O zaman parasız atletizm faydasız atletizm olarak görülmez mi? Bu laf şuradan çıktı. 1960 ve 1970’lerde filmlerde iki güzel kadın vardı. Biri masum, diğeri fettan kadındı. Fettan olan masum olanın elinden filmin kahramanını almaya çalışırdı. Onun için önemli olan adamın yakışıklılığı değil zengin olmasıydı. Bunun için ‘parasız adam faydasız adamdır’ derdi. Kimilerine göre bu durum hayatın cilvesi, kimilerine göre de kapitalizmin şapkadan çıkardığı tavşan! Orhan Altan hocamız ‘paralı atletizm faydalı atletizmi’ savunurdu. Uluslararası alanda başarılı olan antrenör ve sporculara ödül verilse de bu sorunu çözmüyordu. O düzeye çıkıncaya kadar antrenör ve sporcu çok sıkıntı çekiyordu. Bu nedenle sporu erken bırakan yetenekler olduğu gibi, durumun zorluğundan çekinip de spora hiç başlamayan yetenekleri kazanmak gerekiyordu. Orhan Altan hocamız yağlı güreşlerle, paralı yol yarışları arasında benzerlik kuranları uyarıyordu. ‘Yağlı güreş kültürü bize ait, bu nedenle başka ülkelerden kimse katılmak için gelmez, ama atletizm öyle değil ki. Gün gelir Afrika’dan birçok atlet bu paralı yarışlara gelirler ve ödülleri toplayabilirler. Eğer itici güç bursu devreye bir an önce sokulursa, yeni yetenekler atletizme başlarlar, birkaç yıl sonra Afrikalıları geçecek düzeye gelecek oldukları için yağlı güreşte olduğu gibi dışardan gelen olmaz. O nedenle tedbiri önceden almak gerek.’ derdi. Atletizm yarışlarından sonra başarısız olan sporcusunu paylayan antrenörü kenara çekerek ‘Başarı antrenöre başarısızlık sporcuya olmaz, bu adalet değil, nerede hata yaptığınızı bulun ve bunu tekrar etmeyin. Çünkü acılar paylaştıkça küçülür’ derdi. Almanya’ya işçi olarak giden eski bir atlet senelik izni sırasında Orhan hocamızı sahada ziyarete gelmişti. Almanya’da evine yakın olan atletizm sahasına İşlerinin yoğunluğundan yeterince gidememekten yakınıyordu. Orhan hocam ”Almanya ya bunları bilerek ve isteyerek gittiniz, Yabancı ekmeği acı olur, yabancı bir eşiğin basamaklarından çıkmak zordur” dedi. Benim Orhan Altan hocamızdan öğrendiklerime gelirsek, şöyle toparlayabilirim. Atletizm de kör kaderciliği seçmekle sorumluluktan kaçmayı ve tembelliği seçmiş oluruz. Suda boğulana acımak yerine, suyun üstüne köprü yapıp, insanları sağ salim öbür tarafa geçirmenin yolunu bulmalıyız. Atletizmde deniz tükendi, gemi karaya oturdu diyenlere, neden geminin dümenini ele geçirmedin diye diye sormak gerek.