Hep aynı senaryo, hep aynı sonuç—Cenevre’deki son Kıbrıs görüşmeleri, çözüm getirmeyeceğini herkesin bildiği bir diplomasi maskaralığı. Gerçek müzakere masada değil, perde arkasında oynanan büyük oyunun içinde saklı.

Bir kez daha sahne hazır. Oyuncular yerlerini aldı. Senaryo bilindik. Seyirciler mi? Çoğunlukla ilgisiz, çünkü bu oyunu defalarca izlediler.

17-18 Mart tarihlerinde, son dakikada bir değişiklik olmazsa, Türkiye, Yunanistan, Birleşik Krallık, Kıbrıs Türk yönetimi ve Kıbrıs Rum yönetiminin temsilcileri, Birleşmiş Milletler (BM) himayesinde Cenevre’de “gayriresmî” bir toplantı için bir araya gelecek.

Gayriresmî. Bu bağlamda, “İlerleme kaydetme gibi bir niyetimiz bile yok” anlamına gelen diplomatik bir kelime.
BM Siyasi ve Barış İnşası İşlerinden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Rosemary DiCarlo, haftalarca Lefkoşa, Ankara ve Atina arasında mekik dokuyarak ortak bir zemin aradı. Sonuç? Koca bir hiç. Yine de, tüm taraflar hiçbir şeyin değişmeyeceğini bile bile bu toplantıya katılmayı kabul etti.

Şu soruyu sormak kaçınılmaz: Kimse bir atılım beklemiyorsa, neden bu tiyatro sahneleniyor?

Bunu anlamak için, oyuncuların gerçek niyetlerine ve Doğu Akdeniz’de oynanan daha büyük oyuna biraz daha yakından bakalım.

Müzakere ediyormuş gibi yaparak barışı sabote etmek

Kıbrıs Rum lideri Nikos Hristodulidis, bu toplantıyı kendi diplomatik zaferi olarak pazarlıyor. Görüşmelerin düzenlenmesini, tamamen kendi çabalarının sonucu gibi sunuyor. Sanki tüm tarafları aynı masaya oturtmak, başlı başına bir başarıymış gibi.

Bu ustaca bir yanılsama. Aslında, Hristodulidis’in yaptığı, Kıbrıs Rum liderlerinin onlarca yıldır oynadığı aynı oyun: Çözüm istermiş gibi görün, ama aslında hiçbir çözüme izin verme.

İlk bakışta Kıbrıs Rum tarafının tutumu makul görünebilir. Federasyonu desteklediklerini, yani Kıbrıs’ın birleşik bir devlet olarak, Türk ve Rum taraflarının eşit güç paylaşımıyla yönetilmesi gerektiğini söylüyorlar. Kulağa barışçıl ve adil geliyor.
Ama tarih çok farklı bir şey anlatıyor.

Ne zaman federasyon fikri masaya gelse, Kıbrıs Rumları geri adım attı:

• 1963’te, ortak hükümeti bozarak Kıbrıs Türklerini siyasi hayattan dışladılar.
• 2004’te, BM’nin desteklediği Annan Planı’nı reddettiler—oysa Kıbrıs Türkleri büyük çoğunlukla evet demişti.
• 2017’de, Crans-Montana görüşmelerinde, eşit güç paylaşımını kabul etmeyi reddederek masadan kaçtılar.

Ve şimdi?

Şimdi Hristodulidis, Crans-Montana sürecine geri dönmeyi talep ediyor. Peki, 2017’de Crans-Montana’dan kim kaçmıştı?

Bu tam anlamıyla diplomatik manipülasyon: Sorunun diğer tarafta olduğunu iddia et, ama çözüme ulaşmayı imkânsız hâle getirmek için sürekli şartları değiştir.

Ya egemenlik ya hiç!

Masadaki diğer taraf, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Ersin Tatar.

Tatar’ın seleflerinden farkı şu: Federasyon ya da güç paylaşımı hakkında konuşmuyor. O, net bir şekilde iki devletli çözümden yana.

Çünkü Kıbrıs Türkleri için federasyon artık kötü bir şaka. Onlarca yılın deneyimi, “güç paylaşımı” denilen şeyin aslında “siyasi olarak yok olmak” anlamına geldiğini gösterdi.

Kıbrıs Türkleri müzakereyi denedi. Uzlaşmayı denedi. 2004’te birleşme için “evet” bile dediler. Ama her seferinde dışlandılar, izole edildiler ve verdikleri tavizler karşılıksız kaldı.

Tatar’ın mesajı net: Yeter artık!

Eğer Kıbrıs Rum tarafı, Türkleri eşit görmüyorsa, neden birlik için uğraşalım?

Ama burada bir sorun var.

Tatar, egemenlik tanınmadan masaya oturmayacağını söylediği için, Hristodulidis’in tuzağına düşebilir. Rum tarafı hemen şunu söyleyecektir: “Biz müzakereye hazırız, ama Türk tarafı reddediyor!”

Ve uluslararası toplum? Genellikle Kıbrıs Rumlarının uzlaşmaz tavrını görmezden geldiği için, bu söylemi sorgusuz sualsiz kabul edecek.

Tatar’ın en büyük sınavı şu: Egemenlikten taviz vermeden, barışı sabote eden taraf gibi görünmemeyi nasıl başaracak?
İngilizler sadece çay içmeye mi geliyor?

Birleşik Krallık, Türkiye ve Yunanistan’la birlikte Kıbrıs’ın üç garantöründen biri. Yani teorik olarak, çözüm sürecinde etkin bir rol oynaması beklenir.

Ama İngiltere bu görüşmelere neredeyse görünmez bir seviyede, düşük profilli bir temsilci göndererek katılacak.

Neden?

Çünkü Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafı bunu istedi.

İngiltere, uzun zamandır Kıbrıs Rumlarını kayıran bir güç olarak görülüyor. Dolayısıyla, Türkiye ve KKTC, İngilizlerin bu süreçte pasif kalmasını tercih ediyor.

İngilizler de bundan pek rahatsız görünmüyor. Brexit sonrası yaşadıkları sorunlarla uğraşırken Kıbrıs, artık öncelikli bir mesele değil.

Peki, İngilizler gerçekten sadece çay içmeye mi gelecek? Masada sessizce oturup, not alıp, diplomatik nezaket gösterileri mi yapacaklar?

Bekleyip göreceğiz.

Kıbrıs, sadece Kıbrıs meselesi değil

Gerçek şu: Bu mesele Kıbrıs’tan çok daha büyük.

Doğu Akdeniz’deki mücadele sadece diplomasiyle ilgili değil, enerji ve askerî güçle de ilgili:
• Yunanistan, Kıbrıs Rumları ve İsrail, Türkiye’yi dışlayan bir enerji ve güvenlik ittifakı kuruyor.
• ABD ve İngiltere, Kıbrıs’taki askerî varlıklarını artırıyor.
• Doğal gaz rezervleri, bu oyunun asıl meselesi.

Kısacası, Cenevre’de diplomasi tiyatrosu oynanırken, gerçek savaş sahnede değil, sahne arkasında yaşanıyor.

Gelecek yıl, yeni bir çıkmaz zirvede görüşmek üzere

Peki, Cenevre’de ne olacak?

Hiçbir şey.

Birkaç tokalaşma, dikkatlice hazırlanmış diplomatik açıklamalar ve sonunda herkesin birbirini suçlaması.

Bu döngü, gerçek bir değişim olana kadar böyle devam edecek. Bir dahaki tıkanmış zirvede görüşmek üzere.