, kendilerine taraf olmayan Nazırların, Paşaların ve Mebusların evlerini, askeri ve inzibatiye karakollarını basarak, Osmanlı idaresine el koymuştur. Tutuklananlar Bekirağa Bölüğüne hapsedilmişlerdir.
Mebuslardan kaçabilenler Anadolu’ya geçtiler. Bu işgale Mustafa Kemal Paşa, bir ay sonra 23 Nisan 1920’de Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisini açarak tokat gibi bir cevap vermiştir.