Yusuf KANLI Kıbrıs Rum tarafında liderlik seçimi sonrasında yeni bir hareketlenme gözlemlenmekte Kıbrıs sorununda. Görüşmeler sürecinin çıkmazdan kurtarılması için adadaki...

Yusuf KANLI Kıbrıs Rum tarafında liderlik seçimi sonrasında yeni bir hareketlenme gözlemlenmekte Kıbrıs sorununda. Görüşmeler sürecinin çıkmazdan kurtarılması için adadaki iki toplumdan en azından birinin temel politikalarında bir “zihin değişikliği” yaşaması kaçınılmaz. Rumlar “BM parametreleri” ve “AB müktesebatına uyumlu” federal Kıbrıs’tan başka bir şey görüşmem demekte. Türk tarafı ise “O çerçevede çözüm olmayacağı defalarca ispatlandı, şimdi yeni şeyler konuşma zamanıdır; egemen eşitliğim önceden kabul edilmez ise resmi görüşmelere oturmam, olsa olsa sosyal etkinliklerde buluşuruz Rum tarafıyla” demekte. “AB DAHA ETKİN ROL OYNAMALI” ŞARKISI Rum tarafı mevcut sıkıntı yetmezmiş gibi şimdi bir de “Kıbrıs sorununda AB daha etkin rol oynamalı” şarkısı söylemeye başladı. Gerçeği söylemek gerekirse eskiden beri Rum liderliği hep AB’nin görüşmelerde ve çözümde söz sahibi olmasını arzu etmiş ama önceleri Yunanistan’ın 2004 sonrasında da kendisinin de AB ülkesi olması nedeniyle bu konuyu Türk tarafının asla kabul etmeyeceğinin farkında olarak hiç resmen söyleyememiştir. Şimdi bay Nikos Hristodulidis net bir şekilde AB’nin rol almasını söylemekte. Olmayacağını, Türk tarafının reddedeceğini bildiği halde niye söylüyor? Çeşitli nedenler söz konusu olabilse de herhalde Nikos Hristodulidis deprem sonrasında zaten ekonomik kriz nedeniyle bozulan Türkiye ekonomisinin el açar hale geldiğini, Batı dünyasından destek alınabilmesi için de Kıbrıs’ta harekete ihtiyaç duyulacağını hesaplamaktadır herhalde. TÜRKİYE’Yİ SATIN ALAMAZSINIZ Çok yanlış da değil. 20 Mart’ta AB Türkiye için bir yardım konferansı düzenliyor. Deprem sonrası yeniden inşa programı için Türkiye’nin en az 30 milyar dolar (bir iddiaya göre de 100 milyar dolar) ihtiyacı olacak. Hele seçim yılında sıcak para gelişi Türkiye’deki iktidar partisi ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan açısından yaşamsal önemde olacağı muhakkak. Ancak, Türkiye’ye parayla, ya da para musluklarını kısarak, ambargo ve saire yollarla, seçim yılında özellikle, istemediği bir konuda adım attırabilmek oldukça ham hayal. Elbette, son turu Rumların Crans Montana’da 2017’de terk etmesiyle biten Kıbrıs görüşmelerinin yeniden canlandırılabilmesinin yolları vardır. Bu yollardan herhangi birine sapmadan önce başarısızlığın faturasının ne olması gerektiği konusunda bir anlaşmaya varmak yararlı olacaktır. Mesela, görüşmeler tekrar çökerse ve bu çöküş Crans Montana’da Hristodulidis’in Anastasiades’e yaptırdığı gibi basit bir “Biz bu anlaşmayı halkımıza satamayız” gibi bir önyargıya dayanıyor ise, muhakkak bir faturası olması gerekir. NİYET VARSA, YOLU DA VARDIR Diyelim ki bir şekilde ünlü “muğlak belirsizlik” yoluyla iki tarafın verdiği ödünler gizlenerek bir görüşme platformu sağlanabilir ise unutmamak gerekir ki Kıbrıs meselesi karmaşık bir meseledir ve kalıcı bir barış anlaşmasına varmak için her iki taraftan da acı tavizler gerektirecektir. Mesela, görüşme sürecinin hemen başında sosyal hayatı iyileştirecek, iki halkın temaslarını artıracak bazı ciddi adımlarla her iki tarafın da uzlaşmaya istekli olduklarını göstermeleri gerekiyor. Hem Kıbrıslı Rum hem de Kıbrıslı Türk liderlerin iyi niyetle oturup müzakere etmeye istekli olmaları gerekiyor. Her iki taraf için de kabul edilebilir bir uzlaşmaya varmak için bazı temel taleplerinden vazgeçmeye istekli olmalılar. Eğer tarafların niyeti varsa, elbette ki uzlaşma yolu da bulunacaktır. Ancak defalarca çöken ve özellikle Rum tarafının kabul etmemesi nedeniyle çöken federal çözüm şarkısını söylemede ısrar hiçbir sonuç getirmeyecektir. Bazı acı ödünler vermeyi ve yeni bir formülde buluşmayı taraflar göze almalıdır. En akıllı yol adım adım çözüm olacaktır. Bunun için de işbirliği olanaklarına odaklanarak adadaki iki halkın günlük hayatını kolaylaştıracak adımlar atılması olacaktır. ULUSLARARASI TOPLUM KATKI KOYABİLİR İkincisi, uluslararası toplumun da buna dahil olması gerekiyor. Kıbrıs’ta iki halkın eşitliği sadece BM görüşmeler süreciyle sınırlı kalmamalı. Başta ABD ve İngiltere, uluslararası toplum adadaki iki tarafa eşit davranmaya çalışmalıdır. Uluslararası izolasyonların, doğrudan uçuş, spor etkinlikleri dahil her türlü temas Kıbrıslı Türkler açısından Rumların insafına kalmış konular olduğu sürece bir şekilde tekrar başlasa dahi görüşmelerde anlamlı ilerleme sağlanması hayal olacaktır. Uluslararası aktörlerin, BM’yi dışlamadan ve görüşme sürecini BM çerçevesinden çıkarmaya çalışmadan Kıbrıs Türklerine yönelik pozitif ayrıcalıklarla müzakerelerin yeniden canlandırılmasında rol oynayabilir. Örneğin ABD'nin Kıbrıs sorununa barışçıl bir çözüm bulma konusunda kazanılmış bir çıkarı vardır. ABD, diplomatik nüfuzunu iki tarafı bir araya getirmek ve müzakereleri kolaylaştırmak için kullanabilir. SİVİL TOPLUM TEMASLARI ÖNEMLİ Üçüncüsü, belki adanın her iki tarafındaki aşırı milliyetçi unsurları sinirlendirecektir ancak her iki taraftaki sivil toplum grupları müzakerelerin yeniden canlandırılmasında rol oynayabilir. Kıbrıs'ta iki halkın arasındaki sorunları işbirliği, ortak gelecek kurmak ve sair insani açılımlarla aşmaya çalışan birçok örgüt var ve nüfuzlarını müzakerelerin yeniden başlaması için bastırmak için kullanabilirler. Bu gruplar aynı zamanda iki toplum arasında güven inşa etmeye ve kalıcı bir barış anlaşmasının önünü açmaya yardımcı olabilir. Ve tabii ki, Kıbrıs sorununun sadece bir egemenlik, toprak, asker ve saire sorunu olmayıp aynı zamanda insani boyutu olduğunu kabul etmek önemlidir. 1963’de başlayan Kıbrıs sorunu uzun tarihiyle iyileşmesi uzun zaman alacak derin sosyal, ekonomik ve psikolojik izler yarattı. Bu nedenle, herhangi bir çözüm anlaşması bu konuları ele almalı ve uzlaşma ve iyileşme için bir çerçeve sağlamalıdır. Ne kadar görmezden gelinmek istenirse istensin, tarafların duruşları bir birinden ne kadar aykırı olursa olsun, çözüm isteği varsa uzlaşmanın bir yolu da muhakkak bulunacaktır. Sağ, sol fark etmeksizin Kıbrıs Türk halkı adada bir çözüm, adada kendilerine bir gelecek talep etmektedirler. Bunu görmeyen siyaset de siyasetçi de yok olmaya mahkumdur.