Biraz benim gibi Pile’de sağlanan “büyük diplomatik başarının” ya da “inat ettik, sıkı durduk, yolu yaptık” açıklamalarının perde gerisinde neler yaşandığını, Kıbrıs toplumlararası görüşmeler sürecinde ilk kez fiili toprak tavizi verildiğini, bir askeri karakolun verilen toprak tavizi bölgesinin gerisinde kaldığını dahi fark etmeyecek kadar acemice yapıldığını yazmamız, eleştirmemiz de herhalde sebep oldu, süreç tıkandı.

Yusuf Kanlı


Gerek BM kontrolünde Rumlara teslim edilen ara bölgedeki bölge ve onunla birlikte ara bölgedeki bitişik alanın imara açılması çalışmaları da Pile yolu inşaatı da üç haftadır askıda, ve bu durumun kalıcı olabileceği anlaşılmakta. Sebep, Rum tarafından kaynaklan bilgilerde Türkiye Dışişleri ve Savunma bakanlıklarının konuyla ilgili aynı görüşte olmadığı.

Büyük başarı değil muhteşem fiyasko


Diplomaside her konuya uygun bir açıklama mümkün. Mesela, Süleyman Şah türbesini bir gece operasyonuyla, üstelik terörist dediğiniz Kuzey Suriye’de fiili etkin Kürt yapılanması desteğiyle Türkiye topraklarına taşımak “büyük başarı” olarak gösterilmek mümkün. Güya şimdi de yangına müdahale falan filan gibi bahane uyduruluyor, veya Türkiye’deki iki bakanlık arası farklı değerlendirmelerden bahsediliyor.


Acaba öyle mi, yoksa adadaki askeri değerlendirmeler sonucu malum büyük diplomatik başarının nasıl bir ciddi fiyaskonun faturası olduğu mu ortaya çıktı? İddia o ki askeri yetkililer altı maddelik bir itiraz mektubu hazırlayıp başta Dışişleri Bakanlığı olmak üzere Türkiye’de konuyla alakalı her birime “Bu iş olmaz” izahatında bulunmuşlar. Yani Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Birleşmiş Milletler üzerine dozer sürülerek, sivil kıyafetli polisleri BM askeri üzerine saldırtarak işlenen “savaş suçu” ardından geliştirilen Pile uzlaşısında milli çıkarların, özellikle geride unutulan askeri noktanın stratejik önemini asker hatırlatmış, bu yanlıştan dönülmesini usulünce talep etmiş. Nihayette önce frene basılmış, şimdi BM de bu uzlaşının artık olamayacağını kabul noktasına gelmiş.

Milliyetçi hamaset bir yere kadar


Milliyetçi hamaset ile ayağa kalkıp, keskin sirke misali küp patlatılmış. Belki bu fiyasko da ciddiye alınır ve adada diplomasinin, uzlaşı ve görüşmeler süreçlerinin Rum tarafında çömezlerin olmadığı, verilecek açıklardan ve gaflardan ciddi gol yenebileceği gerçeğini dikkate alınarak uzmanlarla, birikimi olan, süreci, belki yine amatör ruhla ama profesyonel ciddiyetiyle yürütebilecek ehil arkadaşlarla devam edilmesi dersi çıkarılmıştır.


Kıbrıs barış sürecinin ne federal ne de iki devletli çözüm amaçlı olamayacağı belli olduğu bu dönemde elbette Pile tarzı işbirliği ve küçük ödünlerle ilerleme çok önemli olacaktır. Ancak, bu görüşmeler amatör ruhla ve cahilce değil, bilen tecrübeli ekiplerle, her veçhesi hesaplanarak atılmalıdır.

* * *

“They hate you”


Türk Hava Yolları bir zamanlar sıradan üçüncü dünya şirketiydi. Prestiji falan neredeyse yoktu. Sonra, hani sıklıkla eleştiririz ama yeri geldiğinde hakkını da teslim ederiz, Turgut Özal dönemi geldi Türkiye’ye.
Özal ile birlikte müthiş bir değişim yaşadı Türk Hava Yolları. Kısa bir süre önce “They Hate You” diye, yani, “Senden nefret ediyorlar” dalga geçilen şirket filosunu, seferlerindeki yolcu rahatı standardını, içecek, yiyecek ikramlarının kalitesini artırmasına paralel bir şekilde Avrupa’nın ve hatta dünyanın sayılı sivil havacılık şirketi haline geldi.
Hani bu günlerde çok kullanılan bir söz var, “İtibardan tasarruf olmaz!” Tabii kişisel itibardan, savurganlıktan, Şahsımın saltanatından bahsetmiyoruz. Gerçek anlamda kaliteli hizmet ile gelinen prestij ve o prestijin korunması, kökleştirilmesi, ilerletilmesi çabalarına değiniyoruz. 


Bugün maalesef bir dönemin parlayan yıldızı THY tekrar sıradanlaşmaya, banalleşmeye, prestijli bir sivil havacılık şirketinden bir “easy jet” tarzı hizmetten yoksun ama çok pahalı bir sivil havacılık kurumuna dönme konusunda her gün kendi rekorunu egale ediyor. Elbette yeni uçak alımını uçuş pistinde deve kesme seviyesizliği yönetime gelir, üst düzey görevlendirmelerde liyakat yerine belli bir siyasi-dini gruba aidiyet ön planda olursa durum budur denilebilir. Öyle de yazık ediliyor Türkiye Cumhuriyeti’nin bayrak taşıyıcı bir milli şirketine.

Uçuş personeli yolcu değildir


Elbette gayretli ve çözüm üreten THY çalışanlarına sözümüz yok. Ancak, uçuş personelinin de “hizmetkar” olduklarını ve görevlerinin “yolculara hizmet” olduğunu unutmaması gerekir. THY’nin aldığı astronomik uçuş ücretine rağmen kabin görevlileri artık ikramı iç hatlarda sadece su, dış hatlarda portakal suyu, su ve yanında kuru bir sandviç ile sınırlansa da, nihayette uçuş boyunca önde veya arkadaki bölmelerinde bir birlerine hikaye anlatmak üzere görevlendirilmediklerini hatırlamaları gerekir. 


Mesela uçağın önemli bir bölümünü personel bagajı ile doldurmak akıl karı olmamalı. Bir zahmet başaltına o bagajları koysalar iyi olmaz mı? THY zaten bagajsız yolcu uygulamasıyla valizden büyük el bagajlarını teşvik ettiğinden kabinlerde el bagajlarına yer kalmıyor, belki personel bagajları uygun özel bölümüne konarak biraz yer açılabilir. Nihayette, uçuş personeli yolcu değildir.


Mesela, sağlık sorunu veya hareket sıkıntısı olan yolcuların tespiti yolcu kabul sırasında yapılsa da acil çıkış kapıları koltuklarına oturtulmasalar, daha sonra uçuş gecikmesine sebep olmasalar. Çok mu zor?
Velhasıl THY hızla tekrar kendinden nefret edilen bir kurum haline geliyor.