Yeni inşa edilmiş bir ev düşünün:
İçi dışı pırıl pırıl, tavanlarında spot ışıklar, sensörlü çeşmeler, dışarının ısısına göre ısısını ayarlayan, havasının oksijenini, nemini dengeleyen akıllı bir bina…
Bahçede çimler, asker gibi boy boy dizilmiş peyzajı hesaplanmış ağaçlar…
Bakanın gözleri kamaşıyor…
Ama bütün o sistemin düzenli çalışması için duvarın hemen iç tarafında kablolar, şalterler, sigortalar, anahtarlar var…
Siz görmüyorsunuz ama toprağın altından pis su boruları, kanallar geçiyor..
Bahçedeki toprağın karışımında, o çimlerin öyle yeşil kalmasını sağlayan koyun gübresi var.
Yani o güzel ev, o sistemin çalışmasını sağlayan karmaşık, çirkin görünen kablo ve boru ağının dış kabuğu aslında…
Ve o evi inşa eden ustalar, işçiler…
O inşaat esnasında yüzlerine gözlerine sıçrayan boyalar, çalışırken yaralanan parmakları, soğuktan kuruyan, çatlayan elleri…
Ve bir römork dolusu inşaat artığı malzemesi…
Güzel bir evin arkasındaki olmazsa olmaz gerçek…
İşte filmlerde öyle…
Bir sinema salonunda ya da evinizin odasında, monitörün karşısına oturup izlediğiniz, renkli, heyecanlı, kimi zaman ağlatan, kimi zaman güldüren film…
Onun da arkasında bir kamyon malzeme, onlarca usta ve işçinin emeği var…
Başroldeki aktör bir holding patronunu oynuyor..
Sekreteriyle de aşk, meşk içindeler..
Ama holdingin patronu evli… Ve karısı bunların kaçamaklarını yakalıyor..
Neticede para her şeyi çözüyor tabii.
Sonra sekreteriyle helikoptere binip fabrikalarını denetlemeye gidiyorlar…
Lüks bir restoranda yemek, İsviçre Alplerinde şık bir hafta sonu……..
Ve nihayet yönetmen “kestiiik!” diye bağırıyor..
Ve bütün bu pembe masal da yönetmenin o buz gibi kelimesiyle bıçak gibi kesiliyor…
O oyuncular ne mi yapıyor?
Oyuncuları en sona bıraktım…
Önce filmin doğmasını sağlayan emekçileri sıralayalım…
İşte seyirci yalnızca İsviçre görüntüsü verilmiş ormana bakan balkonu, kiralanmış şık mobilyaları görüyor..
Ama oyuncuların yüzünü aydınlatan, sahne biter bitmez ışık yardımcılarının değişen sahneye taşıdığı beş-on bin vatlık, eldivenle taşınırken bile elleri cayır cayır yakan ışıkları görmüyor.
O ışık emekçileri ki, asgari ücretle çalışırlarsa çok şanslılar, çoğu kez sigortaları ödenmiyor..
Hiç olmazsa emeklerinin karşılığını düzenli alabilseler…
Allahtan sektör geliştikçe bu işler de düzene giriyor..
Ama yine de setlerdeki çalışma saatleri çok acımasız.
Dikkatli baktığınızda ellerinin yanık içinde olduğunu görebiliyorsunuz.
“ND” denilen (ND: Night and day) geceyi gündüze çeviren dev lambalar)ağır ışıkları taşıyıp direklere montajlamak değil yalnızca.. Bu sökme –takma işini günde elli defa yaptıkları gibi, güneş ışığının gücünü ayarlayabilmek için sahneler boyunca reflektörleri havada tutuyorlar…
Işık olmadan hiçbir şey olmaz..
Dünyanın hayatiyeti için, canlıların yaşaması için güneş ne kadar önemliyse, doğru ışık da bir film için o kadar önemli..
Derinlik yaratmak için kullanılan ışıklar, renkli pırıltı ışıkları (Sanatçıyı şaşaalı gösterebilmek için) kostümün, sanatçının ten rengine göre dengeleme ışıkları…..
Var oğlu var sizin anlayacağınız…
Tabii eğer bu filmi herhangi bir dış ortamda çekiyorsanız o kadar elektriği üretecek bir jeneratör kamyonuna ve uzun kablolara ihtiyacınız var..
Çünkü sahnenin hemen dibinde har har! çalışan bir jeneratörün sesinin filme girmesini istemezsiniz… O yüzden olabildiğince uzun kablolara ihtiyacınız var.
Işık yanlışsa, çekilen objeler, kişiler, vb. eğer net bir biçimde anlaşılamıyorsa al o filmi çöpe at.
Çıtkırıldım aktrisle, yakışıklı aktör arasındaki romantik diyaloğun seslerini sağlıklı biçimde kaydedebilmek için, bayrak direği uzunluğundaki ağır mikrofonu, kameraya göstermeden havada tutan, ağrıdan elleri kopan sesçi (Biz ona boom operatörü diyoruz)sahne aralarında derin bir nefes alarak, aynı işlemi her gün gece yarısına kadar yüzlerce kez yapıyor…
Bir defa yorgunluktan biraz elini hafifçe aşağıya indirip mikrofonu kameranın açısına sokarsa yönetmen etmediği lafı bırakmıyor…
Bir de bu sesleri sağlıklı bir biçimde kaydeden, diyalogların arkasına ortam için uygun fon seslerini bulup kaydeden, kulaklığıyla nikahlı yaşayan ses mühendisleri var.. (Sound engineer)
Herhalde sesçi arkadaşlar evlerine gittiklerinde hiç kimsenin sesini duymaya tahammül edemezler…
Bir film setinin emekçileri yalnız ışık ve ses grubu değil elbette..
Bana “oyunculara gel artık!” dediğinizi duyar gibiyim…
Durun bakalım!
Oyunculara gelinceye kadar, daha sırada kimler kimler var..
Ama bu günlük bu kadar diyelim ve bir sonraki yazımızda “FİLM SETLERİ 2” ile devam edelim…