Turizm, spor, hobi… Adına ne derlerse desinler, bir canlının yaşam hakkının ihale usulüyle pazara çıkarılması ne kadar savunabilir? Hem etik değerlerden hem de sürdürülebilirlik ilkesinden bu kadar uzak bir pratiğin hâlâ “turizm” adı altında desteklenmesi, doğaya yönelik kâr güdümlü hoyratlığın en çarpıcı örneklerinden biri.

Av turizmi ne etik ne de sürdürülebilir bir faaliyettir.

Etik açıdan bakıldığında, keyif uğruna bir canlıyı öldürmek hiçbir şekilde meşrulaştırılamaz. Her ne kadar avcılığı savunanlar bunu bir spor olarak addetseler de spor, eşit koşullar altında, iki tarafın da rekabete gönüllü olarak katıldığı bir etkinliktir ve asla ölümle sonuçlanmamalıdır.

Avcılıkta ise savunmasız bir canlıya üstün teknolojiyle saldırmak söz konusudur, dolayısıyla adil olmaktan çok uzaktır.
Anneleri avcılar tarafından katledilen yavruların trajik hikâyeleri belleğimizde bu kadar tazeyken konunun vicdani boyutuna değinmeyi ise hiç gerekli görmüyoruz.

İnsanlar çoğunlukla, sadece daha zeki oldukları için başka bir canlının hayatı üzerinde tasarruf hakları olduğunu düşünür fakat bunun kabul edilebilir hiçbir yanı yoktur çünkü yaşam hakkı tüm canlılar açısından en temel haktır ve söz konusu yaşam hakkı olduğunda tüm canlılar eşittir. Dolayısıyla, ahlaki açıdan değerlendirildiğinde avcılığın cinayetten farkı yoktur.

"Sürdürülebilirlik" ise sadece ekonomik kazançla değil, ekosistemlerin bütünlüğü, türlerin korunması ve etik değerlerle birlikte düşünülmelidir. Ekosistemlerdeki zincirin bir halkasını bile koparmak, zamanla doğadaki tüm dengeyi bozar.
WWF tarafından yayımlanan Yaşayan Gezegen Raporu’na göre, 1970’ten bu yana dünya genelinde omurgalı tür popülasyonları ortalama %68 azalırken, en büyük kayıp ise %84 ile sulak alan türlerinde yaşanıyor.

Avcılığın bazı hayvan türlerinin popülasyonuna etkisi üzerine dünyanın çeşitli bölgelerinden örnekleri incelediğimizde ise şu rakamlar oldukça çarpıcı: 2025'in ilk çeyreğinde, Güney Afrika'da kaçak avcılar 100'den fazla gergedanı öldürmüş; bunların 65'i ulusal parklarda gerçekleşmiştir. Güney Afrika, dünya çapında yaklaşık 16.000-18.000 gergedanla en büyük gergedan nüfusuna sahipken, siyah gergedanlar yalnızca Afrika'ya özgü olup sayıları yaklaşık 2.000 ve kritik derecede tehlike altında olan türler kategorisinde.

Brezilya'nın Amazon bölgesinde, Amazon manateni (Trichechus inunguis) türü, aşırı avcılık ve habitat kaybı nedeniyle tehdit altında. Bu türün popülasyonu, yüzyıllar süren avcılık nedeniyle büyük ölçüde azalmış. Bugün, yaklaşık 60 manateni yavrusu rehabilitasyon merkezlerinde bakılmakta, bu da türün ne kadar kritik bir durumda olduğunu gösteriyor.

Bir araştırma, gelişmekte olan ülkelerde avcıların erişebildiği alanlarda, memeli popülasyonlarının ortalama %83 oranında azaldığını, kuş popülasyonlarının ise %58 oranında azaldığını ortaya koymuştur. Görüldüğü üzere, avcılığın hayvan popülasyonları üzerindeki etkisi oldukça yıkıcıdır.

Zürafa popülasyonu, 1980'lerden bu yana yaklaşık %30 oranında azalmıştır. Bu düşüşün nedenleri arasında, habitat kaybı ve iklim değişikliğinin yanında avcılık başı çekmektedir. ABD Balık ve Yaban Hayatı Servisi, bu durumu göz önünde bulundurarak bazı zürafa alt türlerini nesli tükenmekte olanlar listesine dahil etmeyi önermiştir.

2024 yılında İsveç'te düzenlenen yıllık ayı avında, sadece ilk iki günde 150'den fazla boz ayı öldürülmüştür. Hükümet, bu yıl için 486 av izni vermiştir; bu, mevcut ayı popülasyonunun yaklaşık %20'sine denk gelmektedir. Doğa korumacılar, avcılığın, ayıların minimum sürdürülebilir popülasyon seviyesinin altına düşmesine neden olabileceği konusunda uyarıyor.

Ülkemizde de durum maalesef çok iç açıcı değil. Uluslararası Doğayı Koruma Birliği (IUCN) verilerine göre, Türkiye'de son 10 yılda küresel düzeyde tehlike altındaki tür sayısında önemli bir artış gözlemlenmiştir. 2015 yılında IUCN Kırmızı Listesi'nde Türkiye'den 1.000'den fazla tür yer alırken, 2025 itibarıyla bu sayı yaklaşık 1.200'e çıkmıştır. Bu, türlerin yaklaşık %20'sinin daha tehlikeli kategorilere (CR, EN, VU) dahil olduğu anlamına gelmektedir.

Bilimsel verilerin ve araştırmaların da işaret ettiği üzere avcılık sürdürülebilirlikten (ve tabii ki etik değerlerden) bu kadar uzak bir faaliyet iken devlet tarafından “ekonomik” gerekçelerle desteklenmesinin açıklanabilir bir yanı yoktur zira doğanın devamlılığı ve bunun insanlığa faydaları paranın satın alamayacağı değerdedir ve kâr hırsına kurban edilemez.

Doğanın dengesini, insanlığa sunduğu yaşamsal değerleri ve hayvanların yaşam hakkını üç beş kuruşluk bir av sezonu uğruna gözden çıkarmak; kapitalizmin yalnızca neden olduğu değil, bizzat doğasına içkin olan ahlaki çöküşün ve kolektif intihar sürecinin bir parçasıdır.

Av turizminin doğa, hayvan ve insanlık açısından taşıdığı yıkıcı sonuçları ele almaya devam edeceğiz. Bir sonraki yazıda, Türkiye’deki av ihalelerine, kota uygulamalarına ve karar süreçlerine yakından bakacağız.