Osmanlı-Türk basın tarihinin erken dönemini bölümler halinde yayınladığımız yazılarımız, eski gazetecilerin deyişiyle artık bir tefrikaya dönüştü.

Osmanlı basınında yaygın olarak kullanılan bu gazetecilik terimi, bölümler hâlinde yayınlanan ve birbirini tamamlayan parçalardan oluşan yazı dizisi anlamına geliyor. Tanımından da anlaşılacağı üzere, tefrikada önemli olan, yayınlanan her bölümün bağımsız ama birbirini tamamlayan kronolojik bir kurguya sahip olmasıdır. 19. yüzyıl Osmanlı-Türk basınında, Şinâsi ile başlayan bu geleneğe bağlı kalarak, geçen bölümden küçük bir hatırlatma ile tefrikamıza devam edelim.

Basına "çeki-düzen" vermek için 1865 yılında yürürlüğe sokulan yeni "Matbuat Nizannâmesi" ile gazetelere yeni yasak ve düzenlemeler getirilmişti. Şinâsi ise nizannâmenin yürürlüğe girmesinden birkaç gün önce Tasvir-i Efkâr'ı Nâmık Kemâl'e bırakarak Paris'e kaçmıştı. Basına getirilen yasak ve kısıtlamaları içeren Matbuat Nizannâmesi, biraz da Şinâsi'nin temellerini attığı bağımsız gazetecilik anlayışını baskı altına almak için çıkarılmıştı. Zaten Matbuat Nizannâmesi'nin yürürlüğe girdiği dönemde sadece iki özel gazete vardı; Tercüman-ı Ahvâl ve Tasvir-i Efkâr...

Şinâsi'nin başyazarlık yaptığı bu iki gazete fikir, tartışma, eleştiri ve yayınladığı özgün haberlerle halkın ilgisini çekmiş, geniş bir okur kitlesine ulaşmıştı. O dönemde, Devlet-i Aliyye'nin resmî gazetesi Takvim-i Vekâyi ile yarı-resmî gazete olarak değerlendirilen Ceride-i Havadis, özel ve bağımsız gazetecilik kulvarının dışındaydı.

Meselenin nirengi noktası budur. Takvim-i Vekâyi ile Ceride-i Havadis, padişahın doğum günü ile cülûs günü yıldönümlerini (tahta çıkış töreni) her yıl birinci sayfalarından, "Âlây-ı Vâlâ" ile (Gösterişli) kutlardı. Bundan başka, söz konusu gazetelerde, padişahı öven okuyucu mektupları da yayınlanırdı.

Şinâsi, yayınladığı gazetelerde, özellikle Tasvir-i Efkâr'da, padişahın doğum-cülûs günlerini hiç kutlamamış; bu tür haberlere ve okuyucu mektuplarına yer vermemiştir. Düşününüz ki; bir gazete, sayfalarında devletin, ülkenin "sahibi" olarak kabul edilen padişahın doğum gününe, tahta çıkış yıldönümlerine ilişkin haberlere asla yer vermiyor; hatta görmezden gelip, yok sayıyor.

Bu cüretkâr tavır, sadece padişahın kontrolündeki devlet gazeteciliği anlayışını tanımamak değildir. Bu tavır, padişahı-saltanatı dikkate almamak; dolaylı olarak monarşiyi onaylamadığını, benimsemediğini ifade etmektir. Zaten Şinâsi yazılarında, Avrupa'daki parlamenter sistemlerden örnekler verdiği yazılarıyla bu düşüncelerini açığa vurmaktan çekinmemiştir. Parlamenter sistemle ilgili konularda Avrupalı yazarlardan çeviriler yapmış, bunları Tasvir-i Efkâr'da yayınlamaktan geri durmamıştır.

Tasvir-i Efkâr'ı çıkarmak için Bâb-ı Âli'ye müracaat eden Şinâsi'ye, "Devlet-i Aliyye aleyhine yazılar yazmayacağı kaydıyla" müsaade etmişti. Durum böyleyken Şinâsi, devlet idaresindeki yozlaşma/rüşvet ve eğitim sistemi ile iktisadî hayatta yaşanan kötü gidişâtı eleştiren yazılar kaleme alarak, bu kayda bağlı kalmayacağını göstermişti.

Şinâsi, gazetecilik hayatında bilim, eğitim, kültür, edebiyat meselelerine özel olarak odaklanıyor; bu konudaki ilan ve duyuruları Tasvir-i Efkâr'da ücretsiz olarak yayınlıyordu. En çok da siyasî, iktisadî ve sosyal sorunları eleştirerek, meseleleri halkın gündemine taşımaya çalışıyordu. Aydınlar, her zaman toplumun bir adım önünde gider. Öncü bir aydın ve gazeteci olarak Şinâsi, bu mücadelesinin bedelini de yurt dışına kaçmak zorunda kalarak ödeyecekti.

Şinâsi'nin bağımsız gazetecilik anlayışını sadece basın özgürlüğü mücadelesi olarak tarif etmek yeterli olmayacaktır. O, Genç Osmanlılar Cemiyeti'nin manevî ve kurucu önderi olmak vasfıyla, meşrutiyet-hürriyet mücadelesi veren öncü bir aydın, öncü bir gazetecidir.

Dönemin şartları gözönüne alındığında, bu anlayış,
Osmanlı-Türk basınında, iktidarlardan bağımsız sivil gazetecilik oluşturma çabasının ilk örneğidir. Şinâsi, bu yönüyle basın tarihimizdeki sivil gazeteciliğin ilk temsilcisi olarak görülmelidir.

Herhâlde, bu uzun değerlendirmenin ardından, bu büyük aydının yurt dışına kaçmak zorunda kalmasının sebepleri daha iyi anlaşılacaktır. Şinâsi'nin firarındaki siyasî ve tarihî arka planı anlamadan, bu devri anlamak pek mümkün olmayacaktır.

Bu çerçevede, Osmanlı-Türk basınının doğuşunu hazırlayan tarihî arka planı gözden kaçırmamak için imparatorluk topraklarındaki ilk matbaacılık faaliyetlerine değinmek şarttır. Modern gazetecilik ile matbaa arasındaki "olmazsa olmaz" ilişkiyi anlamak bakımından, matbaacılığın tarihini anlatmamak Osmanlı-Türk basınının sancılı hikâyesini eksik ve temelsiz bırakacaktır. Haftaya bu konuyu ele alacağız.