İşportacılıktan bir türlü vazgeçemediler; belli ki sistem de izin veriyor, at pazarından düşük bu ticaret anlayışına. Bir gün önce aramamışlar gibi, az önce mesaj atmamışlar gibi, her gün aynı telefon, aynı SMS...
Kimsenin gözünün yaşına bakmıyorlar.
Kimin eli dolu, iki poşet var? Kimin canı sıkkın, hastası var? Kim otobüste, metrobüste? Umurlarında değil. Sadece ararlar: İyi günler, bıdı bıdı bıdı…. Sanki telefon yeni keşfedilmiş gibi üzerinde tepiniyorlar, bırakmıyorlar. Bir yandan SMS, bir yandan çağrı merkezi:
⁃ Merhaba. 400 bin liralık krediniz onaylanmıştır, hayırlı olsun.
⁃ 300 bin liralık krediniz hazır.
Kim istedi, kim başvurdu, kim durduk yere onayladı, kime sordunuz!
Eskiden böyle değillerdi. Şimdi kapısına gelmeyenlerin parasını almak için türlü cambazlık icat ediyorlar. Adamına göre verdikleri faiz oranları, kredi torpilleri, prim kotasına göre müşteri darladıkları biliniyor oysa.
Seyyar satıcı yapmaz bu yapılanları.
Seyyar ısrar etmez, seyyar ihtiyacı olmayanı zorlamaz, bankacının ikna etmeye çalıştığı gibi.
Metronun girişinde mendil satan, çıkışında tükenmez kalem satan, anlar yanından geçenin yüz ifadesini, bu arkadaşlar anlamaz.
“Teklif var ısrar yok” sözünün, evlerde, kahvelerde, arkadaş arasında sık söylenen bir nezaket sözü olduğunu herkes bilir, agresif bankacılık bilmez. Teklif var ısrar yok!
Artık öyle değil.
Bankacılığın ortak sloganı: Teklif var ısrar var!
Hatta çok ısrar edenler var. O ses kayıtlarını amirleri dinliyor mu bilmiyorum; bence dinlemiyorlar. Dinliyor olsalar stratejilerini mevcut insan davranışları üzerine kurarlar. Elini kaptıran telefonu kapatıyor, kolunu kaptıran müşteri temsilcisine söyleniyor, içinden dışından sayıyor da sayıyor.
Çağdaş bankacıların kullandığı metot, 90’lı yılların şehirler arası otobüs terminalinde değnekçilerin kullandığı metodun aynısı.
Kolundan tuttuklarını “İstanbul değil mi.. İstanbul İstanbul! Kesin oraya gidiyorsun” diye istedikleri otobüse bindiriyorlardı; saf yolcuları.
Yeter ki bilet satsınlar. Konya’ya gitmek isteyen İzmir’e gitse ne olur ki. Bankacılar gibi, su parasını yatırmaya gelen, emekli maaşının on katı kredi çekse ne olur ki…
Faizler düşükken vereceğiniz üç otuz kredi için müşterinizi hizaya çektiniz. Eskiden almadık imza bırakmıyordunuz, sayfalar dolusu. Kefilin işine gücüne, tipine, siciline baktınız yıllarca. 3 bin lira krediye 10 bin liralık ipotek aldınız. Şimdi niye bir tuşla dünyalar kadar para veriyorsunuz?
Düzeniniz çakallara, bilgi çalan, insan dolandıranlara hizmet ediyor olabilir. Bu durumdan siz rahatsız olmayabilirsiniz ama; mobil bankacılığınız can yakıyor.
Unutmayın; başkalarının parasıyla oynuyorsunuz. İnsaflı değilseniz de nazik olabilirsiniz, halden anlayabilirsiniz.
Parasını size emanet edenlerin okuma yazması var; istediğiniz otobüse bindiremezsiniz!
Çok yurttaşın ortak bir derdini, tepkisini paylaştım belki.
“Ya hep beraber ya da hiçbirimiz. Kurtulmak yok tek başına” diyen Alman Yazar Bertolt Brecht ‘in bir sözü daha var. 1928 yılında yazdığı “Üç Kuruşluk Opera” adlı oyunda geçer, tarihe geçmiş o cümle:
“Bir bankayı soymak nedir ki, bir banka kurmanın yanında.”