Kuzey Kıbrıs sandık başına gidiyor. Herkesin bildiği ama kimsenin açıkça söylemediği şu: Sandık var ama özgür irade meçhul; adaylar var ama esas irade Lefkoşa’da değil, biraz daha kuzeydoğuda…

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yeniden cumhurbaşkanını seçmeye hazırlanıyor. Ancak bu seçim, “kimin cumhurbaşkanı olacağı”ndan çok, “kimin kime rağmen seçileceği” meselesine dönüşmüş durumda. Bu ülkede seçimler halkın egemenliğinin bir göstergesi olmaktan çok, Ankara’nın parmak hesabı yaptığı bir dosyaya dönüşeli çok oldu. Yine de tiyatro devam ediyor. Biletler halka ücretsiz, sahne ise bildik: sandıklar kurulacak, adaylar konuşacak, oylar sayılacak… Ve sonuç mu? O zaten önceden yazılmış senaryonun son sahnesi.

KKTC ekonomisi uzun zamandır kendi ayakları üzerinde duramıyor. Ama son yıllarda artık ayakta bile durmaya çalışmıyor; oturmuş, başını iki ellerinin arasına almış, “yine mi Türkiye’de kur arttı?” diye mırıldanıyor. Ankara’nın enflasyonunu ithal eden bu küçük toplum, Türkiye’den gelen her fiyat artışıyla yeniden hesap yapıyor: Bu ay domates mi alayım, yoksa elektrik faturasını mı ödeyeyim?

Kira dövizle, maaş Türk lirası. Hayat TL’nin değer kaybına paralel hızla pahalanıyor, halkın sabrıysa değer kaybından bile daha hızlı tükeniyor. Bu ortamda seçim kampanyalarında bolca “istikrar” vaadi var, ancak kimse “istikrarla aç kalmanın da bir yolu” olduğunu söylemeye cesaret edemiyor.

Uluslararası tanınmama: İhracatın en başarılı kalemi

Ankara’nın değerli katkılarıyla KKTC’nin en istikrarlı dış politika başarısı, “tanınmamakta ısrar” olmuştur. 1983’ten beri kimse bizi tanımıyor. Hatta artık bizi tanımayanların listesi bile tanınmaya değer hale geldi. Üstelik artık yalnızca Batı değil, kardeş diye sarıldığımız Türk devletleri bile Rum tarafıyla kol kola pozlar veriyor.

Adeta “tanınmamayı ihraç ettik” desek yeridir. Ama üzülmeyelim, diplomatik yalnızlık bize özel bir asalet de kazandırıyor. Sonuçta kimseyle ilişki kurmazsan, kimseyi kırmazsın…

Türkiye ile ilişkiler: Yardım mı, taktiksel sevgi gösterisi mi?

Türkiye, KKTC’yi seviyor. Gerçekten. Ama biraz garip bir sevgi bu. Hani senin ne hissettiğin önemli değildir ya, “ben senin için neyin iyi olduğunu bilirim” derler ya… İşte o hesap.

2020 seçiminde yaşananlar hâlâ hafızalarda taptaze. “Demokrasi” adı altında yapılan seçim, bir tür “Ankara’nın sabrını taşıranları cezalandırma operasyonu”na dönüşmüştü. Şimdi herkes aynı soruyu soruyor: Bu kez de müdahale olacak mı? Olmayacaksa, neden bu kadar sessizler?

Kıbrıslı Türkler bir gerçeği çok iyi biliyor: Türkiye’nin desteği olmadan seçim kazanmak mümkün olabilir. Ama sonrasında iktidar olmak, hele de karar alabilmek, imkânsıza yakın. Bu nedenle adaylar halka değil, haritaya biraz daha kuzeye dönerek konuşuyorlar.

Başörtüsü: Bizde tartışma yoktu, siz getirdiniz

Türkiye’de başörtüsü yıllarca siyasi gerilim konusu oldu. KKTC’de ise kimse kimin ne giydiğiyle ilgilenmiyordu. Şimdi Ankara’nın bazı akıllı temsilcileri bu gerilimi adaya ithal etmeye çalışıyor. Başörtüsünü savunmak değil mesele, kimsenin savunmaya da ihtiyacı yok zaten. Sorun, bu konunun yeniden siyasallaştırılması.

Halk “Bizde zaten bu meseleyi yoktu” diyor. Ama dışarıdan ithal edilen gündem, içerideki gerçek sorunları gölgeliyor. Öyle ki hayat pahalılığı, yolsuzluk ve beyin göçü gibi gerçekler konuşulmaz oldu; yerine kimin ne giydiği konuşuluyor.

Adaylar sahada, irade nerede?

Adaylar çok. Ama seçmen heyecanlı değil. Mevcut Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, Ankara’ya uyumlu duruşuyla tanınıyor. Halktan çok, haritadan takdir topluyor. Diğer yandan Cumhuriyetçi Türk Partisi lideri Tufan Erhürman, anketlerde önde gidiyor. Ancak bu “önde gitme” durumu, Ankara’nın tolerans sınırlarını ne kadar zorlayacak, henüz bilinmiyor.

Ve tabii, bir de Ulusal Birlik Partisi var. Son günlerde yaşanan Parti Meclisi toplantısında Cumhurbaşkanı Tatar alkışlatıldı. Alkışlar daha dinmemişti ki, Başbakan Ünal Üstel “tek aday benim” havasına girdi. Bu iki aktörün aynı sahnede aynı rolü oynamaya çalışması, izleyicide kafa karışıklığı yarattı. Kıbrıs’taki uzantıları öyle demese de Ankara’nın bu tiyatroyu “tek perde” olarak görmek istediği konuşuluyor.

Seçim değil, seçime benzeyen bir şey

Sonuçta herkes biliyor ki bu seçim, kimin kazanacağından çok, kimin arkasında kimlerin olduğuyla ilgili olacak. Kazanmak önemli değil, hangi yöne eğildiğin önemli. Çünkü KKTC’de iktidar, sandıktan değil, sınır kapısından geçiyor.
Bu seçim, bir irade beyanı değil, bir taktik hamle olacak. Belki de sandıklar kurulacak, oylar sayılacak ama asıl karar, Lefkoşa’da değil, Ankara’daki yüksek katlarda alınmış olacak.

Ve sandıktan ne çıkar? Muhtemelen: Sessizlik. Halkın yüksek katılımla gidip içinden konuşmadan oy kullandığı bir seçim olacak bu. Sandıktan çıkacak olan sadece bir cumhurbaşkanı değil, belki de şu olacak: “Bizi artık hiç kimse duymuyor, biz de susmayı seçiyoruz.”

Ama dikkat! Sessizlik en tehlikeli isyandır. Ve Kıbrıs Türk halkı, bir kez daha sabrını gösterecekse, bu son kez olabilir.